Zirvedeki değişim

Tarihi kararı izlemek için tekrar buradayım. Brüksel’de. Ve kimle karşılaştım?

İki yıla yakın bir süre boyunca birlikte olduğum, toplantılara beraber gittiğim, uçak inişlerinde elini tuttuğum, geceleri aynı otel odasında sevişip, öbür odanın faturalarını gazetelerimize yutturduğumuz X ile. Şimdi kendi gazetesinde dış haberler müdürü olmuş. En az yirmi yıldan beri görüşmemiştik.

BRÜKSEL

DEĞİŞMİŞLER !
Değişmiş ! Değişmişim!

Tabii bunu ‘ihtiyarlamışlar’, ‘ihtiyarlamış’, ‘ihtiyarlamışım’ diye de yazabilirim.

Ama, ebedi gençlik iksirinden tadabilmek uğruna ruhunu şeytana satmış bir Doktor Faust gibi, lûgatimden tamamen silmeye çalıştığım o melûn fiili kullanmayı reddediyorum.

Değişmişler, değişmiş, değişmişim yeter de artar bile ve nokta !

*

ÇÜNKÜ, çok uzun süreden beri kasten uzak durduğum bir şeyi yaptım.

Dünden beri büyük bayramını kutladığımız ve Türkiye’nin toplumsal ütopyasında dev bir adım oluşturan ‘tarihi kararı’ izlemek için, Belçika başkentindeki Zirve’ye gittim.

Ben ki, o Avrupa Parlemantosu senin, şu Brüksel Komisyonu benim; falanca uçak Dublin’e kalkar, filanca konferans Sevilla’ya bakar, yıllar ve yıllar boyu ekmek parasını ‘diplomatik gazetecilik’ten kazanmış birisiyim, epey epey vakit önce defteri kapatmıştım.

En önemlileri dahil, hemen hiçbir toplantıya fiilen katılmıyordum.

Şimdi yeri değil, ‘mesafeli soğukluk’ ve ‘hercümercin ötesi’ gibi tamamen öznel bir mesleki yorumlamadan kaynaklanan yukarıdaki durumun açıklamasına girmeyeceğim.

Fakat işte bu defa, ülkemin kaderini, ulusumun tercihini ve uygarlığın gidişatını yönlendirebilecek bir karar söz konusudur ki, orada hazır bulunmamak artık mümkün olamaz.

Dolayısıyla da, muhtardan ‘iyi hal kağıdı’ dışında bütün bir güvenlik sicilinin zaptiyeye bildirildiği akreditasyon bürosunda kuyruk yaptım; boynuma asılan ve kocamış şebek maymununu andıran kimlik kartını tasma niyetine taktım; anan yahşi, baban yahşi, uluslararası basın odasının cigara içilebilen mevkiinde dizüstü bilgisayarını yerleştirebilecek bir satıh kaptım ve ‘tarihi zirve’ye naçizane bir ‘tarih atmak’ (!) için o bilgisayarın başına oturdum.

Zaten okuduğunuz satırları da orada yazıyorum.

*

HAYIR, bütün bir Türkiye medyasının burada bulunduğunu ve uğultunun içinde şu an dahi sağıma soluma birazcık döndüğüm an, ezici çoğunluğuyla enseye tokat olduğum meslektaşlarımla gözleştiğimi, işaretleştiğimi, laflaştığımı yazacak değilim.

Başka meslektaşımın ‘değişimine’ değineceğim.

Yani, çeyrek yüzyılı da aşan bir süre önce ‘diplomatik muhabirliğe’ başladığımdan beri tanıdığım ve yetmiş yedi milletle harmanlanan gazetecilerden birinini kastediyorum.

Ama zaten, gazetecilere gelmeden önce bile o ‘değişim’ gözümü çıkarttı.

Binaya girerken öte beriyi elektronik kontrol makinesinden geçiren ve en az bir yirmi senedir bildiğim İtalyan görevliyle göz göze geldik ki, ikimiz de aniden durakladık.

Ve ikimiz de aynı anda, birbirimize ‘Beni hatırladın mı’ dedik.

Fakat ikimiz de, ‘Amma da değişmişsin’ demedik.

‘Amma da ihtiyarlamışsın’ ise asla ve asla demedik.

*

SONRA, içeri girip o cigara içilebilir basın odasında yer bulabilmek için hızla oraya doğru seğirtiyorum, inanılmayacak tesadüf, ‘X’le burun buruna geldim.

Düşünebiliyor musunuz ‘X’?

‘X’ sevgilimdi de! Bir ara, bayağı bayağı sevgilim olmuştu.

O zamanlar, henüz çiçeği burnunda bir ‘diplomatik muhabir’ sıfatıyla her öğlen Brüksel Komisyonu’nun basın brifinglerini izliyordum.

Her öğlen de, Bonn’dan Brüksel’e tayin olmuş olduğunu sonradan öğreneceğim bir İngiliz kıza rastlıyordum. Hiç sevmediğim tábirle, ‘kesişiyorduk’(!)

Ve Türkiye - AB Katma Protokolü konusunda dişe diş pazarlığın geceyarısına kadar devam ettiği bir bakanları toplantısıydı ki, o vakitler bilgisayar, modem, faks falan ne gezer, takır tukur teleksin başına geçip haber yetiştirirken, bitişikteki telekse de ‘X’ oturdu.

Herhalde, oturumun stresini atmak için biraz önce barda ayaküstü diktiğim viskinin de cesaretiyle olacak, dönüp, ‘klavyenin tuşları, ellerinizin biçimliliğiyle uyuşmayacak kadar kaba’ türünden bir ‘girizgáh’ yapmıştım.

Öyle, ardından ‘X’ sevgilim oldu.

*

DEDİĞİM gibi, epey bir müddet, muhtemelen iki yıla yakın bir süre boyunca birlikte olduk.

Sağdaki soldaki toplantıya beraber gittik ve uçak inişlerinde ellerimizi tuttuk.

Geceleri aynı otel odasında sevişip, öbür odanın faturalarını gazetelerimize yutturduk.

Birbirimizden haber atlatmaya kalkışıp kavgalar da ettik.

Tayini tekrar Londra’ya çıkınca da, önce ancak hafta sonları ya orada, ya burada, ya şurada; daha sonra ise giderek artan aralıklarla buluşur olduk.

Sonra ‘X’le ayrıldık ve demek ki, en az yirmi yıldan beri görüşmedik.

*

İŞTE, o giriş kapısında burun buruna geldiğimizde ‘X’ önce ‘Tanıdın mı’ dedi.

Tanımaz olur muyum? Unutur muyum?

Ama öylesine ‘değişmiş’ ki!

İpince endamlı kız kalıncana bir kadın olmuş; o çok sevdiğim çilleri, derinleşen yüz çizgileri etrafında kaybolmuş; lüle lüle esmer saçlarını hiç beğenmediğim bir renge boyatarak düzleştirmiş; küçümen burnunun üstüne de yakın gözlükler yerleştirmiş.

Evet evet, ‘X’ ‘değişmiş’, yani ‘ih-ti-yar-la-mış’!

Fakat tabii ki bunu söylemedim. ‘Yine fıstık gibisin’ türünden bir láf yumurtladım.

Yalanıma gülümsedi ve sadece ellerini göstererek, ‘şimdi kullandığım bilgisayar klavyesi de parmaklarımın yanında kaba mı? Bir tek onlar değişmedi’ demekle yetindi.

Bir de ‘Sen hála idare ediyorsun’ diye ekledi..

Evlenmiş, iki tane çocuğu olmuş, ayrılmış, bir ara Pekin’de çalışmış, şimdi Londra’daki ünlü gazetesinde dış haberler müdürlüğüne gelmiş.

Yeter ! Yeter ‘X’, yeter !

*

KAÇTIM. ‘Önce basın odasında bir ayarlayayım, sonra görüşürüz’ dedim ve ‘X’ten kaçtım.

Bu yazıyı yazdıktan sonra dolanmaya başlandığımda, acaba görüşecek miyiz?

Görüştük, konuşacak mıyız? Konuştuk diyelim, artık ne diyeceğiz ki?

Belki bar tezgáhında kahve yudumlarken, ikimizin de çeyrek yüzyıldır tanıdığı diğer bazı gazetecileri gösterek, ‘Amma da göbek almış’ veya ‘Şimdi genel yayın yönetmeni oldu’ türünden birkaç şey söyleyeceğiz ama, aslında hiçbir şey söylemeyeceğiz.

Yani, lûgatimizden silmeye çalıştığımız o melûn ‘ihtiyarlamışlar’, ‘ihtiyarlamış’, ‘ihtiyarlamışım’ fiillerini sırf kendimize itiráf ederek, bilgisayarlarımızın başına döneceğiz.

Böylesi daha iyi!
Yazarın Tüm Yazıları