Hepimizi saran bir ‘Sarmaşık’

Tolga Karaçelik’in ikinci uzun metrajlı çalışması ‘Sarmaşık’, ‘Bir memleket gibidir gemi’ sözünü tekrar hatırlatan, son derece etkileyici oyuncu performansları ve kulak kabarttığı meseleler itibariyle kayıtsız kalınmayacak bir film.

Haberin Devamı

Serdar Akar’ın 1998 tarihli yapıtı ‘Gemide’, küçük bir kum kosteri ölçeğinde yaşadığımız coğrafyanın kendine özgü çarpıklıkları üzerine, son derece sahici karakterler eşliğinde çok şeyler söyler. Filmin onca unutulmaz repliği arasında “Bir memleket gibidir gemi...”, bu topraklarda bir türlü değişmeyen gerçekler açısından belki de en akılda kalıcı olanı, en zaman ötesine uzananıdır.

Hepimizi saran bir ‘Sarmaşık’

Haftanın yerli seçeneklerinden Tolga Karaçelik imzalı ‘Sarmaşık’ da benzer şekilde bir gemi mürettebatından bir memleket profili çıkarıyor. Zorunlu olarak demirlemek durumunda kalan bu geminin elemanları adeta üzerinde yaşadığımız topraklardaki farklı kimliklerin ve bir türlü oluşturulamayan mozaiğin parçaları. Tıpkı memleket sathındaki karşılıkları gibi, geminin boğucu ve giderek Kafka’vari bir atmosfere dönüşen rutini karşısında kimlikler savunmadan hücuma, mazlumluktan zalimliğe uzanan bir çizgide gidip geliyorlar. Karaçelik’in bir önceki adımı ‘Gişe Memuru’ da göz önüne alındığında, genç yönetmenin saplantılı ve iç dünyaları hastalıklı karakterleri (ki o çok iyi bildiğimiz koşullarda başka seçenekleri, seçeneklerimiz yok) perdeye taşıdığını görmek mümkün. ‘Sarmaşık’ta bu refleksler daha ileri noktalara taşınıyor ve halüsinasyon boyutu giderek genişliyor.


Başka sulara açılıyor


Film başta Nadir Sarıbacak olmak üzere Kadir Çermik, Hakan Karsak, Özgür Emre Yıldırım, Osman Alkaş ve Seyithan Özdemir gibi isimlerden oluşan oyuncu kadrosunun üst düzey performanslarıyla karakterlerinin yaşadığı psikolojik gelgitleri ve uçtan uca savrulmaları çok başarılı bir 
şekilde yansıtıyor.
Öte yandan sanki finalde varılan noktayla öykü boyunca uğranan limanlar (kastettiğim gemi değil elbet, bir yerde demirlemiş bir biçimde duruyor) arasında sanki farklı bir ton var. Bu durum belki yaşananların psikolojik ifadesi ama film son bölümünde başka sulara açılıyor hissiyatı veriyor (ya da ben öyle 
algıladım).        
Son dönemde vizyona çıkan yapımlar arasında derdi, tasası olanı bulmak o kadar zor ki. Oysa tersi bir durumun abes olması lazım... Neyse, ‘Sarmaşık’ oyunculuk performansları, reji ve kulak kabarttığı meseleler bakımından es geçilemeyecek bir yapım, kaçırmayın derim...

Haberin Devamı


Yönetmen: Tolga Karaçelik
Oyuncular: Nadir Sarıbacak, Kadir Çermik, Hakan Karsak, Özgür Emre Yıldırım, Osman Alkaş ve Seyithan Özdemir
Türkiye yapımı

 

Haberin Devamı

İktidar olmak ya da olmamak...

 

Hepimizi saran bir ‘Sarmaşık’

William Shakespeare’in ünlü yapıtı ‘Macbeth’ bir kez daha beyazperdeye gölgesini aksettiriyor. Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel imzalı yapım, görsel yanıyla öne çıkıyor. Film, ‘Braveheart’la ‘Game of Thrones’ karışımı bir tada sahip.

 

Mesele sadece iktidar olmakta değil, kalmakta...’ William Shakespeare’in yüzyıllar önce kaleme aldığı ‘Macbeth’, özetle bunu demeye çalışıyordu. İlginçtir, insanoğlunun iktidarla girdiği her ilişki, bir şekilde dönüp dolaşıp İngiliz edebiyatçının hatırlattığı bu gerçeğin duvarına çarpıyor.
Peki ne anlatıyordu ‘Macbeth’? Hemen hatırlatalım: İskoç Kralı Duncan’ın akrabası Glamis Baronu Macbeth, savaş alanındaki en büyük destekçisi General Banquo’yla birlikte düşmanı mağlup etmiştir. Kral’la buluşmaya giderlerken yolda rastladıkları ‘üç cadı’, kimi müjdeler (!) verir onlara. Macbeth için önce ‘Cawdor Baronu’, sonra ‘Krallık’ unvanlarından bahsederler; Banquo’nun payına ise ‘Krallık hanedanına babalık’ görevi düşmüştür. Çok geçmeden Macbeth ‘Cawdor Baronu’ olduğunu öğrenir; bu onun içindeki ‘iktidar’ hırsının ilk tohumlarının filizlenmesi anlamına gelir. Süreci hızlandırmak gerektiğini düşünür ve yükselişine destek olan karısı Lady Macbeth’le birlikte şatosunu ziyaretine gelen Kral Duncan’ı öldürmeye karar verir. Plan gerçekleşir; sonrası Macbeth’in önlenemez yükselişidir...

Shakespeare’in 1599’la 1606 tarihleri arasında kaleme aldığına ve ilk kez 1611’de ünlü Globe Theatre’da sahneye konulduğuna inanılan ‘Macbeth’, elbette birçok kez sinemaya uyarlandı. Orson Welles, Akira Kurosava ve Roman Polanski, bu ünlü eseri daha önce perdeye taşıyan öncelikli isimler arasında. 2011 tarihli filmi ‘Snowtown’la tanınan Avustralyalı Justin Kurzel, ‘Macbeth’e yeniden el atmış ve ortaya son derece modern, görsel açıdan görkemli bir uyarlama çıkmış. Filmi “Bir nevi ‘Braveheart’ tadında” diye nitelendirmek de mümkün, ‘Game of Thrones’ seyircisine yönelik bir çaba olarak da... 


Polanski’yı aşmak zor


Peki bu hamleler nasıl bir oluşuma kapıyı aralamış? Doğrusunu söylemek gerekirse benim açımdan şöyle bir durum var; Kurzel’ın yorumunu izlemeden önce Polanski’nin bizde ‘Kanlı Saltanat’ adıyla gösterilen 1971 tarihli ‘Macbeth’ine göz attım. Böylesi bir hamle elbette, Kurzel’ın yapıtı adına talihsizlik oldu! Çünkü Polanski’nin filmi, belki de en iyi ‘Macbeth’ uyarlaması ve Polonyalı yönetmen sayesinde çıta o kadar yükselmiş ki, sonraki hamleler bazen nafile kalıyor. Kuşkusuz Kurzel de bu gerçeğin farkında olarak yeni bir adım atıp değişik bir uyarlamaya soyunmuş ve filminin ağırlık merkezini görsellik etrafında oluşturmuş. Ama bu sanki öykünün sözel etkisini azaltmış ve bazı bölümlerin de çabuk geçilmesine neden olmuş. Ya da Kurzel hızlı ve etkileyici bir film yapma uğruna kendince bazı budamalara gitmiş. Dolayısıyla metnin bazı dönemeçleri bu tercih uğruna ortadan kalkmış.
Orijinali bilmeyenler ya da mesela Polanski’nin uyarlamasına vâkıf olmayanlar için bir sorun yok, üstelik Kurzel’ın iddialı tarzı takdir bile toplayabilir ama benim gibi ‘geleneklerden’ yana bir seyirci prototipine yakın olanlar, sanırım geçmiş uyarlamaları tercih edecektir.
Oyunculuklara gelince: Son dönemin yükselen yıldızı Michael Fassbender ‘Macbeth’te elbette parlak bir performans sunuyor. Zaten öykü neredeyse tamamen onun üzerine kurulmuş. ‘Lady Macbeth’te de Marion Cotillard elbette belli bir standardı koruyor ama bu uyarlamanın tercihi Macbeth’e daha bir ağırlık vermek olduğu için, rolünün sınırları itibariyle az biraz geride kalmış gibi. Sean Harris, Paddy Considine ve de Mike Leigh’in ‘Naked’dan beri her daim ışıltılı oyunculuğuyla David Thewlis kadronun diğer isimleri olarak gayet iyiler. 
Sonuç? Malum, günümüzde kimse bir şey okumuyor. Sinema ayrıca böyle bir açığı da kapatıyor. ‘Macbeth’, meselelere okumaktan ziyade izleyerek vâkıf olmak isteyen seyirci profili için anlatım, tarz ve görsel üslup açısından gayet uygun bir uyarlama olmuş...

 

Haberin Devamı

Yönetmen: Justin Kurzel
Oyuncular: Michael Fassbender, Marion Cotillard, Sean Harris, Paddy Considine, David Thewlis, Elizabeth Debicki, David Hayman, Seylan Baxter 
İngiltere, Fransa, ABD yapımı

 

Diğer seçenekler

 

-James Dean’in ünlü fotoğraflarının nasıl çekildiğinin hikâyesi. Anton Corbijn’in yönettiği ‘Life’ta Robert Pattinson, Dane Dehaan ve Ben Kingsley rol alıyor.

-‘Aşka Özgürlük’, Laurel Hester ile Stacie Andree’nin gerçek aşk hikâyesiyle eşitlik, adalet ve medeni haklar mücadelesini anlatıyor. Yönetmen Peter Sollett, oyuncular Julianne Moore, Ellen Page, Michael Shannon.

-Batı Karadeniz’in bir köyünde umutsuzluk içinde sıkışıp kalan, yazgılarına boyun eğen mevsimlik orman işçisi iki kardeş ve oradan oraya savrulan bir kadının öyküsü. ‘Dolanma’yı Tunç Davut yönetmiş, oyuncular Muhammet Uzuner, Defne Halman, Baran Şükrü Babacan.

Yazarın Tüm Yazıları