Yüzde 47'den 'siyasi kriz'e; kim sorumlu

Bugün, 22 Temmuz. Geçen yıl bugün, Türkiye'nin demokrasi mücadelesinde büyük bir gündü.

Önemli bir gündü. Zira, 22 Temmuz'a, 27 Nisan'dan, "e-muhtıra" dan geçerek gelinmişti. Çünkü, 22 Temmuz'a Anayasa Mahkemesi'nin kendi güvenilirliğini sarsan o mahut "367"  kararı üzerine gelinmişti.

Türkiye'nin demokrasi mücadelesi yoluna döşenen "mayınlar" dan ötürü, normal seçim tarihi 3 Kasım (2007)öne alınmış, 22 Temmuz olarak mecburileşmişti.

22 Temmuz'da Türkiye halkı "inisiyatifi" ele almış ve verdiği sonuçlar itibarıyla 14 Ekim 1950 seçimleriyle karşılaştırılan bir manzara ortaya çıkmıştı.

TBMM, Türkiye nüfusunun eğilimlerini, uygun oranlarda yansıtan ve ender rastlanan ölçüde "temsili" kimliğe kavuşmuştu 22 Temmuz'da.
En önemlisi, Ak Parti, yüzde 47'lik bir oy oranıyla, bir önceki seçimlere kıyasla oylarını yüzde 50'ye yakın bir oranda artırarak, bir "geniş toplumsal ve demokratik ittifak platformu" olarak "yetki" yenilemişti.

22 Temmuz'un, demokrasi tarihimizin "zafer günleri"nden biri olarak tarihe geçtiği, geçen yıl o günün gecesinde çok kişinin zihinlerindeydi.
Tam bir yıl sonra, geçen yıl 22 Temmuz'da yüzde 47 oy almış, bu hafta sonu seçim olsa yine yakın bir oy oranı tutturacağına kuşku bulunmayan iktidar partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılıp kapatılmayacağını tartışır durumdayız. 22 Temmuz'da TBMM'ye giren ve temsil edilen iki parti hakkında, "kapatma davası" açıldı. Bu iki partinin, Güneydoğu gibi ülkenin en sancılı bölgesindeki oy oranı, yüzde 90'ın üzerinde.

22 Temmuz'un yıldönümünde "Türkiye'deki kriz" dünya gündeminin önemli maddelerinden biri ve "bu krizin sorumlusu kim?" tartışmasının göbeğindeyiz.

Sahi, ne oldu? Nasıl oldu?
 
***
Hatırı sayılır ölçüde yandaş toplayan bir değerlendirmeye göre, Ak Parti, maalesef seçim sonrası ortamı fena halde kötü yönetti.

Ne yaptı?

"Cemaatçilik" ten çıkamadı. Yüzde 47'yi "geniş toplumsal ve demokratik platform" olarak değil, seçmenin yaklaşık yarısının, kendi "çekirdek kadrosu"na desteği olarak değerlendirdi. "Kadro politikası"nı bu yanlış zan üzerinde şekillendirdi.

En önemlisi, 22 Temmuz öncesinde ve hemen sonrasında, en heyecan verici vaadi olan "yeni ve sivil ve demokratik anayasa" faaliyetini hızla rafa kaldırdı.

"Yeni ve sivil ve demokratik anayasa" faaliyetini rafa kaldırırken, üniversitelerde türban yasağını öne alarak, MHP ile el ele anayasa değişikliğine gitmeye kalktı. Böylece, hem "eğilimleri" konusundaki şüpheleri besledi, hem de siyasi hata yaptı,

Ve, bütün bunların sonucunda maalesef- 14 Mart'ta hakkında "kapatma davası" açıldı.

Bu, kuşkusuz, doğru yönleri olan bir değerlendirme. Ama, eksik ve daha da önemlisi her türlü çarpıtmaya ardına kadar açık.

Bu değerlendirmenin herhangi bir unsuruna yüklenerek, sabahtan akşama kadar Ak Parti'ye yüklenmek ve içinde bulunduğumuz "kriz"in baş sorumlusu olarak onu lime lime etmek mümkün. Bunu yapan ve Temmuz 2008'de sanki "esas soru" o imiş gibi, mütemadiyen Ak Parti'nin demokratlığını, ne kadar demokrat olduğunu, kendine demokrat olduğunu sorgulayanlardan geçilmiyor.

İşi o raddeye vardırdılar ki, "hırsızın hiç mi kabahati yok?" meselini hatırlatıyorlar.

Ak Parti'yi, evin kapısını kilitlemediği, perdeleri örtmediği, giysilerini gelişi güzel ve pasaklı biçimde evin ortasında bıraktığı, cüzdanını kasaya koymadığı, kasanın kapısını açık bıraktığı vs. vs. için eleştirebilirsiniz.

Eleştirdik de. Şimdilerde "aynı evin çeşitli pencerelerinde" Ak Parti eleştirisi üzerinden de birbirleriyle cilveleşen "ilkeli kumrular"dan biri, her vakit yaptığı gibi Türkiye'de hava bulutlandığında arazi olup, kendisini yurtdışına attığı sıralarda.

Böylelerinin birden zuhur edip, Ak Parti'nin demokratlığını sorgulamasına, hiçbir orijinal düşünce ortaya koymadan, demokrasi ahkamı keserek, kendilerinin yeni söyler olduklarını çok önceleri dile getirenlere sataşmalarına bayılıyorum.

Ak Parti eleştirisi bir "siyasi eylem"dir. Zamanlamayı tutturamaz, ölçüyü kaçırırsanız, hedefi şaşırtırsanız, dönüp size sorarlar: "hırsızın hiç mi kabahati yok?"

Hırsızı bir yana bırakıp, hababam Ak Parti'nin hatalarından Temmuz 2008 itibarıyla dem vuranların, Ak Parti'nin "demokrasi açıklığı"nı eleştirenlerin inandırıcılığı olabilir mi?

Arkasına bütün bir "askeri darbeler ve müdahaleler tarihi"ni almış, 27 Nisan e-muhtırası ve "367"ye yaslanmış bir "yargı darbesi" süreciyle yüz yüze olacağız; ortada yakın tarihimizin yaygın anti-demokratik suç şebekesi Ergenekon diye bir büyük adli olay olacak ve Ak Parti'nin demokrasi eksikliğini tartışacağız ve bunu tartışmamız istenecek öyle mi? "Hırsız" dan söz etmeden?

Üstelik, bu "hırsız" Ergenekon soruşturmasının gözler önüne serdiği gibi "silahlı" bir "hırsız" ; yani "evi soyarken, silah kullanıp adam öldürmekten sakınmayacak"  türden bir "katil-hırsız."

22 Temmuz'un birinci yıldönümünde, "kriz"in sorumluluğu, ne kadar zayıf temelleri dayansa, tavanı aksa, hayli elden geçirmeye ihtiyacı bulunsa da, "demokrasi evi"ne "soygun maksadıyla" ve kimisinin "elinde silah" girmeye kalkan "hırsızlar"a ait.

İşin "Ergenekon" faslı, tam burada gündeme geliyor.
 
***
Ergenekon'un ortaya çıkartılması eşittir Türkiye'nin demokrasiye kavuşması diye, elbette, bir denklem yok.

Ancak, böyle bir denklem ve bunu savunanlar varmış gibi, Ergenekon konusundaki duyarlılığı hafife ve alaya alanların da "demokrasi mücadelesi" ile hiçbir ilişkileri yok ve olamaz.

Ergenekon eşittir Türkiye'nin demokrasiye kavuşması diye bir denklem, elbette, söz konusu değil ama artık Ergenekon'la varılan noktada ilerlenmeden, Türkiye'nin demokrasiye doğru yol alabilmesi de mümkün değil.

22 Temmuz'un birinci yıldönümünde, Ak Parti hükümeti, tüm hataları ve eksiklikleri bir yana, Ergenekon'u hasıraltı etmeyerek, çok yararlı ve olumlu bir iş yapmıştır...
Yazarın Tüm Yazıları