Verda Özer

Dün, bugün, yarın...

14 Temmuz 2017
BUGÜN sizlere son kez bu sayfadan sesleniyorum.

Hürriyet gazetesi bana şu yerkürede çok az insana nasip olabilecek bir fırsat sundu ve beni sizlerle buluşturdu. Bunun için başta patronum Aydın Doğan olmak üzere, bütün Doğan ailesine gönülden müteşekkirim.

Yaklaşık dört yıldır bu köşeden sizlere ulaşıyorum. Elimden geldiğince bilgi ve analize dayalı, objektif değerlendirmeler yapmaya çalıştım.

Sizin mesajlarınız ve sorularınız doğrultusunda konularıma yön verdim.

Bu esnada hem ülke içinde, hem dünyada çok sert kırılmalar yaşadık. Elimden geldiğince hep serinkanlı ve gereken mesafeyle olayları okumaya gayret ettim.

Yazının Devamını Oku

Hâlâ darbe riski var mı?

8 Temmuz 2017
SALI günü, ordumuzun yüzde 85’inin “ultra-laik”, yüzde 15’inin ise “FETÖ’cü” diye nitelendirildiğini yazmıştım. Konuştuğum birçok askeri uzmana dayanarak. Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) toplumun siyasi görüşlerini ve değerlerini yansıtmadığını vurgulamıştım.

Ancak TSK’nın toplumu yansıtmayan başka yönleri de var. Özellikle farklı etnisite ve dinlerden askerlerin ve kadınların sayısı konusunda.

ORDUDA KÜRT KİMLİĞİ

TÜRK toplumunun ciddi bir bölümünü Kürt vatandaşlarımız oluşturuyor. TSK içinde de Kürt kökenli çok askerimiz var. Hatta general rütbesinde subaylar da var. Bunların birçoğu çok iyi Kürtçe konuşuyor. Ne var ki konuştuğum askeri uzmanlar, etnik ve siyasal olarak Kürt kimliğini önceliklendiren, yani “etnik olarak uyanmış Kürt” asker olmadığını söylüyor.

Salı günü alıntıladığım Metin Gürcan, eski bir asker ve aynı zamanda Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nde (IPC) araştırmacı. Gürcan, Kürt kimliğinin ordu içinde hâlâ ayrılıkçı bir kimlik olarak algılandığını anlatıyor. Doktora tezi sırasında yaptığı ankete göre, askerin yüzde 97’si Kürtçenin kamuda (okulda, hastanede vs) görünür olmasına karşı. Yani bir nevi 90’lar Türkiye’sini yansıtıyor. Gürcan, bunun önümüzdeki yıllarda yüzleşmemiz gereken asıl sorun olacağı ve çok iyi yönetilmesi gerektiği görüşünde.

Daha önemlisi ise bu durum ordu-toplum ilişkisine ve yakınlaşmasına son derece olumsuz yansıyor. Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi hocası Zeki Sarıgil’in 2013’te yayınlanan “Ordu-Toplum İlişkileri” araştırmasına göre: Kürt kökenli bir vatandaş, bir Türk’ün yarısı kadar orduya güveniyor.

KADIN VE FARKLI DİNDEN SUBAYLAR

TSK’da Ermeni, Yahudi, Süryani gibi farklı etnik ve dini gruptan ise tek bir asker bile yok. Ne yazık ki bu, Türk toplumunun gerçekliğinden ve yapısından son derece uzak. Dahası; bu kökendeki vatandaşlarımızın orduyla ilişki kurmasını da engelliyor.

Gelelim kadın sayısına. Askeri kadrolar ve eğitim sistemi, kadınlara açık. Ordulardaki kadın sayısına baktığımızda dünya standardı yüzde 7-8. Bizde ise bu oran yüzde 3. Dahası: TSK’da 3000’e yakın kadın personel var. Ancak bunun sadece 300-400 kadarı subay. Dolayısıyla üst rütbelere çıktıkça kadın sayısı düşüyor. Kadınların yüzde 85’i alt rütbelerde.

Yazının Devamını Oku

Ordunun yüzde kaçı AK Partili?

4 Temmuz 2017
TÜRKİYE’de orduyla iktidar ilişkisi hep sıkıntılı olageldi.

Tarihimiz boyunca yaşadıklarımız hepimizin malumu. İlginç olan ise AK Parti’nin neredeyse 15 yıldır iktidarda oluşu bile bu durumu değiştirmedi. Halkın neredeyse yüzde 50’sinin oyunu alan bir partiyle askerin arasında, hâlâ ciddi bir uçurum var.

15 Temmuz, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki FETÖ yapılanmasını gözümüzün önüne serdi. Kalkışmanın yıldönümü yaklaşırken, basında orduyla ilgili hararetli bir tartışma yürüyor. Bugün TSK içinde hâlâ büyük bir FETÖ’cü kitle var mı? İddia edildiği gibi darbe peşinde koşanlar çok mu? Ve yazılıp çizildiği gibi ordu içinde AK Parti destekçileri sadece yüzde 1 mi?

 

ORDUNUN YÜZDE 85’İ ULTRA-LAİK

 

ARTIK “milli güvenlik uzmanımız” haline gelen Metin Gürcan’la konuşuyorum. Gürcan eski bir asker ve Sabancı Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Politikalar Merkezi’nde (IPC) araştırmacı. Doktorasını da “TSK’nın kurumsal dönüşümü” üzerine yapmış.

Gürcan, doktora tezi sırasında ordu içinde geniş çaplı bir anket yapmış. Öncelikle şöyle genel bir eğilim olduğunu söylüyor: Atatürkçülük, subayların yüzde 85’inin temel değeri, yaşam felsefesi. Ancak alt rütbeler (yani yüzbaşı ve altı) daha kariyerist, yani kendi kariyerlerine dönükler. Rütbe yükseldikçe (binbaşı ve üstü) askerlerin siyasi görüşü ve değerleri daha öne çıkıyor. Dolayısıyla üst rütbelerde laiklik hassasiyeti çok daha yüksek.

*

Yazının Devamını Oku

Yeni küresel dalgaya hazır olun!

1 Temmuz 2017
BİR önceki yazımda Danimarka’nın Silikon Vadisi’ne büyükelçi atayan ilk ülke olduğunu yazmıştım. Başka birçok ülkenin de bu konvoya hızla katılacağını söyleyip, eklemiştim: “Biz de yeni teknoloji çağına hızla uyum sağlamalıyız. Ve işe Silikon Vadisi’ne büyükelçi atayarak başlamalıyız.”

Peki ama niye? Silikon Vadisi’nde ne işimiz var? Teknoloji bizim için neden bu kadar önemli?

TEKNOLOJİ VE DIŞ POLİTİKA

ÇÜNKÜ: Bir ülkenin dünya üzerindeki konumu, artık teknolojiyi ne kadar iyi kullandığıyla çok bağlantılı.

Herşeyden önce, dış politika teknolojiden gittikçe daha fazla etkileniyor. Diplomasinin bir ayağı geleneksel, yani hükümetler arasında. 2’nci ayağı ise kamu diplomasisi. Bir diğer deyişle; hükümetlerle toplumlar arasında. İşte bu da artık neredeyse tamamen teknolojinin boyunduruğu altında.

Artık dış ilişkiler ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden yönetiliyor. Bu yüzden birçok gelişmiş ülkede dışişleri bakanlıkları, “dijital diplomasi” ya da “teknoloji-diplomasi” adlı birimler oluşturuyor. Kendi politikalarını başka toplumlara sosyal medya üzerinden duyurmak için stratejiler geliştiriyorlar. Bizde ise ne yazık ki böyle bir yapılanma henüz yok.

*

2’ncisi: İçinde bulunduğumuz yeni teknoloji çağı, dış politikayı ciddi şekilde dönüştürdü. Çünkü dış politikanın temeli olan güvenlik anlayışını değiştirdi. Bugün “siber güvenlik”, ülkelerin baş etmekte en çok zorlandığı alan. Rusya’nın Amerikan seçimlerine müdahalesi gibi...

İşte bu yeni güvenlik açığı da, ülkeleri eskisine göre çok daha kırılgan ve savunmasız hale getirdi. Dahası; bir ülkenin kendi ürettiği bir virüs, daha sonra kendisine karşı kullanılabiliyor. Mesela geçtiğimiz hafta ABD’de Ulusal Güvenlik Teşkilatı’nın (NSA) ürettiği bir virüs, NSA’nın sisteminden çalındı. Ve NSA başta olmak üzere ABD’de birçok kurumun bilgisayarını kilitledi.

Yazının Devamını Oku

Nerede bizim büyükelçimiz?

27 Haziran 2017
TEKNOLOJİ çağında olduğumuz, yepyeni bir dönemin içine girdiğimiz artık resmen tescillendi.

Geçtiğimiz günlerde Danimarka, Silikon Vadisi’ne ilk büyükelçisini atadı. Yani aynen Ankara ya da Washington büyükelçisi gibi, ülkenin artık bir de “Silikon Vadisi Elçisi” var. Böylelikle bu kuzey Avrupa ülkesi, dünyada bir ilke de imza atmış oldu. Artık yerküremizde bir ülkenin teknoloji büyükelçisi var. Başka ülkelerin de hızla bu konvoya katılacağı ise aşikâr.

DÜNYANIN İLK TEKNOLOJİ BÜYÜKELÇİSİ

DANİMARKA Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz aylarda bu gelişmenin ilk işaretini vermişti. “Teknoloji-diplomasi”nin kısaltması olan “Tek-lomasi” adını verdiği bir inisiyatif oluşturarak. Yani teknoloji politikasını stratejik bir öncelik haline getirdiğini ortaya koyarak. Hemen ardından da dünyanın ilk “Tek-Büyükelçisi”ni atadı. Bu da şunu gösteriyor: Çok yakında teknoloji şirketleri, devletler kadar önemli olacak. Yani bir ülkenin Google ya da Apple gibi bir teknoloji deviyle ilişkisi, başka bir devletle olan ilişkisi kadar yer tutacak.

Telefonda görüştüğüm Danimarka’nın Tek-Elçisi Casper Klynge, “Geçmişte teknoloji politikası sadece sanayileşmeyle ilgiliydi. Şimdi ise aynı zamanda bir devletin ticaret politikası, finans politikası ve güvenlik politikası. Çünkü artık teknoloji, ülkeler arası ilişkileri ve bir ülkenin uluslararası platformdaki yerini de etkiliyor” diyor. Bununla birlikte, büyük teknoloji şirketleri gitgide seslerini yükseltiyorlar. Ve devletin bazı politikalarına karşı çıkarak onları şekillendiriyorlar.

İşte Klynge şimdi California’da dünyanın teknoloji devleriyle diyalog kurup ilişkileri geliştirecek. Bu yeni trend de belli ki devletlerle teknoloji arasında daha güçlü bir bağ kurulmasına yol açacak.

DEVLETLEŞEN SİLİKON VADİSİ

BU gelişme, Silikon Vadisi’nin vardığı noktayı da ortaya koyuyor. Burası aslında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin California eyaletinde bulunan Stanford Üniversitesi’nin himayesinde kurulmuş. Stanford profesörü Frederick Terman’ın fakülteleri teknoloji geliştirmeleri için cesaretlendirmesiyle, temelleri atılmış. Adını da bu bölgede yetiştirilen silikondan (orjinal adıyla “silisyum”, yani bilgisayar türevi cihazların temel yapıtaşı olan çip) almış.

Silikon Vadisi çok kısa zamanda dünyanın teknoloji yuvası haline geldi. Facebook, Google, Tesla, PayPal, Skype, Apple, Yahoo burada kurulan şirketlerden sadece birkaçı. Vadi’nin hacmi bugün birçok devletin ekonomisini de aşıyor. Yıllık kazancı 535 milyar dolarla, İrlanda ve Arjantin ekonomisine eşdeğer. Finlandiya, Portekiz ve Yunanistan’ınkinden ise büyük. Dünyada tüm yatırımların da yüzde 30’u bu bölgeye yapılıyor.

Yazının Devamını Oku

Verda ÖZER

17 Haziran 2017
“Birkaç gün aradan sonra haftaya görüşmek üzere....”
Yazının Devamını Oku

Brexit yalan mı oldu?

13 Haziran 2017
İNGİLTERE’DE 5 gün önce yapılan seçimler sadece İngiltere değil, yaşadığımız dünyayla ilgili çok şey söylüyor. Zira seçim sonucunu ülke içinden çok, dünyadaki dinamikler belirlemiş görünüyor.

Dolayısıyla asıl mesele ne Muhafazakâr Partili Başbakan Theresa May’in Meclis’te çoğunluğu kaybetmesi. Ve koalisyon kurmak zorunda kalması. Ne de ana muhalefet olan İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in oylarını ciddi şekilde arttırması. Ve bunun da “sol yeniden yükseliyor” tezini gündeme taşıması. Asıl mesele, bu seçimin sonucunu dünyada yerinden oynayan dengelerin belirlemiş olması.

SEÇİM BREXIT OYLAMASIYDI

THERESA May bizzat başbakanlığını Brexit’e borçlu. Zira bundan tam 1 yıl önce yapılan Brexit referandumunda yüzde 52 “AB’den çıkalım” deyince, Muhafazakâr Parti lideri Cameron istifa etmişti. Yerine May geçti. Ve başbakan olur olmaz koyu bir şekilde AB’den çıkmayı savunmaya başladı. Dolayısıyla ismi Brexit’le özdeşleşti.

Zaten May bu erken seçim kararını da Nisan’da sırf AB ile Brexit pazarlıklarında elini güçlendirmek için almıştı. O günlerde kendi partisi İşçi Partisi’nin 20 puan önünde göründüğü için, Meclis’te güçleneceğinden emindi. Dolayısıyla bu seçim her şeyden önce bir Brexit oylamasıydı. Ve görünen o ki İngilizler bir yıldan bu yana Brexit’ten epey soğumuşlar.

*

Peki neden? Çünkü her şeyden önce bu 1 yıl içinde İngiltere tam bir boşluğa düştü. AB’den nasıl çıkılacağına dair bir yol haritası hala yok. Zaten tam da bu muamma yüzünden Muhafazakâr Parti bile 3’e bölündü. 1. grup, AB’de kalma yanlısı. 2. grup, AB’den “sert çıkış” taraftarı. Yani kurumsal ve ticari tüm bağları kesmek istiyorlar. 3. grup ise, “yumuşak çıkış”tan yana. Onlar da serbest dolaşım hakkı ve ticari anlaşmalar kalsın diyor.

Topluma da aynı bölünme hakim.

Yazının Devamını Oku

Kriz gitgide büyüyor

10 Haziran 2017
TABİİ ki herkesin kafası karışık. Daha Körfez ülkelerinin Katar’a abluka kararını sindiremeden, DEAŞ’ın İran’daki çifte saldırı haberini aldık. Tahran’ın “Bunun ardında Suudi Arabistan var” demesiyle de bu iki kriz iç içe geçti.

Peki bu gitgide dallanıp budaklanan kriz nereye varacak? Ucu bize de dayanır mı? Şimdi herkes bu soruların cevabını arıyor.

DEAŞ’TAKİ İRANLI SÜNNİLER

AKLA ilk gelen soruyla başlayalım: DEAŞ’ın Tahran eylemlerinin arkasında Suudi Arabistan mı var? Ve bu saldırı Katar-Körfez kriziyle bağlantılı mı? Zira Suudilerin, Katar’ın İran’la ilişkisinden rahatsız olduğu biliniyor. Zaten Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerinin Katar’ı abluka altına alması asıl bu yüzden.

Ama saldırıların ardında Suudi Arabistan’ın olduğu hükmüne varmadan önce, şunu hatırlamak gerek: Tahran yönetimi bundan tam 1 ay önce DEAŞ’ın kritik bir eylemini engellediğini açıklamıştı. Yani her ne kadar bu DEAŞ’ın İran’a ilk saldırısı olsa da daha önce defalarca teşebbüsleri engellenmiş. Bununla birlikte, DEAŞ’ın binlerce Sünni İran vatandaşı topladığına dair istihbarat raporları var. Özellikle de rejimin bastırdığı Sünnileri. Hakeza bu saldırıları yapan DEAŞ’lıların hepsi de İran vatandaşı.

Daha da dikkat çekici olan ise şu: DEAŞ’ın İran Meclisi’nin içine girerek yaptığı bu eylem, 2-3 gün içinde planlanmış olamaz. Bunun “içeriden” bir destek, koordinasyon ve altyapı gerektirdiği aşikâr.

*

Buna mukabil, DEAŞ belli ki eylemini özellikle bu günlere denk getirdi. Bu zamanı seçmesi ise 2 bakımdan anlamlı. 1.si, DEAŞ Suriye ve Irak’taki iki kalesini, yani Rakka ve Musul’u kaybetmek üzere. Bu yüzden hem kendi tabanına hem dünyaya “yıkılmadım ayaktayım” mesajı veriyor. Zaten DEAŞ Meclis’teki saldırıyı kendi web sitesinden canlı yayınlarken bir DEAŞ’lının “bizi yenemeyeceksiniz!” diye haykırması da  bundan.

2.si, bu krizi tırmandırmak üzere DEAŞ’ı İran’a saldırması için elbette bir güç yönlendirmiş olabilir. Ancak böyle olsa da

Yazının Devamını Oku