Gülden AYDIN
Oluşturulma Tarihi: Ekim 21, 2001 01:49
Osmanlı Sarayı'nın haremi halkın düş gücünü hep zorladı. Bunun önemli bir nedeni, padişahların anneleri ve eşleri konusundaki bilgimizin çok az olmasıydı.
Topkapı Sarayı'ndaki Harem dairesi dış gözlerden o kadar iyi saklanmıştı ki, en meşhur hasekiler hakkındaki bilgilerimiz bir sayfayı ancak doldururdu. Tarihçiler arasında birisi, M. Çağatay Uluçay (1910-1970) meslek hayatının önemli bir bölümünü, bu zor işe, yani Harem'in ve Osmanlı hanedanının araştırılmasına ayırdı. Harem'le ilgili yapıtları bugün de bu konudaki başlıca kaynak. Onun 1950'de yayımlanan ‘‘Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları’’ adlı kitabı, şimdi Ufuk Kitapları tarafından yeniden yayımlandı. Üstelik, büyük Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık'ın giriş yazısıyla. İnalcık, yazısında Harem'in bir fuhuş yuvası değil, devlet içinde önemli bir kurum, bir okul olduğunu vurguluyor. Ancak bu kurumda aşkın da yeri vardı elbette. Nitekim, Halil İnalcık, Kanuni'nin Hürrem'e yazdığı bir şiirden o kadar etkilenmiş ki, 1990'da Chicago'da bu gazele bir nazire yazmış: ‘Nice sevmiş, nice öğmüş, Süleyman Hürrem'i candan/Meded hey Hürrem-i devran, ne şair ne Süleymanım...’ Uluçay'ın yarım asır önce Topkapı Müzesi Arşivi'nden araştırıp derlediği mektuplar üç kişi tarafından yazılmış. Kitapta Hürrem Sultan'ın Kanuni'ye yazdığı 7 mektup, aynı padişahın veziri Damat İbrahim Paşa'nın Kanuni'nin kızkardeşi olan eşi Hatice Sultan'a yazdığı 10 mektup ve I. Abdülhamid'in Ruhşah Kadın'a yazdığı 5 mektup bulunuyor. Kanuni'nin sevgili eşine yazdığı mektuplar elimizde yok; ama Hürrem'in, ‘‘Canım paresi sultanım, biçare, aşkınız ile mübtela, Ferhad ile Mecnun'dan beter şeyda çakeriniz’’ dediğine bakılırsa, ikisi arasındaki aşk bir halk efsanesinden ibaret değil. Nitekim savaştaki Sultan Süleyman'ın da ona para, mücevher, kolonya ve bazen sakalından bir tel gönderdiğini öğreniyoruz.
PADİŞAHI YALVARTAN CARİYE
1. Abdülhamid, idari hayatta olduğu gibi aşk hayatında da yenilgisini kabul etmiş, ıstırap çeke çeke, felçli öldü. Padişah, geziye gitmediği günlerinde Harem'de okuyor, kadınlarıyla konuşuyor ya da üç cücesi ve yedi dilsiziyle vakit geçiriyordu. 49 yaşında padişah olmuştu. Yakışıklı değildi. Dindar, saf ve kadınlara düşkündü. Yüzlerce cariyesi vardı. 12 yılda 17 çocuk babası oldu. Yazılı kaynaklarda başkadınları Nüket Seza ve Hümaşah'ın adları geçiyor. Ancak 1. Abdülhamid, aşk mektuplarını başka bir kadına, Ruhşah'a yazıyor.
Bir kusur ile beni unutma
Abdülhamid, Ruhşah'ına kul kurban olsun. Bir kusur ile beni unutma. Benim vücudum toprak oluncaya kadar senden vazgeçersem, Allah bana layık olduğumu versin. Efendim; gideyim, belki beni götür diye buyurursun diyorum, ama sen bana götür demiyorsun. İnşallah-u Teala ömrümüz oldukça birbirimizin oluruz. Canım efendim ben ayağına yüzümü sürerek senden rica ediyorum. (4. Mektuptan).
Hamid'in sana kurban olsun
Efendim sana bağlanmış bir köleyim. İster döv, istersen öldür. Bu gece gelmen arzumdur. Aksi halde vallahi hastalanmama ve belki de ölümüme sebep olursun. Ayağın altına yüzümü, gözümü sürerek rica ederim. Allah için kendimi durduramıyorum.
(2. Mektuptan).
HÜKÜMDARI KÖLE EDEN KADIN
O, başkadındı, Süleyman'ın herşeyiydi. Yabancı kaynaklarda Roxelana, Osmanlı kaynaklarında Hürrem (Hurrem) adıyla biliniyor. Çerkez, Fransız, Rus, Leh asıllı olabilir. ‘‘B’’leri ‘‘p’’ şeklinde telaffuz ediyor. Hürrem Sultan kendisinden söz ederken ‘‘zayıf, fakir cariye, çirkin yüzlü, ben fakiri yerden kaldırdınız’’ diyor. Bize kalan yedi mektupta Hürrem Sultan padişaha olan aşkını süslü cümlelerle anlatıyor, savaştaki Süleyman'ın kalbini teshir, asabını teskin, gönlünü feth ediyor... İki oğlunu, sevgili sadrazamını öldürtürken, savaşırken gözünü kırpmayan Muhteşem Süleyman, bu mektuplarla mest oluyor. Öyle ya, her zaman hükümdarlar kölelere hakim olmazlar. Bazen de köleler hükümdarlara hakim olurlar.
Canum Paresi Sultanum
Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet artırıp saçar, öyle selam ki gönül kapan şeker dudaklıların kavuşması gibi, öyle dualar ki aşıkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki deruni arzuların ve kalbin meyillerinin sözleri gibi ateşi şulelendirir. (...) Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, latif, nazenin sultanım, Allah dergahına yüzüm süpürge kılıp bir derecede niyaz ederim ki; sizi benden ömren ayırmak sözü haram olsun, mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstere. Eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi? (...) Benim sultanım, 'Eğer yazımı okumuş olsaydın daha çok hasretler yazardın' demişsiniz. Şimdi benim sultanım, bu kadar yeter, canıma tesir ziyade oldu. (1. Mektuptan).
Hazret-i Sultanum
Yüzümü yere koyup mutluluk sığınağı ayağınızın toprağını öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve saadetimin sermayesi sultanım, eğer bu ayrılık ateşine yanmış, ciğeri kebap, sinesi harap, gözleri yaş dolu, gecesi gündüzü belirsiz olan, hasret deryasına gar biçare, aşkınız ile müptela, Ferhat ile Mecnun'dan beter şeyda kölenizi sorarsanız; ne zamandır ki sultanımdan ayrıyım, bülbül gibi ah u feryadım dinmeyip ayrılığınızdan dolayı öyle bir halim var ki Allah kafir olan kullarına dahi vermesin. (3. Mektuptan).