Zafer Ortadoğu'dan geçer

ORTADOĞU, Ortadoğu, Ortadoğu !.. 11 Eylül kahpeliği ertesinde kaleme aldığım yazıların bir bölümünde dönüp dolaşıp hep bu temaya geldim. Ve, sorunun çözümlenmesinin uygarlıkla barbarlık arasındaki savaş açısından belirleyecilik taşıyacağını vurguladım.

Çünkü, velev ki Usame bin Ladin rezili aslında Filistin tragedyasını Arap - İslam kitlelerini ‘ajite etmek’ için kullanıyor olsun, konunun özü değişmez.

Değişmez, zira, doğru veya yanlış, yukarıdaki kitleler yarım yüzyılı aşkın bir süredir içinde bulundukları mağduriyeti İsrail'in varlığıyla açıklıyorlar.

Böyle bir açıklamanın perçinleşmesi de, önce, en kutup ucu ‘El Kaide’ye varan ve ‘desparados’ şiddeti kutsallaştıran bir radikalleşmeyi üretiyor.

Sonra da, başta ABD, Batı'nın Siyonist ülkeye kol kanat gerdiği fikri aynı radikalleşmeyi bu kez ona yönlendiriyor. Anti - Hıristiyan söylem tırmanıyor.

Daima ve daima, can alıcı nokta İsrail - Filistin sorununda odaklanıyor.

* * *

İLKİN şunu belirteyim: İsrail'in varlığı nesnel bir vakıadır ve Tel Aviv başkentli devletin güvenli sınırlar içinde yaşamak hakkı tartışılamaz !

Fakat, derhal şunu da ekleyeyim: Mukaddes toprakların öz be öz yerlisi Filistin halkının bağımsız devlete kavuşması da en az, ama en az İsrail'inki kadar bir haktır ! Bu, belki Davudi yıldızlı ülke kadar bile tartışılamaz...

Ve, yüreğinde bir nebze adalet duygusu olan herkes kabullenmek zorundadır ki, Araplar sayısız fırsat kaçırmış olsa dahi, bugün çözümü engelleyen; hatta Şaron'un başbakanlığından beri aslında çözüm dahi istemeyen taraf İsrail'dir !

Dolayısıyla, Siyonist devleti uzlaşmaya zorlamak; her halükarda da, onun varlığını değil hegemonyacılığını reddetmek, siyasi ve ahlaki yükümlülüktür.

* * *

ARABİ kitleler, hatta bizdeki o ilkel ve iğrenç ‘antisemit’ler anlamıyor ama, ABD değil fakat Avrupa, hem siyaseten, hem de ahlaken işte tam burada!

Yaşlı Kıta Yeni Dünya'dan farklı olarak İsrail'e ‘dur ve düşün’ diyor.

Filistin halkının meşru hakkını savunuyor ve Tel Aviv'i mantığa çağırıyor.

Ancak, Davudi yıldızlı ülke o Avrupa'yı hiç ‘takmıyor’. Sallamıyor.

Nitekim, önceki gün bunun neredeyse skandala varan bir örneği yaşandı.

Zira, AB Dönem Başkanı ve Belçika Başbakanı Verhofstand; Brüksel Komisyonu Yöneticisi Prodi ve Topluluk Dış Siyaset Sorumlusu Solana, İsrail'i Arafat'la tekrar müzakere masasına oturmaya razı edebilmek için Kudüs'e gittiklerinde, bırakın buz gibi karşılanmayı, neredeyse apar topar kapı dışarı ediliyorlardı.

Lübnan katliamlarından yargılamak için Belçika mahkemesi kendisine celp gönderdi ya, dolayısıyla ‘Beyrut Kasabı’nın zaten bu ülkeye garezi var...

Daha selam sabah derken, ‘üç bin yıllık ve asla bölünemez başkentimiz Kudüs’e hoşgeldiniz' cümlesiyle provokatörlüğe başladı. Sonra da, ‘Filistin avukatısınız, bize yaramazsınız’ diyerek Brüksel delegasyonunu sepetleyiverdi.

Kudüs Belediye Başkanı Olmert'in Belçikalı bakanları ‘hergeleler’ diye tanımlaması ve AB gazetecilerine kasten binbir zorluk çıkartılması da cabası..

Eh, diplomatik baskı yapabilmek açısından eti ne, budu ne, Topluluk heyeti tabii ki hiçbir sonuç elde edemeden ve kös kös geri döndü.

Fütursuz Ariel Şaron çözüme yanaşmayan tutumundan milim taviz vermedi.

* * *

VERMEK zorunda... Daha doğrusu, metazori vermeye mecbur edilmek zorunda...

Zaten biliyorduk ve tekrar gördük, AB İsrail'e diş geçiremiyor. Geçiremez.

Bunu becerebilecek tek bir ülke var ki, o da Amerika Birleşik Devletleri!

Ve, bu ABD, 11 Eylül kahpeliğinin bilinçaltında Ortadoğu sorununun hayati bir rol oynadığını görerek, halen sürmekte olan uygarlık - barbarlık savaşını kazanabilmek için Tel Aviv'i mutlaka hizaya getirmek gerektiğini anlamalı...

Zaten, Filistin'in acısına kör bakan bir uygarlık da uygarlık olamaz !
Yazarın Tüm Yazıları