Heykeller, robotlar ve huzursuz seyirler

SANAT hayatı, “an”ı yeniden yaratır.

Haberin Devamı

Yazardır, yönetmendir, ressamdır, heykeltraştır... Hayatı, hayat tasavvurunu kendi penceresinden yahut inzivasından yansıtır.

Hayatın tam göbeğinde yaşayıp, öyle üretir bazen.

Yaşadığımız hayata “yabancı”, hatta hayat denilen hengamenin çok uzağında bir başına da biçimlendirebilir eserini. 

Tahayyüllerinin, anlatısının “sen gibi”, “ben gibi” olması gerekmez. Nafile beklemeyin. 

“Sanat nedir?” ya da o demode “Sanat sanat için midir, toplum için midir?” sorularına yanıt arayışı içinde değilim tabi.

“O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti /o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti” (¹)

Sanatla, sanatçıyla kalabalıklar arasındaki gerilimin, geçimsizliğin çorak topraklarına girmek istiyorum.

 

Haberin Devamı

Heykelleri askıya çıkaralım

 

Sanatın tıpkı “bize” benzeyen, sosyal, siyasal, etik bünyemize, inançlarımıza iyi gelen hâlleri, çıtkırıldım duygularımıza bir güzel tercüman olur da...

“Bize”, “bizim dünyamız”a benzemeyen, o huyu kuruyasıca meşrebimize uymayan yaratılar irkiltir kimi insanları.

İrkiltmekle kalsa iyi (hatta tam isabet), saydırıya/saldırıya kadar uzanan öfke, tepki de yaratabilir.

Misal... Önceki yazımda değindiğim heykel meselesi.

Bazı insanlar heykeli sanatçının değil, kendi “kaide”sinde yükseldiği zaman “hoş görüyor”.

Tam bu noktada yıkılan/kaldırılan heykelleri de, heykel süsü verilerek Ankara'nın sağına soluna serpiştirilen abullabut polyester nesneleri de ilgilendiren o ironik öneri geliyor aklıma.

Gündüz Vassaf olanca muzırlığıyla diyor ki; “Mesela heykel yapılacaksa kente, evlilikteki gibi bir ay askıda dursun ki, itirazı olanlar buna engel olabilsin...”

 

Kardanadam da yasaklanmalı

 

Sanat da hayatın her alanı gibi itirazdan, eleştiriden elbette muaf tutulamaz.

Tabu değil, tam tersine tabu yıkıcıdır zaten.

Lâkin öyle tartışmaların terazisi, aynı ağırlık birimini, mikyası, kalibreyi gerektirir.

Haberin Devamı

Sanatçıyı bir tarafa oturtup, öbür tarafa yargıların, ideolojin, meşrebinle cümbür cemaat abanırsan... Onun adı terazi değil, beğeni militanlığına dayalı tahterevalli olur.

Sonra ilahiyatçı Abdülhamit Kahraman kalkar, kardanadamlara da savaş açar:

“Farkında olmadan malzemesi kar olan bir heykel (put) yaptığınızın farkında mısınız? İster tapınılsın, ister tapınılmasın!

Yapılan sonuçta bir heykel, yani puttur. Başka bir zaman sana şu malzemeden heykel yap dense bunu hemen reddederiz.

Peki kar yağınca neden hemen değişiriz. Hem bu kardan adam adeti bize nereden geçti?” (²).

 

Hayatı sahiden fark etmek

 

Evet sanat bazen irkiltir, sarsar, ezber bozar.

Onun için (de) sanattır zaten, onun için de tarih boyunca otoriter yönetimler, değişime kapalı zihinler sanattan korkar. Onu ayıklar...

Haberin Devamı

Hah, şimdi bir es verin... Yönetmen Michael Haneke'nin kulaklarını çınlatmanın tam zamanıdır.

Haneke filmlerinde, izleyiciyi iyice sarsmayı, olabildiğince rahatsız etmeyi hedefler.

Toplumsal eleştirilerini, yaratmaya çalıştığı “farkındalığı” bu keskin üslubuyla perdeye taşır.

Şiddeti, yabancılaşmayı, “duygusal buzlaşmayı” sinemasında öyle yansıtır ki, patlamış mısıra uzanırken yumruk yemiş gibi olursunuz.

Şiddeti seyirciye gerçekten hissettirerek, olanca (sahici) sertliğiyle aktarır çünkü. 

Öyle ki bazı seyirciler, “Bu ne ya?” irkilmeleriyle filmlerini sonuna kadar izleyemeden salonu terk eder.

Ne mideleri kaldırır o sahneleri, ne ezberleri...

* * *

Eski Hollywood filmlerinin, seyircisinin aksine, mutlu son da yoktur onda.

Haberin Devamı

Tam tersine, finalde seyircinin beklediğinden daha beteri vardır.

Ama izleyicinin tahammül sınırları, etik kalıpları umurunda değildir asla. Şiddeti, faşizmi, otoriteyi anlatıyorsanız öyle de gerekir.

Zira şiddet gerçek hayatta da mutlu son getirmez. Yok öyle, onca şiddetten sonra yönetmenin arabasıyla "home sweet home"a mutluluk gözyaşlarıyla dönmek.

Filmlerini izlerken sarsılır, fazlasıyla rahatsız olursunuz.

Filmi sadece seyretmez, ona maruz kalırsınız.

Haneke katıldığı bir festivalde filmi gösterilmeden önce seyirciye öyle seslenir zaten:

“Huzursuz seyirler dilerim...”

Evet, sanattan rahatsızlık duyan herkese huzursuz seyirler...

Kendi dünyamızı bi güzel çerçeveleyebiliriz ama, sergisine de sen, ben, bizim oğlan gelir.

 

Haberin Devamı

(¹) Hasan Hüseyin (Korkmazgil)

(²) OTORİTER REJİMİN ROBOT SEVGİSİ Kardanadam meselesini münasebetsiz bir espri gibi algılamayın. Suudi Arabistan’da iki yıl önce Suudi Şeyh Muhammed Salih el-Münacid, kardan adam yapmanın dinen caiz olmadığı yönünde fetva verdi:

“Oyun ya da eğlence için bile olsa, kardan heykel yapmak yasaktır.

Ama ruhları olmayan ağaçlar, gemiler, meyveler ve binalar gibi şeylerle dilediklerinizi yapabilirsiniz.”

Suudi Arabistan’la ilgili önceki gün yayınlanan bir haber ise deveye nal çakıyor. Heykeli yasaklayan Suudi Arabistan, dünyada bir robota vatandaşlık hakkı veren ilk ülke olmuş.

Habere göre Robot Sophia diğer Suudi Arabistanlı kadınlar gibi çarşaf giymiyormuş ve yanında bir erkek olmadan sokağa çıkabiliyormuş. Sophia’nın alttaki fotoğrafına baktım, beyni de açıkta, rahatça görülüyor. Daha ne olsun.

Lâkin bayat, eski bir haber...

Otoriter yönetimlerin robot sevgisini, daha ilk robot teknoloji rahmine düşmeden biliyorduk zaten.

İlk gerçek hayalkırıklığını yönettikleri vatandaşların robot olmadığını algıladıklarında yaşadıklarını da...

Heykeller, robotlar ve huzursuz seyirler

 

Yazarın Tüm Yazıları