Beyinde arandı, bulunamadı ‘Benlik nerede?’

Nörobilim alanında yıllardır yapılan araştırmalar beyinde ‘benlik’ kavramını yöneten sabit bir merkez bulunmadığını ortaya koyuyor. Gelinen nokta binlerce yıllık Doğu felsefelerini destekliyor.

Haberin Devamı

Beyinde arandı, bulunamadı ‘Benlik nerede’
 

Deneyler beyin yarım küreleri ayrıştığında sol beynin sağın komutlarını anlamlandırmak için hikâyeler uydurduğunu gösteriyor.

Yaşamı ve varoluşu sorgulamaya gönüllü her insanın muhakkak uğradığı soruların başında gelir: “Ben kimim?” Kendimizce yanıtlar üretiriz; kimilerimiz özgün ifadeler yaratır, kimilerimizse toplumsal vasıfları kendine yakıştırır. İnsanın varoluşuna anlam arayışı dünya felsefelerinin daimi meselesidir.

Batı felsefesi ‘benliği’ zihni ve bedeni kontrol eden, olayları ve durumları yöneten bir pilot gibi tanımlar. Doğu felsefesiyse ‘ben’ diye bir şey olmadığını, ‘kendim’ düşüncesinin bir sanrı ya da illüzyon olduğunu anlatır. Nörobilim alanında yıllardır yapılan araştırmalar da beyinde ‘benlik’ kavramını yöneten sabit bir merkez bulunmadığını ortaya koyuyor ve Doğu felsefelerini destekliyor.

Haberin Devamı

Peki, beynimizde benliği tanımlayan bir merkez yoksa şayet, ‘Ben buyum, ben böyleyim, ben şöyle bir insanım’ gibi fikirler nereden aklımıza düşüyor? Dahası, bulduğumuz yanıtlar gerçekten olduğumuz şeyi mi ifade ediyor, yoksa kendimizi öyle mi sanıyoruz? Benlik meselesinin bir karış derinine inerken, Batı’dan Doğu’ya üç farklı felsefenin yüzyıllar içinde keşfettiği yanıtlara uğramayı faydalı buluyorum. İlki, yeni çağ felsefesinin kurucusu René Descartes’ın meşhur kuramı: “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Descartes felsefesini sarsılmaz bir gerçeklik temeline dayandırma arayışındayken şüphe götürmeyecek bir hakikat olarak ‘düşünen unsurun varlığının kesin olduğuna’ kanaat getirmişti. Varlığın temel özelliğini düşünebilmek, yani bilinçli olmak şeklinde ifade etmişti.

Ortadoğu’ya hâkim Sufi felsefesindeyse benlik, nefs kavramıyla karşılık bulur. Nefsin bir yanılsama, kendini evrensel bütünlükten ayrı bir şey sanma hayali olduğu tasavvuf felsefesinde anlatılır. Çağdaş spiritüel anlayışta dünyanın manevi enerji merkezlerinden biri kabul edilen Anadolu’nun şairane bilgelerinden Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içeri” demesi eylemlerimiz üzerindeki hâkimiyetimizi sorgulatan, benlik bilincini şaşırtan bir öğretinin yolunu açar. Nitekim dervişlerin aydınlanma yolu da benlik sanrısını bitirmek ve hiçliğe dönüşmekten geçer. Daha da doğuya ilerlediğimizde, somut tanrı inancı bulunmayan Budizm felsefesinin benliği tümden yoksaydığını ve temel anlayışını bu fikir üzerine geliştirdiğini görüyoruz. ‘Bensizlik’ ya da ‘benlik yokluğu’ (no-self) şeklinde çevrilebilecek bu kavrama ‘anatta’ deniyor.

Haberin Devamı

Şimdi hepimiz, “Yahu varım işte, ben benim” diyecek olabiliriz. Haksız da sayılmayız! Peki bunun bir ispatı var mı? Buyurun bilimin açmaza girdiği noktaya... Konuya dair araştırmaların başlangıcı
40 küsur yıl geriye gidiyor. Epilepsi hastalığına çare arayan doktorlar Roger Sperry ve Michael Gazzaniga, beynin iki yarım küresi arasındaki bağlantıyı kısıtlayarak epilepsi nöbetlerini azaltabileceklerini düşünüyorlar. Haklı çıkıyorlar ve çalışmalarıyla 1981 yılında Nobel Ödülü’nü kazanıyorlar.

Haritada yok

Deneyleri sırasında ‘tesadüfen’ çok ilginç bir de keşif yaşanıyor: Dil merkezini barındıran beyin sol yarım küresinin, çevresindeki gerçekliği anlamlı kılmak için sürekli hikâyeler yarattığı veya uydurduğu! Deneyde beyin yarım küreleri ayrıştırılan bir hastanın sağ beynine ‘yürü’ komutu veriliyor ve hasta  ayaklanıp odadan çıkıyor. Bir başka hasta sağ beynine ‘gül’ komutu verilince kahkahalara boğuluyor. İlk hastaya neden yürüdüğü sorulduğunda “Aşağı inip meşrubat almaya gittim” yanıtını veriyor. Diğeriyse “Her ay buraya gelip bizi test etmenizle geçiniyor olmam çok komik!” diyor. Sağ tarafa veri girişi yapıldığından habersiz olan sol beyin bir anda beliren dürtüyü anlamlandırmak için gerçekte hiç olmayan sebepler uyduruyor. Üstelik bunlara katıksız biçimde ‘inanıyor ve emin oluyor’. Şimdi, gün boyu hissettiğiniz ve çevrenizden algıladığınız şeyleri ne kadar doğru anlayıp anlamadığınızı, ne derece yargıladığınızı düşünmek için bir parça durun lütfen...

Haberin Devamı

Gelelim en hararetli bölüme... Nörobilim ve bilimsel araştırmalar beyinde benlik merkezinin varlığını bir türlü keşfedemiyor. Dil merkezini, yüz tanıma merkezini, acı merkezini beyin haritasında gösterebiliyoruz fakat, ‘benlik merkezi’ denilen yere işaret edemiyoruz. Yine de nasıl bir insan olduğumuza ve kendimize dair sürekli tanımlama gayretleri içine düşüyoruz. Bazen olduğumuzdan aşağılarda bazense yukarılarda görüyoruz kendimizi. Öyle anlaşılıyor ki tüm bu çabalar, sol beynimizin ifade ihtiyacından ötesi değil. Yaptığımız nice tanımların ‘gerçekte olduğumuz şeyden’  bağımsız, anlık duygularla şekillenen bir yığın sanrıdan ibaret olduğu seziliyor.  

Haberin Devamı

Pekala, kendimizi sandığımız şeyle gerçekte olduğumuz şey arasında dengeyi bulmak için ne yapabiliriz? Kendi yöntemimi paylaşmak isterim. Benliğinize dair tüm duygusal ve zihinsel tanımlarınızı bir an için kenara bırakın. Evrensel gerçekliğe açılmanıza yardımcı olacak şu mantrayı tekrar edin: “Ben, benim. Ben, buradayım. Ben, benim.”

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları