GeriSeyahat Barbarlıkla uygarlık arasında Uppsala
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Barbarlıkla uygarlık arasında Uppsala

Barbarlıkla uygarlık arasında Uppsala

Kurban törelerinin, kahinlik sanatının arkaik merkezi Uppsala’dayız. Tarihin tekerleğini insan kanı ile çeviren kağnılar bu tümülüslerde...

Tanrılarla insanların, insanlarla tanrıların birlikte yaşadıkları, birlikte kutsanıp, birlikte kurban oldukları, İskandinavya’nın en kadim söylenceli Uppsala toprağındayız bugün.
Stockholm’e yolu düşenler için... Kahve falında, “kısa bir yol var” denilir ya, işte onun gibi kısa bir yol daha var. Stockholm’a gelirseniz buyurun! Uppsala’ya bir gün ayırın.
Burada romantik bir tren istasyonu ile sizi bekleyen lirik bir tarih var.

BASMANE İSTASYONU’NUN UZAKTAKİ KARDEŞİ

Yola çıkmadan kısa bir çağrışım yapalım. Maya, İnka, Aztek kültürlerinde kurban alan tanrısal kral soyu, İskandinavya’da tanrılara kurban edilen krallar olmuş. Elde var bir...
Stockholm Merkez Garı, her 50-60 dakikada bir trene yol verir kuzeye doğru. 216 İsveç kronu (70TL) verip, gidiş- dönüş bileti aldık. Alt geçitle 17’nci perona koştuk. 40 dakika sonra oradayız. Uppsala, daha sonra göreceğimiz bir üniversite kenti.
Güneş düşmeden ilk hedef Gamla Uppsala. Trenden inilince bir anıt göze çarpar. Fransız mimarisiyle eski gar binası bir de. Ayrılmadan önce, o romantik süreyi burada yaşayacağız.
Bu yapı bir Hanoi’de, bir de İzmir Basmane İstasyonu’nda var. Elde var iki... Bunları not düştük. Ekim ortaları ki, üşümedik. Şansımız açık. Pırıl pırıl güneşli bir gün.

TOR’UN ÇEKİCİ TAKIYA İŞLENMİŞ

İstasyon Kungsgatan’a (Kral Cad.) açılır, kent otobüsleri buradan kalkar, dolanır ve yine buraya gelir. Turizm Ofisi tam karşıda... Oraya girdik, kısa bilgiler ve kent haritası verdiler.
Gamla Uppsala’ya, yani tarihi yerleşime 110 ve 115 nolu otobüslerle gidilir, dönülür. Öğrendik. Köşedeki kioskta 90 dakika süreli bir de gidiş- dönüş otobüs bileti aldık. Elde var üç...
Hemen karşısı durak. Otobüsle 15 dakika sonra ünlü yerdeyiz. Sağda müze gözümüze çarptı. En son onu gezeceğiz. Ağaçlarla sarılmış bir alanda sırlanmış tümülüslere doğru yürüdük. İşte tarihin tekerleğini insan kanı ile çeviren kağnılar bu tümülüslerde.
Tümülüsleri yürüyerek gezmeye vaktimiz yok. Fakat en yüksek olanın doruk noktasına çıktık, dört yanı izledik bir süre. Yemyeşil bir doğa ortasında unutulmuş doğal bir tapınım altarı burası. Güz, ağaç yapraklarına kızıl kor gibi ebruli bir renk tayfı vermiş.
Bir yanda müze, ötede katedral var. Müze; söylence, iktidar ve insan verileri ile orada bekleyedursun. İrili ufaklı zincir halkaları gibi sıralanan tümülüsleri unutarak sağ yandaki katedrale girdik. Çünkü burası eski hednisk (doğa kültü) tapınağı altarı üstünde kurulmuş.Eskiyle el ele sade bir tapınım yeri olan katedralin giriş üstü terasındaki eski devasa org durmadan yankıyor. Gökgürleyişli tını sağnağı altında burayı gezdik. Mum yakanlar oldu.
Söylencelere açılan bulguların sergilendiği müzeye, iri tümülüsü geride bırakıp geçtik. Arkeolojik veriler Oden, Tor, Freg, Freja kuzey toplumların tapınım altarlarında var. Wagner’in müzik dünyasını (Keltlerle birlikte) saran ve sarsan onlar. Son yıllarda uçarak film endüstrisine, sinemaya giren Tor’un çekici takı olarak buradaki kazılarda da bulunmuş.
Hıristiyanlığın geliş tarihini de veren İzlandlı Snorre Sturlasson şiirleri (Edda - 1200) ‘Asa kültü ve Hednisk inancası’ ve tanrılar pentaonu German mitolojisini de oluşturuyor.
90 dakikayı geçirmedik, biraz ötedeki durağa gittik. 50 İsveç kronu (18 TL) ile gidiş- dönüş biletimiz cebimizde. Üniversite kenti, yeni Uppsala anlatısını başka güne bırakacağız.

BARBARLIK, UYGARLIK

Trene atlamadan önce o romantik süreyi yaşamak için eski istasyon binasına girdik. Yaklaşık bin kişilik salonlar için sıraya girenler, boşalacak masa bekliyordu. Ayak üstü de çay, kahve, bira, şarap içilen ilk salon Roma. Yemek ve içkili orta salon Paris. Büyük bir ihtişamla grup davetlilerine açılan son salon Londra. Biz, ayak üstü birer tatlı ile çay.. kahve aldık. Roma salonun girişinde ayaktayız. Her üç salondaki muhteşem ve olgun ve sakin insan manzaralarını seyrettik.
Demek ki, tarihin tekerleğini insan kanıyla çeviren kağnılar... Ve insanoğlu isterse gerisin geri değil de, kurbanlık tümülüsleri de aşıp... Bu düzeyde bir uygarlığa gelebilirmiş...

165 yıl önce keşfedildi

Avcı ve balıkçı klanların, İsa’dan 4 bin yıl önce buralarda yaşadıkları sanılıyor.
Bugünkü duruma göre deniz seviyesi, 5 bin yıl önce 33 metre daha yüksekmiş. Yüzyıllara göre sürekli azalıyor su. Viking döneminde (800 – 1050) bugüne göre sular 7 metre daha yüksekmiş. Anlaşıldığı gibi tümülüslerin çevresinde denizimsi su ve göletler varmış. Hıristiyanlıkla gelen ahşap ilk kilise 1100’lere dayanıyor. Bir yangın sonrası yenilenmiş. Hıristiyanlık binli yıllarda bölgeye geldiğine göre, öncesi Asa Din inancası ile yaşayan toplumların toplumsal bellekleri, arkeolojik belgelelerle burada kalmış. Bugün, bu inancı, modern bir anlayışla doğa tapınım kültüne, çevreciliğe dönüştürerek yaşayan gruplar var burada. Kilise altındaki arkeolojik kazı çalışmalarını, 1920’lerde Prof. Sune Lindquist yapmış. Doğu (1848) ve Batı tümülüsleri (1874) Emil Hildebrand tarafından açılıp arşivlenmiş. Bu kişilerin sırladığı ve sınırlandırdığı tarih bilgileriyle yetiniyoruz. Halikarnas Balıkçısı, arkaik Anadolu’da, Hititler’de insan kurban etme geleneğinin olmadığını söyledi, yazdı. Oğuz boylarına bağlı İslamiyet öncesi Türkler için her hangi bir şekilde insan kurbanı yapıldığı söylenmedi ve verilerle kanıtlanamadı bugüne dek.
Hiç bir toplum, geçmişinde insan kurbanı tapınımı olduğunu söylemek istemez. Kral Domalde’nin kurban ediliş törenini resimleyen Carl Larsson’un büyük tablosu bir Japon koleksiyonerin arşivindeydi. Yıllar süren tartışmalardan sonra, milyon dolarlar ödenip geri alındı. Stockholm’da Ulusal Müze’nin en görkemli yerine konduruldu. Demek ki söylenecek çok şey var...

False