Zabıta birden "Verboten!" diyerek sahneye girdi

Çarşamba sabahı. Bir yağmur, bir güneş.

Bangkok’u görmedim fakat hava böyle olmalı.

Güne karşı tropikal hisler beslemekteyim.

Bir sıcak baskını, bir yağmur.

Nedense "Aaaaa! Tam yürüyüş" havası gibi geldi.

*

Cağaloğlu’ndaki Devlet Kitapları’ndan başladım tura. Okullar yeni açıldığı için 2-3 ay sadece okul kitabı satıyorlarmış.

"Acil işim yok nasılsa" diyerek çıktım.

Tarihi Subaşı Lokantası’nda 70 yaşında Amerikalı Mary ile masayı paylaştık.

"Tek başına nereden buldun burayı Mary?" dedim.

"Bütün arkadaşlarım mağazalara gitti. Ben alışveriş sevmem, yemek severim. Sordum burayı gösterdiler" dedi.

"Sorduğun insan iyi bir insanmış, afiyet olsun Mary. Tatlı da ye!" dedim.

*

Kahveyi Kapalıçarşı’da içerken bir ara paniğe kapıldım.

Mary’yle hoşbeşi saymazsak "kopya gün sendromu" yaşadığımı fark ettim.

Bill Murray’nin oynadığı "Groundhog Day" diye bir film vardır; şahane!

Aynı güne uyanıp durur eleman.

O hisse kapıldım. Şark Kahvesi’nde oturuyorum. Kitap, kahve, su.

Fazla zorlamadım kendimi tabii.

Önümde bütün sürprizleriyle Mercan var, Tahtakale var...

*

Canım Eminönü, yanıltmadı yine beni.

Futbol takımlarının orijinal forma logolarını satan bir yer buldum. Jamaika’dan PSV’ye, Bayern Münih’ten Tottenham’a...

Akıllı davranıp fotoğraf makinesini de çantaya atmışım.

Üstümde Ramones tişörtü, fotoğraf makinesi filan... Biraz bitli turist havası taşımaktayım.

Mahmutpaşa’da bir "çocuk elbise mankeni" gördüm, daha beter irkildim.

Manken çocuk, "Katil Bebek Chucky"nin tıpkısının aynısı.

"Mankeni satıyor musun usta?" diye soracaktım Hacı Amca’ya fakat kendimi frenledim ve fotoğrafını çekmekle yetindim.

Mısır Çarşısı’ndan çıktığımda hedefim Köprüaltı’ydı.

Haliç’e doğru oturup aldığım ıvır zıvırı inceleyeceğim, güneşi batırıp, eski Köprü’nün ve eski arkadaşların hatırasına birşeyler içeceğim...

Ama hayat bu, hep çalışmadığın yerden geliyor.

Yeni Cami’nin önünde, alt geçidin yanında gayet turist görünümlü bir arkadaş mikrofonu, minik amfiyi, gitarı kurmuş, ufak bir konsere hazırlanmakta.

Yeni Cami’nin gölgesine sığınıp biraz soluklanmaya ve biraz müzik dinlemeye karar verdim, ufaktan toplanan meraklı kalabalığın arkasında bir yere oturdum.

Fotoğraf çekerken ilk şarkı başladı: "You’ve Got A Friend..."

Gayet iyi çalıp söylüyor.

Eminönü Meydanı kalabalık.

İftarlık almış kadın. Ucuz okul malzemesi peşinde helak olmuş çekirdek Türk ailesi. Döviz bozdurmak için büfe soran yaşlı adam vesaire.

İkinci şarkı Eric Clapton’dan...

Üçüncüsü The Beatles’tan "Blackbird."

Millet cep telefonuyla kayıta filan başlıyor.

Herkes için enteresan bir durum.

Derken...

*

Derken "Verboten!" diye bir zabıta giriyor sahneye. "Verboten!", Almanca "Yasak" demek oluyor bildiğim kadarıyla.

Minik konsere Kenan Evrensel bir açılım sağlayan zabıta memuru gitarı tutuyor, başka zabıtalar geliyor filan.

İçimdeki Cüneyt Arkın’ı salıyorum dışarı.

"Ne istiyorsunuz adamdan?"

"Yasak beyefendi!"

"Gelin ben sizi şu sokağın köşesine kadar götüreyim de yasak görün. Yasakistan’da bulunuyoruz zaten zabıta bey. Eminönü memlekette metrekare başına en çok yasak tezgah bulunan ilçe. Bu adamı mı buldun. Kime ne zararı var?"

Halktan birkaç kişi beni destekliyor.

"Verboten!" diyen elemanın otorite rondu etkisini kaybediyor.

Fakat ortamı bozdu bir kere.

*

Eleman çantayı toplarken omzuna tıp-tıp’layıp "Takma kafana, gel sana bi bira ısmarlayayım Köprü’de" diyorum.

"Sağol" diyor.

Amfiyi ben alıyorum, kalanı Nigel. Adı Nigel.

Oturup laflamaya başlıyoruz. Kız arkadaşıyla Londra’dan yola çıkmış. Uçak kullanmadan Avustralya’ya ulaşıp oraya yerleşecekler.

Nigel Londra’da tam başarmak üzereyken direkten dönmüş bir müzisyen.

Yolda çalıp söyleyerek parayı toplayıp yola devam ediyorlar.

Neo-hippi veya metro-hippi diyebilir isteyen.

Kız arkadaşı da Fransız ve oyuncu.

"Taksim’de polis biraz sert davrandı. Nerede çalsam başıma bir iş gelmez?" diye sordu Nigel.

"Sanırım öyle bir yer yok, Taksim’i tırmalamaya devam et, başına bir iş gelirse de ara" demekle yetindim.

Nigel’la müzik ağırlıklı sağlam bir muhabbet çevirip "Görüşürüz usta" diyerek vedalaştık. "Verboten!" diyen zabıtayı bile hoşgörmüştük ayrılırken.
Yazarın Tüm Yazıları