Verda Özer

Suriye için yeni yol ne?

7 Mart 2017
"MANAYI koruyarak sureti değiştirmek mümkün.”

Bu çarpıcı cümle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı İbrahim Kalın’ın ağzından çıkmış. Geçtiğimiz haftasonu yapılan 3’üncü “Milli Kültür Şûrası”nda. Kalın, her kültürün bir coğrafyadan, belli bir zaman diliminden çıktığını söylemiş. Ve her kültürün özünü kaybetmeden gelişebileceğini, evrenselliğe ve değişime açık olduğunu dile getirmiş.

Yani kültürün şeklinin (suretinin) değişmesiyle, onun hakiki ve evrensel manasının (özünü) kaybolmayacağını vurgulamış.

Suriye dengeleri

KURDUĞU bu ilişki, aklıma dış politikamızda yaşanan gelişmeleri getirdi. Daha doğrusu şu soruyu: “Öz” stratejimizi korurken, surette taktik değiştirebilir miyiz? Yani ulusal güvenliğimizi sağlarken, pragmatik ve esnek bir dış politika uygulayabilir miyiz? 

*

Şöyle ki: Suriye’de işler gitgide karışıyor. Ve bizi iyice köşeye sıkıştırıyor. DEAŞ sonrası Suriye’de hakim olacak güç dengesi, aşağı yukarı belli oldu: Esad, ülkenin batısında kontrolü iyice ele geçirdi. Tabii Rusya ve İran sayesinde. Ülkenin doğusu ise belli ki, Sünni aşiretlerin nüfuzuna girecek.

PYD/YPG de ülkenin kuzeybatısındaki ve kuzeydoğusundaki nüfuz alanını pekiştirdi. Bu iki bölgeyi de birleştirmek istiyor. Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekâtıı ise Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) bu iki bölge arasında tampon yaptı. Yani PYD’nin kuzeyde kantonlarını birleştirmesini engelledi.

Şimdi Türkiye-ÖSO ittifakı, PYD’yi tamamen Fırat’ın doğusuna itmek istiyor. Ki böylece kantonları birleştirme projesi tamamen çöksün. Bunun için de PYD’yi Fırat’ın batısında bulunan Menbiç’ten çıkarmak kilit önemde.

Yazının Devamını Oku

Sona mı geldik?

28 Şubat 2017
KAFALAR çok karışık. Trump’ın attığı her tweet de sanki biraz daha karıştırıyor. Oysaki aslında ABD ve Avrupa’daki aşırı sağ söyleme, otoriter rejimlerden alışığız. Bu kez bizi şaşırtan ise şu: 2’nci Dünya Savaşı’ndan yani Yahudi soykırımından bu yana, ilk kez gelişmiş demokrasilerde görüyoruz bu politikaları. Yani ırkçı, popülist, otoriter, dışlayıcı anlayışı.

Ancak şaşırdığımız sadece bu değil. Şu an birçok kırılma noktasından geçiyoruz. Çok bilinmeyenli, geniş zamanlı bir geçiş aşamasındayız.

Laiklik bitti mi?

BU kırılmalardan biri, siyasetin kendi içinde. 1789 Fransız Devrimi’nden bu yana, insanlar siyasi olarak sağ ve sol üzerinden ayrıldı. Oysaki bugün, 9’uncu Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel’in dediği gibi, “Sağ ve sol arasındaki fark, Pepsi ve Coca Cola arasındaki fark kadar”. Şimdi asıl ayırım, Fransa’nın aşırı sağ kanadının öncüsü Marine Le Pen’in dediği gibi: Küreselleşme ve aşırı milliyetçilik arasında.

Ki bu gerçeklik sadece siyasilere değil, tabana da sirayet etmiş durumda. Amerikan New Statesman sitesinde yer alan bir araştırmaya göre, Fransa’da gençler oylarını tamamen bu ayırım üzerinden veriyor. 11 Eylül, terör, AB’nin zayıflaması, mülteci krizi gibi süreçlere maruz kalmış olan bu kuşak, gitgide daha çok içe kapalı siyasetçilere sarılıyor.

*

İçinde bulunduğumuz bir yeni durum da, laiklikle ilgili. Amerikan ve İngiliz laiklik modelinde (Anglo-Sakson) devlet, dine müdahale etmez. Ve inançlar arası dengeyi savunur.

Ancak ABD’de Trump’la birlikte, dinin siyaset sahnesine girdiğini görüyoruz. Bunun son örneği olarak Trump, ülkede 60 yıldır hüküm süren Johnson Yasası’nı kaldıracağını açıkladı. Yani kiliselerin siyasi propaganda yapmasının yolunu açıyor. Benzer bir eğilimi aşırı sağın yükseldiği kıta Avrupasında, yani “Jakoben laiklik” anlayışında da görüyoruz.

Dahası

Yazının Devamını Oku

TRUMPUTİN

21 Şubat 2017
"TARİH 18 Haziran 2001’di. Putin’in Amerikan basınıyla ilk kez bir araya geldiği toplantıya, ben de katılmıştım. Sorularımıza saatlerini ayıran Rus lidere, Çeçenistan’daki ayrılıkçıları sormuştum. O gün verdiği cevap, bugün aynen Trump’ınkilere benzemiyor mu?!

Putin yanıtında medyaya çatmış, İslam karşıtı bir söylem kullanmış ve Çeçenistan’a Rusya’nın geri kalanını güvende tutmak için saldırdığını söylemişti. ‘İslamcı teröristlere’ karşı da Rus-Amerikan ortak operasyonları yapmayı önermişti. Ve ülkesini ekonomik sıkıntıdan kurtarmak için, milliyetçi/korumacı bir mali plan uygulayacağını açıklamıştı.”

*

Bu satırlar, dün New York Times’ta yazan gazeteci Susan Glasser’a ait. Putin’den alıntıladığı bu sözler, Trump’ın da hem iç politika ve ekonomi, hem de dış politika önceliklerini birebir yansıtıyor. Glasser da zaten bu yüzden, “Trump’la Putin’in birlikte çalışıp çalışmayacağıyla ilgili fazla endişelenmeyin. Asıl, ortak yönleri yüzünden endişelenin!” diyor.

ABD-RUSYA FLÖRTÜ

ZATEN dünya da bu endişeyle hop oturup hop kalkıyor. Geçtiğimiz hafta Almanya’da iki büyük uluslararası zirve yapıldı. Biri G-20 zirvesiydi. Diğeri de Münih Güvenlik Konferansı. Her ikisi de dünya liderlerini bir araya getirdi. Türkiye’yi de en üst düzeyde Başbakan Binalı Yıldırım, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Savunma Bakanı Fikri Işık temsil etti.

Her iki platformda da öne çıkan konu buydu: Trump ve Rus lider, elele verip Çin’e karşı ittifak kurar mı? Avrupa’yı gözden çıkarırlar mı? Ve hatta 3’üncü dünya savaşına yol açarlar mı?

*

Bu soruların bu kadar rağbet görmesi ise doğal. Çünkü dünya dengelerini belirleyen, bu ülkeler. Yani küresel güçler. Sonuçta ise şu oldu: Her iki zirvede de yeni ABD yönetimi ve Rus yetkililer, karşılıklı cilveleştiler. Her ne kadar Amerikalı yetkililer Avrupa’ya

Yazının Devamını Oku

Irak uçurumun kenarında

18 Şubat 2017
HEPİMİZ Suriye’ye kilitlenmiş durumdayız. Gözümüz kulağımız bu topraklarda. Ama bu yüzden güney sınırımızı paylaştığımız diğer ülkede, yani Irak’ta olan biteni kaçırıyoruz. Oysaki Irak, ABD işgalinden ve Saddam’ın devrilmesinden bu yana, yani 14 yıldan beri en kötü dönemini yaşıyor.

Başkent Bağdat’ta geçtiğimiz cumartesiden bu yana resmen göz gözü görmüyor. Dini lider Şii Mukteda El Sadr yanlıları, kurtartılmış bölge sayılan “Yeşil Bölge”yi resmen istila etmiş durumda. Başbakan İbadi’ye karşı olan gösterilerde, şu ana kadar 7 kişi hayatını kaybetti. Vitrindeki sebep ise eylülde yapılacak yerel seçimler için kurulan seçim komisyonunun “taraflı” olması. Oysaki bu, buzdağının sadece görünen ucu.

ŞİİLER BİLE BÖLÜNDÜ

ASLINDA Irak bu duruma 2 kırılma noktasından sonra geldi. 1’ncisi, 2003’te ABD’nin işgaliyle Saddam’ın devrilmesiydi. Böylelikle “intikam zamanı” diyen Şiiler, ülkede mezhepçi bir siyaset izlemeye başladı. Yani 2006-2014 yılları arasında başbakan olan Maliki, ülkeye Şii hakimiyeti getirdi.

2’nci aşama ise, DEAŞ’ın Haziran 2014’te Musul’u işgal edip ülkenin yüzde 40’ına hakim olmasıyla başladı. Bu dönemde ülkede İran’ın nüfuzu iyice pekişti. Irak’ın da 3 parçaya (Şii, Sünni, Kürt) bölüneceği neredeyse kesinleşti.

Ancak sorun şu ki, ülkeyi pençesine alan bu kutuplaşma, sadece farklı etnisiteler ve mezhepler arasında değil. Şiiler bile kendi aralarında birkaç bloka bölünmüş durumda.

Kabasını çizersek şöyle: Şu anki Başbakan İbadi, Ağustos 2014’te hükümeti kurarken Şii dini lider Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin desteğini almıştı. Ancak buna rağmen Şiiler arasında cepheleşme gitgide keskinleşti. İbadi’nin de ait olduğu, en büyük Şii koalisyon olan Irak Ulusal İttifakı içinde 4 ayrı grup oluştu.

Biri, İbadi cephesi. 2’ncisi; İran’a yakınlığıyla bilinen eski Başbakan Maliki’nin lideri olduğu Kanun Devleti Koalisyonu. 3’üncüsü, Irak milliyetçisi diyebileceğimiz Sadr’ın başını çektiği Sadr Hareketi. 4’üncüsü de, El Hekim’in başkanlığındaki Irak İslami Yüksek Konseyi. Ki El Hekim, bu aktörler arasında en uzlaşmacı olanı. Zira Sünnilerle ve Kürtlerle sık sık görüşerek, geniş bir taban oluşturmaya çalışıyor.

İşte

Yazının Devamını Oku

PYD, Barzani olabilir mi?

14 Şubat 2017
SURİYE’de 6 yıldır süren iç savaşla birlikte, ülke haritası da şekillenmeye başladı. Yani kimin nereyi parsellediği yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bir yandan da Trump’la birlikte ABD’nin Suriye politikası değişiyor. Diğer yandan Rusya’yla Suriye’de işbirliğimiz giderek artıyor.

Tüm bunlar ise Ankara için beka meselesi olan PYD/YPG koridorunu, daha da acil hale getiriyor. Şöyle ki:

 

PYD-YPG KORİDORU

 

HER şeyden önce; Başkan Trump’ın Suriye politikasıyla ilgili “ya PYD/YPG ile, ya da Türk ordusu ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile hareket edecek” beklentisi yanlış. Zira 3’üncü bir seçenek daha var. O da, asıl Rusya ve Esad’la birlikte hareket etmesi. Kaldı ki, Trump’ın her halükârda bu iki aktörle çalışacağı artık aşikâr. Zira hem Rusya ile daha fazla işbirliği yapacağı ortada. Hem de Esad’ın yerinden oynamasını istemiyor. İşte ABD’nin Rus ve Esad güçleriyle işbirliği yapması da, PYD/YPG’yi ister istemez denkleme dahil ediyor. Çünkü hem Moskova, hem de Esad rejimi PYD ile işi iyice pişirmiş görünüyor.

*

Astana’daki görüşmelerden sonra, Rusya bu görüşmelere katılmayan PYD temsilcilerini zaten Moskova’da ağırlamıştı. Rus diplomatların Astana’da dağıttığı “Suriye Anayasası” taslağında da, Kürt özerkliğinden söz ediliyordu. Kaldı ki, PYD’nin zaten Moskova’da bir ofisi bulunuyor. Ve Rusya PKK’yı, dolayısıyla PYD/YPG’yi terör örgütü olarak tanımıyor.

Dahası son birkaç gündür çıkan haberlerden anlıyoruz ki, Rusya PYD ve

Yazının Devamını Oku

Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?

11 Şubat 2017
ASLINDA kullandığımız dil, kelimeler tamamen bizim ürettiğimiz birer ürün. İnsanoğlu belli bir zaman diliminde yaratıyor bir dili. Bir süre sonra da, o dile ait birçok kelime işlevini yitiriyor. Raf ömrünü tamamlıyor.

Bunu aklıma getiren ise şu: Malum bu günlerde en popüler konumuz, küreselleşme. ABD’deki Trump fenomeni de, Avrupa’da Trump-vari aşırı sağın hızla yükselişi de, küreselleşme-karşıtı dalganın gitgide büyüdüğünü gösteriyor. Fransa’da aşırı sağın temsilcisi Marine Le Pen’in geçen hafta söylediği gibi: “Artık mücadele sağ ve sol arasında değil; küreselciler ve milliyetçiler arasında.”

İşte ABD’nin en köklü düşünce kuruluşunun başkanı da, bu yeni gerçeklikten yola çıkarak küreselleşme tezine ait kelimelerin nasıl çürüdüğünü ortaya koymuş. Bahsettiğim kişi, Richard Haass. Yani ABD’nin en eski ve en güçlü düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign Relations) Başkanı.

Haass “Foreign Policy” dergisinde yayınlanan makalesinde mealen, “Küreselleşme tezine inanarak bazı sözcükler türetilmişti. Ve fakat artık bunlar lügattan çıkarılmalı” diyor.

UYDURULMUŞ KELİMELER

YAZISINDA ele aldığı kelimelerden biri, “dünya vatandaşı”. 2000’lerin başında, yani dünyada küreselleşmenin en hızlandığı dönemde, bu terim çok tutmuştu. Bir yandan da sanki “cool” birşeydi. Sınırları aşmış olmanın bir göstergesi gibi...

İşte Haass da diyor ki: “Böyle bir olgu yok. Vatandaşlık, milli bir kavramdır. Bunun yerine insanları dünya meseleleriyle daha fazla ilgili olmaya çağıralım. Ki bu da onları kendi ülkelerinin daha iyi bir vatandaşı yapar.” Dünyanın da ancak bu şekilde daha iyi bir yer haline gelebileceğine inanıyor.

Yer verdiği bir diğer kelime de, “uluslararası toplum”. Hakikaten siyaset bilimi master’ı ve doktorası yaptığım yıllarda sık sık karşıma çıkan bu kelime, beni çok zorlamıştı. Bu topluluk kimlerden oluşur? Nerede başlar, nerede biter? Ne yapar, ne yer, ne içer? Cevapları yok çünkü tamamen kafamızda oluşturduğumuz, belli bir dönemin ruhuna uydurulmuş bir sözcük.

Haass

Yazının Devamını Oku

Yeni dünya kurulur Türkiye yerini alır

7 Şubat 2017
EMİNİM siz de aynı şeyi hissediyorsunuz:

Sanki bazı zaman dilimleri daha hızlı akıyor, bazıları ise daha yavaş. Kimi dönemler daha durağan, belli bir seyirde geçiyor. Kimi dönemlerde ise değişim hızlanıyor. İşte o zamanlar daha yoğun yaşanıyor. İnsan ne olup bittiğini anlamakta, yorumlamakta zorlanıyor.

Şu sıralar da böyle günlerden geçiyoruz. ABD’de seçilen yeni başkanın sözleri, eylemleri tüm dünyayı ters köşeye yatırıyor. Avrupa deseniz, bir farkı yok. Aşırı sağ almış başını gidiyor. AB de özellikle İngiltere’nin Brexit kararı sonrasında, yavaş yavaş eriyor.

Bizim bölgemize gelince, durum daha iç açıcı değil. Irak ve Suriye parçalanıyor. Buradaki değişim de ister istemez sınırlarımızdan içeriye nüfuz ediyor. 

*

Bu tablo karşısında bizim yapmamız gereken de, önce olan biteni anlamaya çalışmak. Sonra da şu soruları sormak: Dünyadaki bu değişim bizi nasıl etkiler? Biz bu denklemin neresindeyiz? Ve kendimizi en iyi nasıl konumlandırabiliriz? Yani evdeki hesabı çarşıya nasıl uydurabiliriz?

 

 YENİ DÜNYA DÜZENİ

 

Yazının Devamını Oku

Trump’a anında görüntü

4 Şubat 2017
GEÇTİĞİMİZ haftayı, Donald Trump’ın 7 Müslüman ülkeye vize yasağı kararının artçı sarsıntılarıyla geçirdik. Dünya resmen çalkalandı.

 Bu göçmen karşıtı, İslamafobik politika da tam anlamıyla “anında görüntü” verdi.

DÜNYA ÇALKALANIYOR

ÖNCE bu karara karşı çıkan yüzbinlerce Amerikalı, havaalanlarına ve meydanlara akın etti. ABD’nin Google, Apple, Twitter, Microsoft gibi en büyük sanayi devleri de karara karşı çıktı. Trump sempatizanı bir gazeteciyi, ABD’nin en köklü üniversitelerinden Berkeley’nin kampüsüne öğrenciler resmen sokmadı. Kampüs, Vietnam Savaşı’ndan bu yana en büyük ayaklanmasını yaşadı.

Ortadoğu ülkeleri bir yana, AB ve Avrupa ülkeleri de seslerini yükselttiler. İngiltere’de ana muhalefet olan İşçi Partisi’nin başlattığı “Trump’ın ülkemize ziyaretine izin verilmesin” kampanyasına, bir milyondan fazla kişi destek verdi.

Aslında Trump böylelikle içinde bulunduğumuz “ara dönem”in, geçiş döneminin altını çizmiş oldu. Bir yandan küreselleşmiş, ticareti ve bilgi akışı entegre olmuş bir dünyadayız. Diğer yanda ise küreselleşmeye karşı çıkan aşırı milliyetçi, yabancı düşmanı, İslamofobik kitleler... İşte şu an yaşadığımız da; bu iki yapının, hareketin bir arada olmasının yarattığı çatışma.

*

Trump’ın bu politikası, bir gerçeği daha ortaya çıkardı: Yeni ABD Başkanı Müslümanları ne kadar elinin tersiyle itiyorsa, Müslümanlar ve İslam da o kadar öne çıkıyor. Dünyanın dört bir yanından “Hepimiz Müslümanız” pankartları ve nidaları yükseliyor. Eski ABD Dışişleri Bakanı ve Amerikan siyasetinde hâlâ çok etkili olan Madeleine Albright, Twitter hesabından dayanışma için Müslüman olmaya hazır olduğunu bile yazdı.

Dolayısıyla; özellikle 11 Eylül sonrasında hep

Yazının Devamını Oku