Öldükten sonra da yaşamak istiyorum

“PETER ile güneşte dallarında gümüş gibi parlayan yağmur damlalarının, serçelerin oynaştığı kestane ağacını seyrettik. O kadar duygulandık ki konuşamadık. Kestanemiz çiçek açtı... En üst dalından en alt dalına kadar yapraklarla kaplı ve geçen yıla göre çok daha güzel.”

Haberin Devamı

Anne Frank, 69 yıl önce günlüğüne yazdığı bu satırlarda çocukluk aşkı Peter ile birlikte seyrettikleri tek manzarayı anlatıyor.
Amsterdam’da bir ofisin küçücük tavanarasında Nazilerden saklanırken, 25 ay boyunca gördüğü tek ağacı...
“Dışarıdaki”
hayata dair tek canlı görüntü de o kestane ağacı, serçeler ve bir avuç gökyüzü zaten.
* * *
Anne, 12 Haziran'da 15. yaşını orada kutlar.
İki ay sonra, 4 Ağustos 1944’de Gestapo basar evi. İhbar gelmiştir...
Aile, Auschwitz toplama kampına gönderilir. (Naziler zehirle toplu katliamlarını 72 yıl önce bugün, 23 Eylül'de Auschwitz’de başlatmıştı, kamplarda 6 milyon insan öldürüldü)
Anne
ve ablasını bir süre sonra Bergen Belsen kampına naklederler.
İkisi de 1945'de o kampta “yok edilir”.
Öldükten sonra da yaşamak istiyorum

O kestane ağacı 15 yaşında katledilen bir kızın özgürlük umudunun, hüzünlü-saklı gülümsemesinin, ağır korkularının da yaşayan tek tanığıdır artık.
Ve günlüğüne yazdığı, insanlığa emanet ettiği tek cümleden ibaret umarsız vasiyeti için de tek fırsat:
“Öldükten sonra da yaşamak istiyorum...”
Çünkü defalarca yayınlanan günlüğüyle bugünlere gelen Frank’ı, öldükten sonra yaşatacak tek canlı o ağaçtır.
* * *
Ancak 7 yıl önce, 170 yaşındaki o ağaç hastalanır.
Çürür gövdesi...
Amsterdam Belediyesi ve müze yönetimi de ağacın kesilmesine karar verir.
Ancak çevre örgütleri, kentliler ayaklanır:
“Asla kesemezsiniz!”
Yerel mahkeme de belediyenin kesilme kararını reddeder.
Ve yaşatılır ağaç. Kuvvetle, ısrarla istenirse, elbet bulunur çaresi.
Öyle ki, o kestane ağacının tohumlarından yeşeren 11 filiz, geçen yıl ABD’deki Anne Frank Merkezi’nce müzelere, okullara ve parklara dağıtılır.
Öldükten sonra da filizleriyle “yaşar”, Anne Frank.
* * *
Bizde kesilen asırlık çınarları, devrilen kestaneleri, infaz edilen kavakları, dibine tuz dökülerek kurutulan akasyaları düşünüyorum.
Ve kesilme gerekçelerini; “Manzaramızı kapıyor, oradan yol geçecek, kavşak yapacağız, poleni alerjimi azdırıyor...”
Pencereden dışarı bakıyorum...
Yapraklarıyla sonbahara hala, tek başına direnen çınarı kuşatan kaldırıma, 60 santimetre kalan toprağına, gövdesini üşüterek hızla geçen otomobillere...
Sonraki hayatlara bırakacağım bir vasiyet geçmiyor/gelmiyor içimden.

Yazarın Tüm Yazıları