Zengin muhitte bir evsiz

EN zenginler ile yoksulların en alt tabakası olan "evsizler", barış içinde bir arada yaşayabilirler mi?

Biraz absürd bir soru; ama bunun ilginç bir örneğini gözlerimle gördüm.

Hem de güneşin battığı yerde.

Sunset Bulvarı’nın sonunda, okyanusun başladığı yerde.

* * *

Sunset Bulvarı, Los Angeles’ta başlıyor ve şehri boydan boya katettikten sonra Santa Monica’da okyanusun başladığı yerde bitiyor.

Pazartesi günü bu yolu baştan sona katederek Santa Monica’ya gittim.

Pasifik Okyanusu bir yandan Meksika sınırına, öte yandan San Francisco’ya kadar uzanıyor.

Amerikalıların savaşta ölmüş yakınlarını andıkları "Memorial Day" olduğu için her yer kapalı.

Los Angeles’ın büyük bölümü okyanus kıyısına gitmiş.

Yollarda kilometrelerce araba kuyruğu var.

* * *

Santa Monica zengin bir bölge.

Tek tek evler yanında çok sayıda kondominyum denilen, daha çok emekli insanların yaşadığı apartmanlar var.

Ahalisi varlıklı, hatta epey varlıklı insanlardan oluşuyor.

Plaj ile yerleşim alanı arasında geniş bir yeşil alan bırakılmış.

Yoldan geçen veya park edilmiş arabaların yüzde 80’i yeni.

Yolda yürüyen insanların varlıklı oldukları da her hallerinden belli.

İşte bu bölgede bir şey dikkatimi çekiyor.

Yeşil çimlerin üzerinde saçı sakalına karışmış, pejmürde erkek ve kadınlar yatıyor.

Bunlar, Amerikalıların "homeless", yani evsiz dediği insanlar.

Hepsinin yanında küçük birer süpermarket arabası var.

Bütün varlıkları bu arabanın içinde.

* * *

İnsan, zengin ve sakin insanın yaşadığı bir yerde bu kadar çok evsiz insanın bulunmasına şaşırıyor.

Bunu sorunca rehberimiz ilginç bir hikáye anlatmaya başlıyor.

Burası Amerika’nın en liberal insanlarının yaşadığı bölgeymiş.

Demokrat oylar çok ağırlıktaymış.

O nedenle burada yaşayanlar, evsiz insanlara çok büyük bir hoşgörüyle bakıyormuş.

Böyle olunca da Santa Monica, bir homeless cennetine dönüşmüş.

Chicago gibi soğuk şehirlerde varlıklı insanlar, tek yön uçak bileti alıp evsizleri Santa Monica’ya gönderiyormuş.

Böylece bu insanların kışın soğuktan ölmesi de önleniyormuş.

Santa Monica’da Akdeniz’e benzeyen bir iklim var.

Evsizler, kışın bile sokakta yatabiliyor.

Ayrıca yerel yönetim, günde üç öğün yemek veriyormuş.

Anlayacağınız, dünyanın en ilginç "barış içinde birlikte yaşama kültürü" burada oluşmuş.

Bu kültürün tek maddelik bir anayasası var.

Zengin fakiri kovalamıyor, fakir de zengini rahatsız etmiyor.

Bana ilginç bir ütopya gibi göründü.

* * *

Ölüleri anma günü nedeniyle aklıma bir şey geliyor.

"Six Feet Under" dizisini seyrettiğim günden beri şunu merak ediyorum:

Acaba ABD’de, öldükten sonra krematoryumda yakılan insanların oranı nedir?

Bize rehberlik yapan Arthur, çok nazik bir insan.

Başka bir işten emekli oluktan sonra rehberlik yapıyormuş.

Küçük bir Türk kız çocuğunu evlatlık edinmiş.

Onu çok seviyor.

"Elimde bu konuda bir istatistik yok" diyor ve devam ediyor:

"Mezarlığa her gittiğimde krematoryumda yakılan insanların plaketlerinin asıldığı bölüme bakarım. Eğer o plaketler ile mezar taşları bir ölçüyse, şunu söyleyebilirim: O mezarlıkta yakılan insanların oranı yüzde 10 civarında."

Ama son zamanlarda yeni bir moda çıkmış.

İnsanlar öldükten sonra cesetlerinin yakılıp küllerinin okyanusa serpilmesini istiyorlarmış.

Bu alanda uzmanlaşmış bir cenaze şirketi bile varmış.

Son zamanlarda televizyona reklam vermeye bile başlamışlar.

* * *

Bunları konuşurken güneş batmaya başladı.

Büyük dalgaların üzerine kızıl bir renk oturdu.

Okyanus bana hep daha geniş hayaller kurdurur, daha derin sorular sordurur.

Pazartesi akşamı güneş Sunset Bulvarı’nın tam ucundan bakarken ben de kendi kendime o soruyu sordum:

Bir gün hayatım bitince neyi tercih ederdim.

Kara toprağın altına girmeyi mi?..

Yoksa, tüy kadar hafif küllere dönüşüp, hayallerimdeki káşiflerin ülkesi okyanusun üzerinde sonsuza kadar uçmayı mı?..
Yazarın Tüm Yazıları