Küçük dozajlı ‘Se7en’

Son dönemde karşımıza gelen yerli yapımlarda şu refleksi görüyoruz; yaratıcı ekipler kendilerince ‘parlak’ buldukları bir fikrin peşine takılıyorlar ama bu fikri sinematografik ifadeye ya da eli yüzü düzgün bir filme dönüştürmekte zorlanıyorlar.

Haberin Devamı

Bu durumda biz de perdeye yansıyan şeye film demekte zorlanıyoruz! Bu tablonun değişik bir tezahürü de özellikle Hollywood cephesinde yaşanıyor. Orada genellikle iyi bir fikir bulunuyor, bu fikir film boyunca da gayet iyi bir şekilde işleniyor ama iş finale gelince, varılan nokta geride kalan yekûnü ayakta tutmakta zorlanıyor. Yani final, filmin yükünü kaldıramıyor; son derece güzel ara sokaklar, caddeler, geniş, ferah ve çarpıcı bir alana, meydana açılamıyor.Bu haftanın yenileri arasında yer alan ‘Solace’, bahsettiğim dertlerden mustarip bir film.

Küçük dozajlı ‘Se7en’

Bir seri katilin peşine düşen iki FBI ajanı, Joe ve Katherine, emekli bir ‘medyum’dan yardım isterler. Başta bu fikre sıcak bakmayan ve acılı geçmişiyle yaşamakta kararlı görünen medyum, Katherine’in geleceğine ait zihninde beliren kimi görüntüler sonucu ekibe dahil olmaya karar verir.‘Solace’, ilginç fikirlerden hareket eden ama genel toplamda pek de tatminkâr olamayan bir film. Medyumda ‘Sir’ Anthony Hopkins elbette filme ve öyküye özel bir dokunuş katıyor ama reklamcılıktan gelen Brezilyalı Afonso Poyart’ın rejisi ve senaryo, ‘Se7en’ın yanı sıra, ‘Kuzuların Sessizliği’ ve ‘The Cell’ çağrışımları estiren ‘Solace’ı etkileyici bir filme dönüştüremiyor.

Yazarın Tüm Yazıları