Yeri gelince...

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da bir törene giderken kendisine refakat eden gazetecilere ‘Türbanın yasaklanmasıyla ilgili olarak Fransız okullarında başlatılan süreç, olayları fitilledi’ (7 Kasım 2005 Yeni Şafak) demeye hakkı varsa, Fransa’ya topu topu 8-10 kere gitmiş olmaktan başka iddiası olmayan biri sıfatıyla bizim de o konuda bir şeyler söylemeye hakkımız olmalı.

Aslında biz Sayın Başbakan gibi olaya ‘28-30 bin feet’ yüksekten bakmadık. Ne yazılmış ne çizilmiş, bilenler ne demiş iyice inceledik.

Ve karşımıza Fransa’dan çok, 24 Ekim 2005 tarihinde ABD’nin Detroit kentinde 92 yaşında vefat eden -şimdi Afrikalı Amerikan diyorlar, o zamanki sıfatıyla zenci- Rosa Parks çıktı.

Rosa Parks’ın hikáyesi, ölümü dolayısıyla çok yazıldı. Detroit’teki Grand Cathedral’de yapılan cenaze töreninde muhteşem bir konuşma yapan ABD’nin eski Başkanı Bill Clinton, o zaman 40 yaşlarında bir kadın olan Rosa Parks’ın 1955 yılında bir gün ‘otobüste oturduğu koltuğu beyaz Amerikalıya bırakmasını isteyen görevlilere karşı çıkmasıyla’ başlayan olayları özetledi. Bunu yapmanın o zaman müthiş bir cesaret istediğini söyledi. Parks’a daha sonra yapılan ayrımcılıklardan söz etti. ‘Onu girdiği sınavda çaktırdılar. Ama o gerçekte insanlık sınavıydı ve asıl çakan resmi makamlardı’ dedi.

Rosa Parks olayı bir anda büyüdü. Montgomery’deki 50 bin -o zamanki deyimle- zenci ayağa kalktı. Onu ABD’nin öteki yörelerinde yaşayan ve ‘buraya zenciler ve köpekler giremez’ türü tabelalardan, beyaz Amerikalının uşağı olmaktan ve diğer aşağılayıcı muamelelerden bıkmış insanların öfkesi her yerde patlayıverdi.

Aynen Fransa’daki gibi olaylar yaşandı...

Kolaycı bazı sütun yazarları hariç, Fransa’yı bildiğini bildiğimiz yazarlarla akademisyenler Fransa’yı iki haftaya yakın zamandır ateşe veren araba yakma, dükkán yağmalama, adam dövme, bazı kiliseler dahil işyerlerini yakma, önlerine gelen yere ateşli madde fırlatma gibi olayların temelinde ‘Fransa’nın Fransız kökenli olmayan kendi vatandaşlarına karşı yıllardır uyguladığı ayrımcı politikanın’ yattığında birleşiyorlar.

Bu politikadan en fazla Kuzey Afrika (Cezayir, Fas, Tunus vs.) kökenli ve genellikle Müslüman kesimlerin mağdur olduğu da açık bir gerçek. Nitekim yazar Soli Özel geçen gün ‘Parlamento’da, Bakanlar Kurulu’nda, idari yapının üst görevlerinde hiç Magripli (Tunus, Cezayir, Fas kökenli) yok. İş dünyasında öne çıkmış olanların sayısı düşük’ diyordu. (6 Kasım 2005 Sabah)

Burnundan kıl aldırmayan ve herkese ‘Bize bakın, bizim kültürümüzü benimseyin. Bize benzeyin. Yoksa adam olmazsınız’ mesajını veren Cumhurbaşkanı Chirac, Başbakan Dominique de Villepin ve İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, bu olaylardan ders çıkartırlarsa iyi olur.

‘İnsanların sadece káğıt üstünde değil, yaşamın tüm alanlarında eşit olduğunu, 1989’dan iki yüzü aşkın yıl sonra’ anlayacak kadar Avrupa Birliği kriterlerini içine sindirmiş bir Fransa herkes için iyi olur.

Özellikle Başkan Chirac’a birileri ‘Batı’nın değerlerini’ anlatmalı.
Yazarın Tüm Yazıları