Yoksa başımıza hayatta en korktuğumuz şeyler mi geliyor?

Adı Mihri Nur.

Yani nur yüzlü.

Haberin Devamı

Tam 94 yaşındaydı.
Benim için kod adı “anneanne”ydi.
Arkadaşım Gonca’nın anneannesi.
*
Gonca, ormanın içindeki bu eve gelmemize sebep olan arkadaşım.
Onun evine vurulduğum için buraya taşınmak istedim.
İşte o zaman tanıdım “anneanne”yi.
Adanalı, eski toprak, ayağı yere sağlam basan, güçlü bir kadın.
Hiçbir şeyciği yoktu.
Sapasağlamdı.
Bıcır bıcır konuşuyordu.
6 ay Adana, 6 ay İstanbul, öyle yaşıyordu.
O eski insanlar gibi.
Havalar dayanılmaz hale gelince İstanbul’a göç ediyordu, sonra tekrar Adana özlemi oturuyordu içine, düşüyordu yollara...
*
Adana’da Ziya Paşa Bulvarı’ndaki Sun Apartmanı’ndaydı evi.
Adanalılar için orası çok önemli bir yerdir.
Alt katındaki Sun Pastanesi, Adana gençlerinin sevgilileriyle buluştukları yerdir.
Yani bir zamanlar öyleydi.
Aşk miladıdır.
*
“Anneanne”nin üç çocuğu oluyor.
Daha henüz 29 yaşında, eşi vefat ediyor.
Tam 65 yıl bir başına yaşıyor.
Kimselere muhtaç olmadan, çocuklarını kimselere muhtaç etmeden.
İki çocuğunun ölümüne tanık oluyor.
Biri çocukken, diğeri daha ileri yaşlarda kanserden.
İmkanı olduğu halde evine temizlikçi filan istemiyor, her işini kendi görüyor. Yakın mesafeleri yürüyor. Kendi kendine yeten bir kadın.
Ve hayatta en korktuğu şey, yatağa bağlı kalmak, birilerine muhtaç olmak.
Yoksa başımıza, hayatta en korktuğumuz şeyler mi geliyor?
*
Bir vesileyle Gonca’yla biz Adana’yken, “anneanne”nin hastaneye kaldırıldığı haberi geldi.
Apar topar fırladı Gonca.
Artık organlar tek tek kendini kapatmaya başlamış. Ama son ana kadar hafızası da, beyni de yerinde.
Duası hep, “Allah’ım son ana kadar bilincimi benden alma” imiş.
Bir ayı İstanbul’da hastanede geçti.
Bana en çok şu koydu:
O kadar birilerine yük olmamak için debelenen biriydi ki, hastanede yatarken kendine geldiği anlarda, çevresindeki herkese en mahcup haliyle teşekkür ediyormuş...
Zahmet verdiği için, ağırlık verdiği için özür diliyormuş.
Eski insanlar böyle, kimsenin onlar için bir şey yapmasını istemezler, çünkü kimseye borçlu kalmak istemezler.
Babam da öyleydi.
*
Arkadaşımın “anneanne”siyle ilişkisi, ona bu kadar sahip çıkması beni tahmin edemeyeceğiniz kadar çok etkiledi.
Çünkü hayatın haddinden fazla hızlı akışı içinde, bu tür davranışlar, şefkatler, merhametler azalıyor.
Hatta giderek yok oluyor.
En yakınlarımızın bile yanında olamıyoruz.
Hep işimiz gücümüz var.
Hep bir mazeretimiz var.
Hayat bizi ensemizden tutuyor, sürekli bir yerlere savuruyor, sevdiklerimizin cenazelerine bile yetişemediğimiz zamanlar oluyor.
Günlerce, gecelerce onun yanındaydı Gonca, SSK Samatya’da.
Bana, “Lütfen bir gece bir devlet hastanesinin yoğun bakımında kal ve izlenimlerini yaz” dedi, “İnanılmazlar! Nasıl bir özen, nasıl bir titizlik, etkilenmemek mümkün değil. Oysa biz devlet hastaneleri baştan savmadır diye ezberlemişiz...”
*
Tam da Gonca’ya, “Bir ilaç verseler de evladım, uyusam kalsam, bir daha hiç uyanmasam, baksana sizi çok yoruyorum” demesinin üzerine...
Tesadüf bu ya, biz bu defa da Konya’dayken, nefesi gitti, makineye bağlandı.
Ama kalp atmaya devam ediyordu.
Gonca, daha birkaç ay önce, canlı tarih diye onu filme çekmişti.
Bütün o yaptığı güzelim yemek tarifleriyle birlikte, yaşadığı sevinçleri de, sıkıntıları da, acıları da anlattırmıştı.
Ve sonra, geçtiğimiz hafta sonu, kalbi de durdu.
*
Hayat bu...
Bazıları, böyle zamanlarda ya acıyı kaldıramaz, ya çok işleri vardır ya da yok olurlar...
Biri vardır nasıl olsa yapacak.
Bizim Gonca yaptı.
Her şeyi halletti, bir başına, nur yüzlü “anneanne”sini kaptı, uçağa koydu, memleketine götürdü, Adana’ya.
Ruhunun orada huzur bulacağını biliyordu.
O Sun Apartmanı insanlarla doldu taştı.
İstanbul’da pek az insanın tanıdığı “anneanne”ye, Adana’da Sun Apartman’ında müthiş kalabalık bir cenaze töreni yapıldı.
Kapının önüne sandalyeler dizilerek.
Arkadaşları hep birlikte “anneanne”yi uğurladılar.
Bu hikaye beni hem çok hüzünlendiriyor.
Hem de içimi ısıtıyor.
Böyle torunlarımız olması dileğiyle.
Nur içinde yat “anneanne.”

Haberin Devamı

HAMİŞ: Bugün haber için Ankara’dayım. Daha uzun yazamadım, affola...

Yazarın Tüm Yazıları