GeriSeyahat Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir

Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir

Bir ağacın dalları ne kadar uzarsa uzasın, ne kadar yayılırsa yayılsın, beslendiği yer yine kökleridir. İnsanoğlu da biraz böyle değil mi? Nerede yaşarsa yaşasın, ekmeğini nerede kazanırsa kazansın, ne kadar dolaşırsa dolaşsın yine de köklerini beraberinde götürür.

Sinan Bali de doğma büyüme İstanbullu olmama rağmen, Balkan Savaşlarında Üsküp’ten, Silistre’den, Dedeağaç’tan kopup gelmiş muhacirlerin torunu olarak, köklerine bir yolculuk yaptı ve bizim için Üsküp seyahatini kaleme aldı. Yurtiçi ve dışında sık sık seyahate çıkan Bali, izlenimlerini www.sinanbali.blogspot.com adresinde yayınlıyor.

Uzun zamandır Makedonya’ya gitmek istememin sebebi, köklerime duyduğum bağlılıktı. Anneannemin babası, 1. Balkan Savaşı sırasında Üsküp’ten İstanbul’a göç etmiş. Onun babası ise Üsküp’teki Rufai dergâhının şeyhi İdris Efendi imiş.
Daha önce Üsküp’ü ziyaret etmiş olan akrabalarım, Şeyh İdris Efendi’nin mezarının Rufai Tekkesi’nin içinde yer aldığından bahsetmişlerdi. Makedonya seyahatimdeki önceliğim, bu mezarı bulmak ve atalarımın yaşadığı toprakları yakından görmek olacaktı.

HAVAALANINDA 2 SÜRPRİZ

THY’nin Üsküp uçuşu o kadar kısaydı ki, Makedonya tarihiyle ilgili notlarımı okumaya ancak vakit buldum. İstanbul’dan ufak bir gecikmeyle kalkan uçağımız yaklaşık bir buçuk saat sonra, öğle üzeri Üsküp’e indi.
Havaalanında karşılaştığım ilk sürpriz, uçağa yanaşan eski usul merdivendi. Diğer yolcularla birlikte pisti yürüyerek geçtikten sonra karşılaştığım ikinci sürpriz ise havaalanının kendisi oldu. Otogardan hallice olan Üsküp Havaalanı, biraz bakımsız görünüyordu.
Makedonya’nın resmi para birimi dinar ve döviz kuru sabitlenmiş. 1 Euro yaklaşık 61 dinar ediyor ve bu pek değişmiyor. Bu arada Makedonya oldukça hesaplı bir ülke. 5 günlük seyahatim boyunca konaklama ve ulaşım hariç, yakınlarıma aldığım hediyeler dahil harcamalarım 250 Euro’yu geçmedi.
Yurtdışına ilk kez turla çıkıyordum. Keşif yapmayı ve yerel halkla kaynaşmayı zorlaştırdığı için daha önceki yurtdışı seyahatlerime turla çıkmayı tercih etmemiştim. Tur operatörünü bulduğumda topu topu 5 kişi olduğumuzu öğrendim. Makedonyalı bir Türk olan rehberimiz Selahattin Ayvaz Bey, aynı zamanda gazeteci ve televizyon programcısı olduğu için tarihi bilgilerin yanı sıra bizi sosyo-politik konularda da aydınlattı.
Üsküp’ün merkezindeki otelimiz, 5 yıldızlı Stone Bridge Hotel’di. Adını hemen yanından akan Vardar Nehri üzerindeki Taş Köprü’den alan lüks bir otel. Temiz ve konforlu bu otelin sahibi bir Türk.

TAKSİYE BİNERKEN DİKKAT

Rehberimiz Selahattin Bey, şehir turunu akşam saatlerine bırakmayı önerdi. Yol yorgunluğunu atmaya ayrılan bu sürede, ben vakit kaybetmeden köklerimin izini sürmeye niyetliydim. Rehberimizle birlikte Rufai Tekkesi’ne doğru yola çıktım.
Sanırım taksi şoförleri dünyanın her yerinde aynı. Otelin biraz ilerisinde bulunan taksi durağındaki şoför, turist olduğumu görünce taksimetreyi açmak istemedi ve yüksek bir fiyat söyledi. Üsküp’te de taksiye binerken ya pazarlık yapılmalı ya da mutlaka taksimetre açtırmalı. Taksi ücretleri oldukça ucuz, o yüzden toplu taşıma yerine tercih edilebilir ama kazık yemenin hiç gereği yok.

BÜYÜK DEDEMİ ZİYARET

Yola çıkmadan önce Rufailik hakkında pek bir bilgim yoktu. Zaten fazla bir bilgi de bulamadım. Kısmen Mevlevilik, kısmen Bektaşilikle bağları olan 1415. yüzyılda Anadolu’da varlık göstermiş bir tarikattı. Fetihlerle birlikte Bektaşi, Halveti gibi diğer tarikatlarla Balkanlar’a yayılmıştı. Bu tarikatlar halen Balkanlar’daki Müslüman cemaatlerin arasında faaliyetlerini sürdürüyor.
Tekke, bir bahçeyi çevreleyen tek katlı yapılardan oluşuyordu. Bahçenin bir tarafındaki evden genç bir adam çıktı. Meğer tekkenin şeyhiymiş. Açıkçası şeyh deyince yaşlı başlı, uzun sakallı, cübbeli birini beklerdim. Büyük büyük dedemin mezarının burada olduğunu söyleyince, bizi genişçe bir odaya aldı. Odada yan yana sandukalar dizilmişti. Şeyhler ve eşleri bu odada gömülüydü. Şeyh İdris Efendi’nin sandukası en köşedekiydi. Yanında ise Üsküp doğumlu şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın da hocası olan Şeyh Saadettin yatıyordu.
Makedonya’ya gelişimin en önemli nedenini gerçekleştirmiş, atamın mezarını bulmuştum. Açıkçası bu kadar kolay olmasını beklemiyordum. Gezimin geri kalanında gönül rahatlığıyla ata topraklarını keşfedebilirdim.

İKİ KİMLİKLİ ÜSKÜP

Vardar Nehri, Üsküp’ü tam anlamıyla ikiye ayırıyor. Bir tarafta kalenin, eski çarşının, Osmanlı zamanında yapılmış cami ve hamamların bulunduğu, ağırlıklı olarak Arnavutlar ve Türklerin yaşadığı eski Üsküp; diğer tarafta ise yeni ve büyük binaları, kafeleri, alışveriş merkezleri ile modern bir görünüm sunan, daha çok Makedonların yaşadığı yeni Üsküp. Tarihi 6. yüzyıla dayanan Taş Köprü iki Üsküp’ü birbirine bağlıyor. II. Murat zamanında şimdiki görünümünü alan köprü, o günden beri Üsküp’ün sembolü. Vardar Nehri kıyısında ağaçlıklı yürüyüş ve bisiklet yolları var.
Köprüyü geçip şehrin merkezi sayılabilecek, ortasında Makedonya bayrağının dalgalandığı Makedonya Meydanına çıktım. Üsküp’teki görülmeye değer belli başlı mekanlar, bu meydan merkez alındığında kuzeyde çarşıyı kapsayan alan ile güneyde eski tren istasyonu, şimdi Şehir Müzesi olan yapıya kadar uzanan Makedonya Caddesi’nin oluşturduğu aks üzerinde yer alıyor. 2,53 saat sürecek sıkı bir yürüyüşle Üsküp turu atılabilir sanıyorum.

OSMANLI’NIN İZLERİ

Gradski Trgovski Centar (GTC) alışveriş merkezi, Üsküp’ün en büyüklerinden. Diğeri ise Ramstore. Benim ilgilendiğim konu müzik olduğu için doğrudan bir müzik mağazasına girdim ve bir kaç tane orijinal Makedonya halk türküleri CD’si aldım.
Güneş biraz etkisini kaybedince şehir turuna başladık. İlk önce eski Üsküp’te Osmanlı’nın izlerini takip ettik. Şimdi sanat galerisi olan Davut Paşa Hamamı’nın yanından geçerek Eski Çarşıya girdik. Burası Anadolu kentlerinin çarşılarını hatırlatıyor. Küçük meydanları birbirine bağlayan sokaklardan oluşan bir yerleşim planı var. Muhtemelen zamanında her sokak belli bir zanaata ayrılmıştı. Genelde iki katlı eski binaların alt katları dükkan olarak kullanılıyor. Dükkanlar arasında da ağırlıklı olarak kuyumcular ve gelinlikçiler göze çarpıyor. Sanırım günümüzde çarşı daha çok Müslüman ahalinin düğün dernek ihtiyaçlarına cevap veriyor. Çarşıda Osmanlı’nın fazla izi kalmamış. Daha çok Arnavutlar sahip çıkıyor. Binalar, sokaklar oldukça yıpranmış ve kendi haline bırakılmış görünüyor. Bu bölgenin bakımsız kalmasının nedenlerinden biri Makedonlarla Arnavutlar arasındaki soğukluk.
Çarşı içinde Osmanlı döneminden kalan en önemli yapılar hanlar: Kapan Han, Sulu Han ve Kurşunlu Han. 15. yüzyıla tarihlenen Kapan Han restorasyon görmüş ve şu anda içinde bir İtalyan tarzı bir lokanta var. 15. yüzyılın ikinci yarısında İshak Bey tarafından inşa edilen Sulu Han, Üsküp Üniversitesi’nin resim sanatı fakültesine ev sahipliği yapıyor. Ne yazık ki içine giremediğimiz 16. yüzyılın ortalarında, Müezzin Hoca el-Madeni adıyla tanınan Muslihiddin Abdülgani tarafından inşa edilen Kurşunlu Han ise içlerinde en anıtsalı ve taş işçiliğiyle dikkat çekiyor. Ayrıca Makedonya Müzesi de Kurşunlu Han’ın bahçesinde yer alıyor. Buradan görülen Mustafa Paşa Camii, II. Beyazıt ve I. Selim dönemlerinde vezirlik yapmış Mustafa Paşa tarafından 1492’de inşa ettirilmiş ve kesme taştan yüksek minaresiyle dikkat çekiyor.

AVRUPADA’DAKİ TEK SELÇUKLU

Yavaş yavaş kepenklerini indiren çarşıyı boydan boya kat edip biraz ilerideki İsa Bey Camii’ne geldik. Adı üstünde İsa Bey tarafından 1475 yılında yaptırılan ve çifte kubbesiyle kanatlı cami ödeneklerinden olan cami, Avrupa’daki tek Selçuklu tipi cami olma özelliğini taşıyor. Avlusunda İsa Bey’in oğlu Mehmet Bey’in ve İshak Bey’in torununun oğlu Bâli Bey’in mezar taşlarının yanı sıra Üsküp doğumlu ünlü Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı’nın annesi Nakiye Hanım’ın da mezarı bulunuyor.
Bir sonraki durağımız Sultan Murat Camii oldu. Üsküp’ü tepeden görmek için ideal bir yer olan Sultan Murat Camii, 1436’da inşa edilmiş. Bugünkü görünümünü daha çok 18. yüzyılın başında gerçekleştirilen onarımdan sonra almış. Sultan Murat Camii’nin ilk inşa edildiğinde kubbeli bir yapı olduğu düşünülüyor. 1912’de Sultan Reşat, Üsküp’ü ziyaret ettiği sırada camide bazı onarımlar yapılmış. Caminin bahçesinde yer alan saat kulesi Arap mimarisinden izler taşıyor. Caminin imamı İsmail Hoca saat kulesine çıkabileceğimizi söyledi ama eski, ahşap merdivenlere tırmanmayı kimsenin gözü yemedi. Ayrıca İsmail Hoca saat kulesinin geçirdiği yangından kurtulan bazı el yazması Kuranları da gösterdi.

GÜNBATIMINDA VARDAR NEHRİ

Cami turlarımızın ardından tekrar çarşıya döndük. Şimdi sanat sergilerine ev sahipliği yapan Çifte Hamam’ın yanından geçerek çarşıdan çıktık ve modern Üsküp’e geçmek üzere Taş Köprü’ye yollandık.
Günbatımında Üsküp’te olunabilecek en güzel yerlerden biri Taş Köprü sanırım. Vardar Nehri köprünün altından sakin ama güçlü akarken, insanlar da tempolarını düşürmüş, günün koşuşturmasının ardından ağır ağır evlerine dönüyorlardı. El ele dolaşan çiftler, kıyıda koşu yapanlar, bisiklete binenler, meydandaki kaykaycı gençler, kafelerde Skopsko birasını yudumlayanlar kendi halinde akıp giden bir hayatın parçalarıydı sanki. Tıpkı coştuktan sonra durulup yatağını bulan bir nehir gibi.

DESTAN AGA’NIN KÖFTELERİ

Turumuza ufak bir mola verip meşhur Destan Aga’nın köftesinden tatmaya karar verdik. Türk mutfağına köfte kesinlikle Rumeli’nden girmiş olmalı. Daha önce Makedonya’da yediğim köftelerden lezzetlisini yemedim. Destan da Üsküp’teki en iyi köftecilerden biri. Parmak büyüklüğündeki köfteler o akşamın en leziz anlarını bahşetti bana.
Leziz köftelerle karnımızı doyurduktan sonra, turumuza trafiğe kapalı Makedonya Caddesi’nden devam ettik. Sağlı sollu kafelerin, butiklerin ve şık mağazaların sıralandığı bir caddeydi burası. Üzerinde Rahibe Teresa anısına dikilmiş bir heykel var. Malum o da aslen Üsküplü. Heykelin arkasındaki meydanda, Rahibe Teresa’nın Anı Odasının da bulunduğu ilginç bir kule var.

YAHYA KEMAL’İN ŞEHRİ

Caddenin en sonunda eskiden tren istasyonu olan yer, şimdi Kent Müzesi. Sırp dönemi mimarisinin tipik bir örneği. Ön cephesindeki saat, 27 Temmuz 1963’te Üsküp’ü yerle bir eden depremde saat 5.17’de durmuş.
Makedonya’ya doğru yola çıkarken tek amacım atalarımdan birinin mezarını bulmaktı. Ama seyahat boyunca kazandığım deneyimler bunun çok ötesine geçti. Beni büyük büyük dedeme götüren kişisel yolculuğum, bir ulusun tarihte kalan izlerine doğru bir yolculuğa dönüştü. O topraklarda bir mezardan, bir evden, bir kişiden çok daha fazla bize ait şeyler var. Makedonya’daki Türklerin de en büyük çabası bu izleri korumak; en büyük dileği unutulmamak. Gün geçtikçe sayıları azalıyor, anlayış değişiyor, kültür el değiştiriyor. Makedonya’dan ayrılırken Yahya Kemal’in kayıp şehri Üsküp, yavaş yavaş gözümün önünden kayboluyor, ancak gönlümde asla silinmeyecek bir iz bırakıyordu. Bu hissi en güzel yine Yahya Kemal’in dizeleri anlatıyordu:
Kalbimde bir hayali kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.

False