Çatalhöyük unutuldu mu?

Göbeklitepe, Karahantepe, Çatalhöyük, gibi alanlar yaşam biçimi ve sanatı ile insanlık tarihini aydınlatırken pek çok soruyu da beraberindegetiriyor. Zihinleri zorluyor, düşündürüyor. Peki, yakın geçmişte yerli ve yabancı birçok meraklıyı kendine çeken Çatalhöyük ne oldu? Unutuldu mu? Hayır, ama ben bu hafta bu önemli neolitik alanı tekrar gündeme getirmek istedim çünkü Çatalhöyük’ün de bize anlatacakları bitmedi.

Haberin Devamı

Çatalhöyük unutuldu mu
Çatalhöyük’e ilk yaptığım ziyaret 2008 yılındaydı. Kazı alanında dolaşırken uygarlıkla ilgili bütün bildiklerimi unutmayayım, mekânları, araçları, ilişkileri, hastalıkları, ne yiyip içtiğimizi, inançlarımızı… Hatta uygarlık tarihine ilişkin bugüne kadar okulda öğrendiklerimi bir kenara bırakmalıyım diyordum kendi kendime, çünkü Çatalhöyük bana başka bir tarihin kapılarını aralamıştı. Sonra Göbeklitepe çıktı ortaya, 2010 yılında Göbeklitepe’de bugün binlerce ziyaretçiyi ağırlayan tapınak alanında kazılar henüz başlamıştı, üzerine branda örtüyorlardı çalışma olmadığı günlerde... Yeni bir sorgulama başlamıştı zihnimde insanlık tarihine dair, Göbeklitepe’nin, konumu, boyutları, tarihlendirilmesi ve yapılarının anıtsallığı ile Neolitik dönem için ünik bir kutsal alan olarak ortaya çıkartılması, alanın 12000 yıl boyunca doğal çevresi içinde dokunulmadan kaldığından önemli arkeolojik buluntu vermesi tüm dünyanın dikkatini tekrar Anadolu’ya çekmişti... Derken Karahantepe konuşulmaya başladı.

KARAHANTEPE

Haberin Devamı

Göbeklitepe kazıları, 21. yüzyılın belki de en önemli olaylarından birisidir. T biçimindeki dikilitaşlar dahil olmak üzere alandaki kült yapıların tümü, avcı-toplayıcı tarihin hiç de düşündüğümüz gibi yaşanmadığını gösterdi bize. Dünyada neredeyse tarihle ve arkeolojiyle ilgilenen tüm bilim insanları, gözlerini Göbeklitepe’ye çevirdi. Amaçları, binlerce yeni soruya yanıt bulabilmekti. Ama taşlar bir kere yerinden oynamıştı. En az Göbeklitepe kadar önemli ve bu bölgeye yakın bir yer daha, gün yüzüne çıkmayı bekliyordu; O da “ Karahantepe” idi.

DAHA ESKİ BİR YERLEŞİM

Kazılara 2019 yılında başlanan Karahantepe’de henüz yolun çok başındayız. Ancak yüzey taramaları ve jeomanyetik ölçümler gösteriyor ki Karahantepe yapıları 140.000 metrekarelik alana yayılan devasa bir kompleks. Birbiri ile bağlantılı olsa da farklı dört bölümden oluşan yapının ortaya çıkan bölümlerindeki tarihlendirme, Karahantepe’nin Göbeklitepe’nin çağdaşı olduğunu hatta Göbeklitepe’den daha eski bir yerleşim olduğunu bize gösterdi. İstanbul Üniversitesi Tarih Öncesi Arkeolojisi Anabilim Dalı Başkanı, aynı zamanda Göbeklitepe ve Karahantepe Kazılarının başkanı Prof. Dr. Necmi Karul, tarafından sürdürülüyor.
Göbeklitepe, Karahantepe, Çatalhöyük, gibi alanlar yaşam biçimi ve sanatı ile insanlık tarihini aydınlatırken pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. Zihinleri zorluyor, düşündürüyor.

Haberin Devamı

TEKRAR GÜNDEME TAŞINMALI

Çatalhöyük unutuldu mu
Peki, yakın geçmişte yerli ve yabancı birçok meraklıyı kendine çeken Çatalhöyük ne oldu? Unutuldu mu? Hayır, ama ben bu hafta bu önemli neolitik alanı tekrar gündeme getirmek istedim çünkü Çatalhöyük’ün de bize anlatacakları bitmedi. Konya’nın 45 kilometre güneydoğusundaki Çatalhöyük’te ilk yerleşimin Neolitik dönem olarak adlandırılan M.Ö. 7100’lü yıllara dayandığı düşünülüyor. Araştırmalar, en kalabalık olduğu dönemde 3000 ila 8000 kişinin burada yaşayıp, çalışıp, öldüğünü ortaya koyuyor. Bugün Konya’yı ziyarete giden birçok turist Çatalhöyük’ü ziyaret etmeyi unutuyor bence tekrar gündeme taşınmalı.

160 KONUTU ORTAYA ÇIKARDI

Haberin Devamı

Bölge, 11 Kasım 1958’de İngiliz arkeologlar David French ve James Mellaart tarafından keşfedildi. Mellaart, Türk ve uluslararası araştırmacılar ve Türk işçilerden oluşan büyük bir ekiple, 1961–1965 yılları arasında Çatalhöyük’te kazılar yaparak 160 konutu ortaya çıkardı. Aynı zamanda, buluntuları geniş çaplı olarak kamuoyuna duyurdu ve Çatalhöyük’ün dünya çapında tanınmasını sağladı. 1960’lı yıllardan bu yana devam eden kazılar, M.Ö. 6000’e tarihlenebilecek, yoğun şekilde kullanılmış bir neolitik yerleşim yerini uygarlık tarihine kazandırdı. Mellaart’tan 28 yıl sonra 1993’te bir başka İngiliz araştırmacı Ian Hodder höyük üzerinde yeniden araştırmalara başladı.
Ian Hodder’ın önderlik ettiği Çatalhöyük Araştırma Projesi, 1993 yılından beri dünyanın en eski topluluklarından birinin avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçiş sürecine ve sosyo ekonomik organizasyonuna ışık tutmak için araştırmalarını sürdürüyor.

Haberin Devamı

NEREDEN NEREYE

Önceki yıllarda Kayseri’nın birkaç kilometre doğusundaki Kültepe’de yapılan kazı çalışmaları sırasında gün ışığına çıkarılan ve Asur kolonilerine ait olduğu varsayılan yazılı tabletler, Anadolu’nun tarih-öncesine son veren ve yazılı tarihinin başlangıç noktası sayılan buluntuları oluşturuyordu. Böylece Anadolu’nun tarihi de M.Ö. 2000’den başlar diyorduk. Akdeniz’le Karadeniz ve Mezopotamya ile Ege arasındaki önemli bir geçiş noktası olduğu anlaşılan bu bölge, tarihin bilinen en eski kentsel yerleşimlerinden biri olarak kabul edilen Konya yakınlarındaki Çatalhöyük’e yaklaşık olarak 100 km uzaklıktaydı.

TEKRAR KAZILDI

Çatalhöyük unutuldu mu
Çatalhöyük’ün öyküsü ise yaklaşık 9000 yıl öncesine kadar gidiyor. Duvar resimlerinden bu bölgede Neolitik çağ boyunca aralıksız 800 yıl süren bir yerleşimin var olduğu tahmin ediliyor. 1960’larda James Mellart tarafından keşfedilen ve kazılan Çatalhöyük, yaklaşık 30 yıllık bir aradan sonra 1993 yılından itibaren çok farklı teknikler kullanılarak, Prof. Ian Hodder’ın başkanlığındaki uluslararası bir ekip tarafından tekrar kazılıyor. Yerli ve yabancı çeşitli üniversitelerden gelen 70 dolayındaki akademisyen ve öğrenci tarafından 11 yıldır sürdürülen kazı çalışmaları M.Ö. 7000 yılına ait olan bölge haricinde M.Ö. 5 binli yıllara ait olduğu sanılan ve Batı Çatalhöyük olarak adlandırılan bir başka yerleşimi de ortaya çıkardı.

Haberin Devamı

10 NÜFUSLU EVLER

İlk yerleşmelerden birisi olması nedeniyle, insanlık tarihi açısından büyük önem taşıyan Çatalhöyük’te gün ışığına çıkarılanlar bununla sınırlı değil. Yıllar süren kazılar sonunda insanlığın ilk barınma biçimleri, ev mimarisi ve toplumsal ritüellerine dair bir hazine çıktı ortaya adeta. Ortaya çıkarılan ve genellikle 2 oda, depo, mutfak ve kilerden oluşan Çatalhöyük evleri bugün hala kullanılan evlere benzemekle kalmıyor, kullanılan malzeme de aradan geçen binlerce yıla karşın neredeyse hala aynı: “Kerpiç”… Üstelik günlük geçim derdi de pek değişmemiş. Çatalhöyük’ün on bin yıl önceki sakinleri de buğday ve mercimek yetiştirip birbiriyle akrabalarıyla yaklaşık 10 nüfuslu evlerde yaşarlarmış!

HER EVİN KENDİ DUVARI VAR

Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklinde olması nedeniyle çatal sıfatını almış. Yerleşimin, yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlarda ortaya çıkarılmış. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişik, ama ortak duvar yok, yani her evin kendi duvarı var. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev yapılmış izlenimi veriyor. Bu bitişik duvarlar nedeniyle şehirde sokak yok. Ulaşım düz damlar üzerinden sağlanıyor. Şehri sınırlayan ve koruyan sur duvarları niteliğinde herhangi bir buluntuya da rastlanmamış. Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç ve kamış. Evlerin temel derinlikleri yüksek değil. Duvarlar arasında ağaç dikmeler bulunuyor. Bu dikmeler üzerine gelen kirişler ise düz tavanı taşıyor. Tavan üst örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış kil toprak. Evler tek katlı ve kapısız, eve giriş-çıkışın damda açılan bir delikten merdivenle olduğu tahmin ediliyor. Her ev, bir oda ve bir depodan oluşuyor. Odaların içinde dörtgen ocaklar, duvarların ön kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm arasında değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen nişler var. Duvarlar sıvalı, sıva üzeri beyaza boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmış. Kutsal odalar diğer odalara nazaran daha büyük. Bu evlerin içindeki duvar resimlerinin yanında orijinal boğa başı, koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş trofeleri duvarlara aplike edilmiş. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri ile hayvan figürleri de görünüyor. Duvarlara resmedilmiş olan akbabalar tarafından parçalanan başsız insan figürlerinin ise ölü gömme adetleri ile ilgili olduğu sanılıyor. Akbabalar tarafından et kısmı yenerek temizlenen kemikler toparlanarak hasırlardan yapılmış bir örtüye sarılır ve ev içindeki şekillerin altına gömülürmüş. Şekiller altında yapılan araştırmalarda çok sayıda iskelet ortaya çıkarılmış. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, kesici aletlerden taştan baltalar, deniz kabuğundan yapılmış boncuklar konmuş.

ANA TANRIÇA KÜLTÜRÜ

Çatalhöyük kazısında ele geçen heykelcikler bize ana tanrıça kültürünün ( tapınma ) başlangıcı ve zamanın inançları hakkında özgün bilgiler veriyor. Pişmiş toprak ve taştan yapılmış bu heykelcikler 5 ila 15 cm arasında değişen büyüklükte. Şişman, iri göğüslü, büyük kalçalı ve zaman zaman doğum yapar vaziyette tasvir edilmişler. Bu özelliklerinin bolluk ve bereketi temsil ettiği düşünülüyor. Çatalhöyük’te ele geçen alet ve malzemelerin hemen hepsi taş, pişmiş toprak, baltalar, sığ tabaklar, yüksek kabartma bereket tanrıçası motifleri ile süs eşyası olarak kullanılan bilezik ve kolyeler. Pişmiş topraktan iri taneli hamura sahip, çarksız siyah ve kiremit renkli kaplar ve çanaklar bulunmuş. Ayrıca ana tanrıça ve mukaddes hayvan figürü de pişmiş topraktan yapılmış. Kemikten yapılmış kesici ve delici aletler ile obsidyenden yapılmış mızrak ve ok uçları Çatalhöyük’te kullanılan en önemli malzemeler.

 

ÇATALHÖYÜĞE ÇATI

Çatalhöyük unutuldu mu
Çatalhöyük antik kentinde çalışma sürdürülen bölümün üzeri neyse ki özel bir çatıyla kaplandı. Böylece artık antik kent doğa koşullarına maruz kalıp tahrip olmuyor. Tasarımı hem kazıyı sürdüren ekip hem de ziyaretçilere uygun şekilde yapıldığı vurgulanan çatının bombeli olması, hem havalandırmayı kolaylaştırıyor hem de yapıya zararlı suyun uzaklaştırılmasına katkı koyuyor. Çatıda kullanılan malzeme de arkeolojik alanın görülmesi için önemli olan gün ışığını eşit şekilde dağıtmaya elverişli.

ÇATALHÖYÜK’TEN NOTLAR:

Çatalhöyük unutuldu mu
Çatalhöyük insanları tekerleği bilmiyordu, arabasız bir dünyada yaşıyorlardı.
Çatalhöyük’te Metal keşfedilmediği için av ve kesici aletler obsidiyen denen bir tür volkanik camdan yapılıyordu.
Dünyanın ilk şehri kabul edilen Çatalhöyük’te evlere çatıdan giriliyor ve evler birbirine bitişik olarak inşa ediliyordu, sokak ve cadde yoktu.
İnsanlar evlerin duvarlarını beyaza boyuyor ve bu duvarları çeşitli resimlerle süslüyorlardı. Dünyanın ilk haritası kabul edilen ve buradaki bir yerleşimi gösteren bir duvar çizimi de bulunanlar arasında.
Çatalhöyük yerleşimi için bilim insanları medeniyetin eşiğindeki insanların yeri diyorlar ve bilinen ilk tarım toplumlarından birisi olarak kabul ediliyor.
Çatal höyükle ilgili ilginç projeler gerçekleştirildi. Bunlardan biri yöre kadınlarının ellerine fotoğraf makinaları verilerek Çatalhöyük yöresini istedikleri gibi fotoğraflamalarının istenmesiydi. Sonra bu fotoğraflar sergilendi. Geçen yıl ise ilköğretim öğrencilerinden başvuranlara birer günlük Çatalhöyük kazı kursları verildi. Halen daha çevre köylerden insanlar kazılarda çalışıyorlar.

ÇATALHÖYÜK’TE YEMEK

Son yirmi otuz yıl içinde, eski insanların tarih öncesi ne yediklerini ve nasıl bir beslenme düzenine sahip olduklarını keşfetmeye yarayan teknik aletlerin sayısı oldukça arttı.
Phyllis Pray Bober’in yazdığı, Antik ve Ortaçağda Yemek Kültürü adlı kitap geçmişin beslenme biçimlerini çözümlemede oldukça yararlı bilgiler veriyor.
Çatalhöyük’teki kapısız ya da alçak kapılı konutlarda ne pişirilirdi? Çok sayıda yerleşim katının üst üste geldiği höyüğü çevreleyen ovaya, ilk bakışta solucan türü küçük yaratıkların leşleri saçılmış sanılır. Ama sonunda bunların baklagillerden yaban burçağının kurumuş kabukları olduğu anlaşılır. İskandinavyalı paleobotanikçi Hans Helbaek bu kabukların Çatalhöyük’te evcilleştirilmiş hayvanlar, özellikle keçi ve koyunlar için yem olarak işe yaradığı sonucuna vardı.

ÖĞÜTME TAŞLARI VARDI

Çatalhöyük halkı, alüvyonlu toprakları ve ırmaktan hiç olmazsa mevsimlik sağlanan sulama sayesinde, en az 14 değişik yenebilir bitkinin tarımını yapmış görünüyor. Evlerin çoğunda bu tahıl ürünlerini öğütmek için eyer biçimli öğütme taşları vardı. Çatalhöyük’te oturanların çanak çömlek öncesi dönemde bile lapa pişirmeyi bildiklerinden kuşku yok. Kaynatma işi, daha önce belirtilen taşları kızdırma ve sonra ağaç kaplardan birine daldırma yöntemiyle yapılıyordu. Yassı ekmekleri ocağın ortasına yerleştirilmiş bir taşın üzerinde pişirmiş olmalılar, öbürlerini ise fırınlarda...
Yazar Çatalhöyük’teki evlerden birinde bulunan meşe palamutlarından yola çıkarak, ekmek hamurunun ve sütün mayalandığını, belki de yoğurt ve ayran yapıldığını öne sürebiliyor. Bober, ovada yetiştirilen mor bezelye, mercimek ve av hayvanları kullanılarak lezzetli yemeklerin pişirildiğinin düşünülebileceğini belirtiyor. Ayrıca yemeğin, küçük ekşi elma gibi yaban meyvelerle, bolluğundan geçilmeyen badem, çam fıstığı ve ardıç ağacından toplanan meyvelerle tatlandırılabileceğini de savına ekliyor. Paleobotanikçi Helbaek de çitlembiğin bütün yerleşim katlarında bulunuyor olmasından yola çıkarak, meyvesinin suyundan şarap yapılabileceği düşüncesini ortaya atıyor.

Yazarın Tüm Yazıları