Türk Kızı Operası

Orta Asya’daki Türk kızlarının eşlerini sınavla seçtiklerini biliyor muydunuz? Peki ya bunun, yazılmış en güzel operalardan birinin konusu olduğunu?

Haberin Devamı

Türk Kızı Operası

İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin muhteşem Turandot sahnesi

Sokak röportajlarını izliyor musunuz? Bazen izliyorum, çok sinirim bozuluyor. Açın sosyal medyayı, izleyin, sizin de siniriniz bozulsun. Doğrusu, sokakların bu kadar çok bilgisiz, kara cahil insanla dolu olmasını aklım almıyor. Sokaklarda kim var ki? Sen, ben, bizim oğlan/kız, konu-komşu… Sunucu soruyor: “Mısır Piramitleri Türkiye’den kaçırıyormuş. Ne diyorsunuz?” diye, ciddi ciddi cevap veriyorlar. Eminim arada, “Deli misiniz kardeşim, bu ne biçim soru? O piramitler 6 bin yıldır orada duruyor” diye yanıt veren de vardır ama Mısır Piramitlerinin Türkiye’den kaçırılışı üzerine ciddi ciddi yanıt veren o kadar çok ki, aklı başında birinin yanıtına sıra gelmiyor. Ya da çok basit, “Kıbrıs nerede?” diye soruyorlar, “Arabistan’da… İtalya’da… Güneydoğu’da… Afrika’da…” gibi yanıtlar havalarda uçuşuyor. 2023’te Musul ve Kerkük’ün bizim olacağına, topraktan petrol fışkıracağına, Lozan’da birçok şeyimizi Avrupalıya kiraya verdiğimize falan inananların haddi hesabı yok.

Haberin Devamı

YANLIŞIN BEDELİ

Türk Kızı Operası

Timur'un türbesi Gûr-ı Emîr

Sokakta sorulan bir soruya yanlış, çok yanlış, korkunç derecede yanlış cevap vermek suç değil. Cezası da yok. Olmamalı da zaten. Ama mesela okul yıllarında “Lozan’da mülkleri kiraya verdik” deseydin alır sıfırı otururdun. Veya “Mısır Piramitleri Türkiye’den çalınmış” deseydin tarihten, “Kıbrıs İtalya’da” deseydin coğrafyadan sınıfta kalmakla kalmaz, psikosomatik bir rahatsızlıktan şüphelenileceği için zekâ testine gönderilirdin.
Hele tarihin kimi aşamalarında ve edebiyata yansımış kimi anlatılarda sorulara yanlış cevap vermek çok daha ağır sonuçlar doğurabilirdi. Bugün bu öykülerin en tanınanlarından birine yanaşacağız. Yanlış cevap vermenin veya yanlış olmasa bile soruyu doğru bilememenin ölümle cezalandırıldığı bir öykü bu. Zaten pek çoğumuz (sokak röportajlarında kendilerinden olağanüstü emin şekilde, gerine gerine, kasıla kasıla en korkunç, gülünç ve göz yaşartıcı derecede hatalı yanıtları verenler hariç) öykünün varyasyonlarına aşinayızdır. Keloğlan masallarında bile vardır. Hatalı cevapla gelen ölüm. Öykümüze geçelim.

Haberin Devamı

İMPARATOR BAHÇESİNDE BAŞKA İMPARATOR

Çin İmparatoru Altum’un kızı Çin Prensesi, evlilik çağına gelmiştir. Nedense kocasını da saçma sapan yollardan bulmaya karar verir. Prenses, adaylara üç soru soracaktır, ama bilemeyenin de kellesi uçacaktır. Tabii sorular kimse bilemesin diye özellikle seçildiğinden, kimse bilemez! Şansını en son denemiş olan İran Prensi, ne yazık ki başarısız olmuştur ve akşam ay doğduğunda idam edilecektir. İdam vakti yaklaştığında sarayın önü hınca hınç doludur, halk birikmiştir, insanlar itişip kakışmakta, saray muhafızları kimseyi saraya yaklaştırmamaya çalışmaktadır. Bu hengâme içinde yaşlı ve kör bir adam yere düşer, hizmetçisi genç kız çığlıklarla yere düşen efendisi için yardım ister. O kalabalık içinde kızın çığlıklarını duyan genç ve yakışıklı bir adam, bir bakar ki yerde yatan zavallı adam, uzun zaman önce kaybettiği babası, Tatar (Türk/Moğol) Kralı Timur’dur! Yanına gider, kavuşurlar. Genç ve yakışıklı adam Tatar Prensi’dir. Timur’un hizmetçisi olan genç kızın adı da Liu’dur ve Timur’un, oğluna aktardığına göre, Liu’dan başka herkes onu terk etmiştir. (Biraz Kral Lear kokuyor burası ama olsun, zevkli.) Bu arada Liu da kendini bildiğinden beri Prens’e yanıktır ama belli edemez tabii.

Haberin Devamı

AŞK DENEN KÖRLÜK

İdam vakti gelir, İran Prensi getirilir. Fakat İran Prensi öyle yakışıklıdır ki, herkesin içi gider, merhamet duygusu alanı sarar ve kalabalık, Çin Prensesinden onu affetmesini ister. Prenses çıkar gelir, yüzünde hiçbir ifade yoktur ama olağanüstü güzeldir. Bizim Tatar Prensi de onu görür görmez âşık olur. Tutturur “Prensesle ben evleneceğim” diye. Çevresindeki herkes onu vazgeçirmeye çalışır ama vazgeçmez tabii. (Vazgeçseydi öykü olmazdı.) Tam o sırada İran Prensi idam edilir, hemen ardından Tatar Prensi Saray’ın önündeki büyük gongu üç kez çalarak Prensesle evlenmek için aday olduğunu resmî olarak bildirmiş olur. Çin Prensesi de pencereden adaylığı kabul eder.

ÜÇ BİLMECE

Haberin Devamı

Sabah gündoğumundan sonra Tatar Prensi, Prenses’in yanına gelir ve sorular başlar. İlk soru şöyledir: “Her akşam doğan ve her sabah şafakla ölen nedir?” Prens hemen cevabı yapıştırır: “Umut!” Prenses şaşırır ve hemen ikinci sorusunu sorar: “Ne çok sıcak ve kor kırmızı bir alev gibi titreyip durur?” Prens bir an düşünüp verir cevabı: “Kan!” Artık Prenses sarsılmıştır zira kimse bu aşamaya gelememiştir. (Bilgisayar oyunu gibi, level atlanıyor. Tek fark, yedek can yok, kelle doğrudan gidiyor.) Üçüncü soru gelir: “Ne buz gibi soğuktur ama ateş gibi yanar?” Prens bu kez hemen cevap veremez, düşünmeye dalar; bu sırada Prenses de yanıtın verilemeyeceğinden emin olarak aday Prensle alay etmeye başlar. Fakat tam o sırada akıllı Tatar’ın kafası çok iyi çalışır ve yanıtı patlatır. Yanıt, Prenses’in kendisini, adını haykırır Prens: “Buz gibi soğuk ama ateş gibi yanan sensin Prenses. Sen, Turandot!”

Haberin Devamı

BİLDİN Mİ BİLEMEDİN Mİ?

Fakat Prenses, biraz Shakespeare’nin Hırçın Kız’ını andırır şekilde öfkeye kapılır, babası İmparatorun ayaklarına kapanır ve kendisini bu adamla evlendirmemesi için yalvarır. Fakat İmparator bereket versin ahlaklı biridir ve verilen sözün kutsal olduğunu, sorulara doğru yanıt verilmesi halinde Turandot’la evlenilmesine dair imparatorluk sözü verildiğini, sözün tutulmasının da kutsal bir görev olduğunu anlatır. Prenses ağlamaya koyulurken Tatar Prensi, yani müstakbel koca, Prensese yeni bir teklif sunar: “Benim adımı bilmiyorsun Prenses. Eğer yarınki gündoğumundan önce adımı doğru söylersen, idama razı olurum.” Bu lüzumsuz teklifi kabul eder tabii Turandot ama İmparator üzgündür, genç Tatar Prensinin damadı olmasını istediğini itiraf eder.
Turandot, emirler verir, Pekin halkı o gece uyumayacaktır (muhtemelen Prensin adını bilen birilerinin bulunabilmesi için). Tellallar salınır şehre ve herkes Prensesin emirlerini haykırır sokaklarda: “Kimse uyumasın!”

TABİİ Kİ BİR OPERA AMA…

Bu öykü, (isme aşina olanlar anladı tabii) Puccini’nin Turandot simli operasına ait. Öykünün sonrası, hemen her opera eserinde olduğu gibi biraz trajedi, (Liu intihar eder vs) biraz hüzün, biraz gülümseme… Puccini tamamlayamamış eseri, ömrü yetmemiş ama başkaları tamamlamışlar. Bizim için çok önemli olmasa da söyleyelim, Prensin adı Kalaf’tır ve Turandot’un kalbini bir şekilde kazanmıştır, evlenirler.
Diyebilirsiniz ki, “Sen ki dünya kültürlerinin kaynağını-kökenini, dününü-bugününü yazan adamsın, ne diye bize operadan söz ediyorsun?” Ben de derim ki, “Haklısınız ama biraz sabır rica ederim. Çünkü bundan daha güzel bir kültürel çorba zor bulunur.”

NESSUN DORMA

Türk Kızı Operası

Luciano Pavarotti (1935 - 2007)

Puccini’nin eseri Turandot, aslında kendisinden önce yazılmış aynı adlı eserlerin sonuncusudur. Diğerlerini dinlemedim ama uzmanların belirttiğine göre aynı zamanda en güzeli de bu. Hani yukarıda tellalların sokaklarda “Kimse uyumasın!” diye bağırdığını yazmıştık ya, işte Prens Kalaf da o sırada kendisine olan güvenle bir arya okur. Nasıl olsa işler istediği gibi gidecektir, kimse uyumasa da olur ve o da aryasında “kimse uyumasın” der: “Nessun dorma!” Lütfen YouTube’da açınız bu aryayı bir diğer çok değerli İtalyan Pavarotti’den dinleyiniz. Zaten arama motoruna doğrudan Nessun Dorma yazsanız, o geliyor karşınıza. Neyse… Evet son Turandot Puccini’ninki.
Kaynağı ise çok enteresan. Genceli Nizamî’nin 1197’de tamamladığı 5011 beyitlik mesnevîsi “Heft Peyker”. Dilimize çevrildi, rahatça alınıp okunabilir. Neft Peyker, “Yedi Suret” demek. Sasani İmparatoru Beşinci Behram’a ait 7 öykü anlatılır eserde. Bunlardan birinde de bir şehzade, çok güzel bir şehirde, güzelliği dillere destan, avcılıkta üstün, ilimlerde ilerlemiş, çok yetenekli ve bilgili bir prensesin evlenmek için adayları işte böyle değişik denemelerden geçirmeye karar verdiğini görür ve benzer bir öykü gelişir.

ORTA ASYA’DA TÜRK KADINI

Öykünün asıl yazarı -ki evrensel bir öyküdür, köklerinin çok daha eskilere ve hatta yazı öncesi sözlü geleneğe dayandığını sanıyorum- Genceli Nizami, adı üzerinde Genceli. Yani bugün Azerbaycan’daki bir kentte doğmuş. Yani Türk/Turan kültürü içinde.
Bakınız, Orta Asya’da Türk kızları, sonradan farklı kültürlerin etkisiyle ezilip eve tıkılan tipte değildi ve erkekler her ne yapıyorlarsa onu yaparlardı. At binerlerdi, ok atarlardı, güreşir veya dövüşürlerdi vs. Eşlerini de böyle seçerlerdi (geleneksel anlayış. Elbette istisnalar var) ve kendilerini “yenemeyecek durumda olan erkeği” eş seçmezlerdi. Bunun izlerine Dedem Korkut Öyküleri’nde de rastlarız. Ayrıca, bilmece sormak, sözlü geleneğin en önemli ve uzun zaman sürdürülmüş bir sınavıdır. Sınavsız eş seçilmez ve Türk/Turan geleneği, sınavı erkeğin değil kadının yaptığını söyler. Turan’ın neresi olduğunu haritalardan görebilirsiniz. Amacım Türkçülük/Turancılık yapmak değil, durumun tespitine gayret etmekteyim.

TÜRK KIZI

İşte öykümüzün son halkası. “Turandot” ismi. Turandot ne demek? Neden bir prensesin adı Turandot? Bir kere, orijinal öyküde Nizami, Türk/Turan geleneğini yazmış ama Avrupa’ya gidip hafif değişen öyküye Batılı yazarlar/besteciler, biraz daha egzotik bir hava vermek isteyerek hadiseyi Çin’e taşımışlar ama içindeki Turan (Türk yurdu) özellikleri kalmış. Turandot, Farsça bir isim çünkü Turan ismi zaten Farsça. Yani bizim bildiğimiz Turan’dan söz ediyor “dot”tan önceki bölüm. Peki ya dot ne? Sanskrit dilinde duhitr, Farsçası dokhtar, Osmanlı Türkçesine de girmiş “duhter” diye. “Kız çocuğu” demek. İngilizce “daughter” yok mu, o işte. Hint-Avrupa dil ailesi böyle bir şey. Yani Turandot, Turan Kızı demek. Daha geniş anlamda Türk Kızı. Bilgili, zeki, ilimlere, sporlara ve becerilere sahip, özgür, eşini sınavla seçecek kadar özgüvenli Türk Kızı.
Sanırım, Pavarotti’den Nessun Dorma’yı dinlerken “Acaba ne anlatıyor?” diye düşünmüşlüğünüz vardır. Belki açıp okuyanlar, öğrenenler de olmuştur ama olayın bu kadar “Türk” olduğunu fazla tahmin eden olmamıştır. İtalya’dan yola çıkıp soluğu Orta Asya’da alınca, kültürlerin ne kadar iç içe geçtiğine şaşırmamak, heyecanlanmamak elde değil.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Yüksek sıcaklıklar devam ediyor, yağmur beklenmiyor ve rüzgâr kuvvetli. Önümüzdeki üç gün boyunca poyraz bildiğimiz gibi güçlü esmeye devam edecek, öğleden sonraları karanın ısınmasıyla gücü artacak, sonra yavaşlayacak. Aman gözünüzü seveyim, sağa sola sigara izmariti falan atmayalım. Havalar bu durumdayken ormanda mangal yakmazsak ölmeyiz, yakmayalım. Dünya genelinde ormanlar yanıyor, tükeniyor, bitiyor. Yarın nefes almak çok zor olacak. Kuru otlara, ormana ateşle girmeyelim. Lütfen. Sağlıcakla…

Yazarın Tüm Yazıları