Ölüm, birdenbire...

MEZARLIKLAR hüzünle sarmaşdolaş bir huzur verirdi eskiden bana... Ayak izi değmeyen avuç içi bahçeleriyle, üzerinde kuruyup kalan çiçekleri, rüzgara eğilen, o sessizlikte fısıldayan servileriyle...

Haberin Devamı

Her mevsimi başka yaşar mezarlıklar.
Sonbahar, en çok orada “hazan mevsimi”dir.
Kar yağdı mı eşitlenir; en bakımlısı-en terk edilmişi, en gösterişlisi-en yoksulu benzeşir o bembeyaz örtünün altında.
Huzura benzer bir duygu hissederdim her gittiğimde, servilerle birlik efil efil hüzünlenirdim.
* * *
Lakin yakınlarım, canlarım oraları mekan eyledikçe değişti duygularımın dengesi.
Acıyla randevu oldu mezarlıklar.
Gittiğimde içime değen o sızıyı tanıyorum artık.
Ne zaman incecik ama keskin yoklasa beni...
Tanıyorum.
* * *
“Ölüm ve zaman daima bir yardımlaşma içindedir. Zaman yavaştan alırken, ölüm çarçabuk bitirir işini” der ya John Berger...
Dakikaları daha uzun, daha dolgun hissediyorum mezarlıkta.
Gözümün önünden akıp geçen fotoğraflarla, bir ömrü, yaşamı yeniden biriktiriyorum.
Temize çektiğim, çekmeye yeltendiğim de oluyor, bazı yaşam metinlerimi.
Ölüm, birdenbire...

Ne zaman mezarlığa gitsem ölüme değil de, yaşama dair bir tabloyu seyrederiyorum artık. Geriye kalan ömre dair eskizleri...
Oysa mezarlıklarımızda bambaşka bir hava estirilir.
İnsana yaşamı değil, ölümü hatırlatmak ister her şey.
Sadece imamın, hocanın kelimeleri değil... Musalla taşının ayazından başlar, “Sen de öleceksin” uyarısı.
Ve mezartaşlarında sürer, hatta dizelenir:
“Ey yolcu dur /ben de senin gibi idim
/sen de benim gibi olacaksın /felahı kara toprakta bulacaksın..”
Ömür hem bir yargılama, hem de bazen ertelenen ceza gibi sunulur insanın önüne.
* * *
Bütün bu atmosferde akan gözyaşları sadece ölenle değil, insanın kendi ya da yaşayan çok yakınlarının ölümünün tasavvuruyla da içiçe geçer.
O acıyı bertaraf etmek için, çok yakınlarımız, sevdiklerimiz özellikle çocukken hiç ölmeyecekmiş gibi gelir bize.
Evet öleceklerini biliriz ama yine de öyle düşünürüz. “Henüz değil, henüz değil” deriz, çok özel, mahrem bir duayı mırıldanır gibi.
Ölümün mutlaklığını, flulaştırmak, ötelemek isteriz. Yoksa zordur her an ölümü düşünerek yaşamak.
Ölümle aramıza bir mesafe, bir buzlu cam koyarız.
Avunuruz, elden geldiğince. Ama gün gelir, aniden bir ölüm gelir.
Ve düşer yolu insanın yeniden mezarlıklara...
O gitmiştir, sen kalacaksındır bir süre daha.
* * *
Hürriyet Sosyal de birdenbire bastıran bir ölüme tanık oldu.
Tanımadığım ama bir zariflik, bir zeka, sevecenlik-saygı çağrışımıyla hatırladığım İsrail vatandaşı Ari A. (Azriel) bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş.
Onu sık rastladığım şu mesajıyla da hatırlıyorum:
“Ölenlerinizin önünde ihtiram (saygı, hürmet) ile eğilirim, memleketinize dirlik ve huzur dilerim...”
Hatırlıyorum, Türkiye’yi ikinci vatanı gibi gören halleriyle, akraba Türkçesiyle...
* * *
Hürriyet Sosyal’deki profilinde İsrail askerlerinin fotoğrafları var.
Belki o da askerdi, belki değildi... Ama gençti mutlaka.
Tanışsaydık belki anlaşırdık, ya da çok muhtemel farklıydı görüşlerimiz, inançlarımız.
Anamla da farklıydı, çok sevdiğim dayımla, kardeşim, kadim dostum dediğim, yitirdiğim bazı insanlarla zıttı taban tabana...
Hâlâ boşlukları, kesik bir kol gibi sallanır yanımda.
Ölümün bu birdenbire hali, acı...
Hele Hürriyet Sosyal’de Ari A.’dan geriye kalan ve henüz 48 saat önce yaşadığını, gülümsediğini ortaya koyan kendi satırları...
* * *
Rahmet ve ihtiramla...

Yazarın Tüm Yazıları