Adem’in kaburgası

Havva’nın, Âdem’in kaburgasından yaratıldığı anlatısı Kuran’da geçmez ama hepimiz biliriz. Çünkü anlatı eskidir. Çok eski.

Haberin Devamı

 

Adem’in kaburgası

En önemli şifa ve lezzet kaynaklarımızdan biri olan elmayı, kim ne diye yasak meyve diye uydurdu, bilemiyoruz. Foto Marek Sstudzinski - Unsplash

BU hafta için yazmayı uzun süredir planladığım konu, bir anda gündem olunca şaşırdım doğrusu. İnancın (adı üzerinde inanılan şey) toplumsal huzuru bozacak, birbirimize saldırmaya yarayacak bir şey olmadığı açık. Çünkü inanç tam tersini, huzuru ve barışı hedefler. Birbirimize “selam” veririz binlerce yıldır. “Selamet” dileriz. Selam, bize Arapça “salâm”dan gelmiştir ama Akadca “şalamu”, o dilden türemiş İbranice “şalom” ile aynı şeydir. “Sağ salim olma, güvende olma, barış içinde olma” anlamlarını taşır. İslamî selamlaşmada söylenen “selamünaleyküm” sözcüğü, kimilerinin sandığı gibi “Allah’ın selamı üzerine olsun” değil, “barış ve huzur üzerinize olsun” demektir. Birbirine barış ve huzur dileyen bir toplumun nasıl olur da bir kaşık suda fırtınalar kopartarak birilerini linç etmeye çalıştığını anlamak gerçekten güç. Biz bu değiliz. Sanırım sinirlerimiz epey bozuk.
Haklı olarak ecdadı ile gurur duyan bu toplum, asırlarca, -bakın “asırlarca” yani yüzlerce yıl boyunca- Yahudisi, Ermenisi, Katoliği, Ortodoksu ile kapı komşusu idi. Birbirimizden yemek tarifleri aldık, birbirimizle halleştik, dertleştik, dert ortağı olduk; memleketin önemli makamlarında her inançtan insan oldu, daha önce yazmıştı; en güzel bestelerimizin, efkâr bastığında dinlediğimiz birbirinden güzel şarkılarımızın çoğu bu güzel komşularımızdan geldi. Mutfağımızı şenlendiren, damak çatlatan yemeklerin önemli kısmı komşu mutfaklarından. Asırlar boyu çan sesi ile ezan sesi birbirine karışırken, o güzel insanların torunları nasıl olur da birbirinin kuyusunu kazmaya yeltenir bu kadar hevesle? Eğer gurur duyulan ceddimiz gibi hoşgörülü olamayacaksak, hiç olmazsa onlara layık olmaya çalışmak gerekmez mi?

Haberin Devamı

ÖRNEĞİN TÜRK KÜLTÜRÜ

Haberin Devamı

Adem’in kaburgası

Sümerce Enki, Akkadca Ea isimli tanrı.

Burada çok defa yazdığım gibi (ki sadece ben değil, yüzlerce yazarın bu konuda anlattıkları rafları süsler) hiçbir toplum, mantar gibi bir anda bitivermez. Toplumlar mantar gibi bitmediği için kültürler de öyle aniden ortaya çıkıvermezler. Kültür, çok kapsamlı bir kavram. İçinde yok yok. Bir toplum ne yer, ne içer, ne ile eğlenir, ne ile hüzünlenir, neler üretir, neye inanır, ne anlatır, hangi dilde konuşur, okur, yazar, komşularıyla ilişkisinde nasıl davranır, neye güzel der neye çirkin, ne giyer, hangi renkleri sever, saygıdan ne anlar, ahlaktan ne anlar, erdemden ne anlar vb. Bunların hepsi kültürün içine girer. Zaman konusunda da geniştir. “Türk kültürü” dendiğinde, Orta Asya’dan başlar, bugüne gelir. Kimileri “bizim kültürümüz” dediği şeyi, sadece kendi mahallesi ile sınırlandırır. Yanlıştır. İster sev, ister sevme, kımız içen Türk de senin kültürünün parçasıdır, rakı içen de, ayran içen de, çay içen de. Müslüman Türk de senin kültürünün parçasıdır, Musevî Türk de, Süryani olan da, Budist olan da. Aradan birini iyi, birini kötü ilan edemezsin çünkü hepsi senindir. Atalarından bazılarını reddetme lüksün olmadığı gibi, kültürünün parçalarını da reddedemezsin. İstediğin kadar “Benim öyle dedem yok” diye reddet, o vardır ve seni sen yapanlardan biridir.

Haberin Devamı

KABURGA MESELESİ

Adem’in kaburgası

941 yılında İranlı hükümdarların yaşadığı, bugün Azerbaycan'da bulunan Meraga'da İbn Bahtişu tarafından yazılmış, minyatürlü Menafi El-Hayvan kitabından, Asyalı (Moğol) bir Adem-Havva resmi.

İşte bu geniş kültür kavramı, hiçbir toplum için “aniden” ortaya çıkıvermemiştir tarih boyu, çünkü öyle şey mümkün değildir. Her toplum kendinden önceki toplumlardan, komşularından, şunlardan bunlardan etkilenir ve mutlaka tarih boyunca duyup biriktirdiklerini kendi kültürüne aktarır, dâhil eder. Çevre kültürlerden etkilenir. Bakınız size ispatlayayım. Örneğin Havva’nın, Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı öyküsünü duymayan var mı aramızda? Hepimiz (haydi diyelim çoğumuz) bunu biliriz. İyi ama nereden biliriz? Kuran’da böyle bir şey geçmez bile. Kuran’a göre ikisi birlikte, tek nefisten yaratıldılar. Peki nerede geçer bu kaburga hikâyesi, nereden çıkmıştır? İşte bugünkü konumuz bu.
Konuyu bilenler hemen cevabı yapıştırdılar: “Kaburga öyküsü Tevrat’ta geçer.” Doğrudur, Tevrat’ta geçer ama öykü, çok daha eskidir.

Haberin Devamı

TEKVİN’LE BAŞLAYALIM

Kısaca Tevrat’a göz atarak başlayalım. (Bu arada, konuyu uzun uzun Erkek Denizinde Kadın Gemiler isimli kitabımda ele aldığımı da hatırlatayım ilgilenenlere.) Anlatı, Tevrat’ın hemen başındadır. Tekvin (Yaratılış) kitabının ikinci bölümünden itibaren Adem ile Havva anlatılır. Gerçi birinci bölümde “Ve Allah insanı (altıncı günde) kendi suretinden yarattı, onları erkek ve dişi olarak yarattı ve onları mübarek kıldı. Onlara dedi: ‘Semereli olun ve çoğalın, yeryüzünü doldurun’...” (Tekvin I/27 vd.) dendikten sonra ikinci bölümde Adem’in yaratılışına geçilir ama burada yoruma girecek değiliz, yazılı olana bakıyoruz.
İkinci bölümde anlatılanı, mealen ve özetle aktarayım. Allah, yerin toprağından adamı yapar. (II/7 vd.) Burnuna hayat nefesini üfler ve adam yaşayan can olur. Şarka doğru Aden’de bir bahçe diker, adamı bahçeye koyar. Bahçeye, yenilmesi güzel ağaçlarla birlikte iki çok önemli ağaç da ilave eder. Biri “hayat ağacı”dır, diğeri “iyilik ve kötülüğü bilme ağacı”. Bu ikinciye “bilgelik ağacı” da diyebiliriz. Aden’den bir ırmak çıkıp dörde bölünür, ikisi Dicle ve Fırat’tır. Diğer iki nehir Pişon ve Gihon’dur ki bugün hangi nehirlere karşılık geldikleri tam bilinmemektedir. Allah adama emrederek, “iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin, yersen aynı gün ölürsün” der. Kimileri bu yenmesi yasak meyveye “elma” der ama ne yazık ki elma, hiçbir kaynakta zikredilmez. Belli ki birisi zamanında kolaylık olsun diye elma demiş ama aslı astarı yok bunun. Devam edelim.

Haberin Devamı

BÜTÜN YAŞAYANLARIN ANASI

Adem’in kaburgası

Giulio Clovio'nun 1546'da tamamladığı bir kitaptan Adem-Havva detayı.

Allah, adama bir “yardımcı” yapmaya karar verince onu uyutup kaburga kemiklerinden birini alır ve ondan bir “kadın” yapar. (Gördüğünüz gibi henüz adamın ismi yoktur.) Adam, kadına “Nisa” ismini verir ve der ki, “Çünkü o insandan alındı. Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak ve karısına yapışacaktır ve bir beden olacaklardır.” Burada “insan” denilenin, sadece erkeği kastettiği çok açık. Derken ortaya yılan çıkar (ki yılan da yoktur Kuran’da, şeytan vardır) ve kadına der ki, “O ağaçtan yerseniz hiç de ölmezsiniz, sadece gözleriniz açılır, iyiyi kötüyü bilir ve Allah gibi olursunuz.” (III/5) Kadın da meyveden alıp yer, kocasına da verir, o da yer. Bir anda gözleri açılır, çıplak olduklarını anlarlar ve incir yaprakları ile kendilerine önlük yaparlar. Olayı gören Tanrı, adama ve Nisa’ya çok kızar, tabii onları kandıran yılana da. Hepsini bahçeden gönderir. Âdem ismini ilk kez üçüncü bölüm, 17’nci ayette görürüz. Devamında Âdem karısının adını “Havva” koyar. Ve denir ki, “Çünkü bütün yaşayanların anası oldu.” Bunun arkasından Tanrı, “İşte adam iyiyi ve kötüyü bilmekle bizden biri gibi oldu ve şimdi elini uzatmasın ve hayat ağacından alıp yemesin ve ebediyen yaşamasın.” (III/22)
Yasak meyveyi yemeden önce Âdem ile Havva, hiçbir şey bilmiyorlardı. Yedikten sonra “bilmeye” başladılar. Ama yemedikleri bir meyve daha vardı ki o da ölümsüzlüktü. Onu yemedikleri için ölümlü oldu insanlar ama yasak meyveyi yedikleri için de bilgili. Bu anlatım, Kuran’da da vardır. Acaba fazla tepki gösterilen şarkıda, Âdem ile Havva’nın henüz o meyveyi yemedikleri, hiçbir şey bilmedikleri, Cennet’te mutlu mesut, dertsiz tasasız “şahane” bir yaşam sürdükleri dönemlerine mi bir gönderme var? Bilemem ama çok üzerinde durulacak bir şey gibi gelmiyor bana.

GELDİK YİNE MEZOPOTAMYA’YA

Gelelim işin özüne. En başta dedik ya hani, hiçbir toplum, hiçbir kültür mantar gibi bitivermez diye. Bu sayfada defalarca işledik. Tevrat, Kenan diyarının, bugünkü Lübnan, Filistin, Ürdün bölgesinin kavimlerinden birinin kutsal metnidir. Bu bölge, Mezopotamya ile binlerce yıl boyunca çok yakın ilişki içindeydi, aynı tanrılara farklı isimler vererek tapındılar, aynı teolojik öyküleri anlattılar birbirlerine. Mezopotamya dediğimizde akla gelen ilk hangi kavimdir? Elbette Sümerler.
Sümerlerin en önemli tanrılarından biri Enki’dir. Enki, eşi tanrıça Ninhursag’ın gazabına uğrayıp hastalanır ama yine imdadına karısı yetişir. Hastalıklarını iyileştirmek için Ninhursag, kendi özünden başka tanrıçalar yaratır. Ninhursag Enki’ye sorar: “Neren ağrıyor?” Enki yanıtlar: “Kaburgalarım ağrıyor!” Ninhursag der ki, “Öyleyse senin için Tanrıça Ninti’yi yaratıyorum.”

HAYATIN VE KABURGALARIN EFENDİSİ

Ninti, Enki’nin kaburgalarını iyileştirmek için yaratılmıştır. Nin, Sümerce “hanım/efendi” demektir, “ti” ise “kaburga”. Yani Ninti “Kaburga Hanım” veya “Kaburgaların Efendisi Hanım”dır. Yazılı ilk “kaburga” öyküsü budur ama durun hele, daha söyleyeceklerimiz var. “Ti”, sadece kaburga demek değildir. Bir diğer anlamı da “yaşam”dır. Yani “hayat.” Eğer “ti”nin bu anlamını alırsak Ninti, “Hayat Veren Hanım” ya da “Hayatın Efendisi Hanım” anlamına gelir.
Başa dönelim. Havva ismine... Kuran’daki Havva, Tevrat’ta da “Hawwah” olarak geçer. Çünkü bu ismin tüm Semitik (Sami) dillerdeki söyleşiyi budur. Sözcüğün kökeni ile ilgili tartışmalar halen sürmektedir ama en çok kabul gören açıklama “Havva”nın, “yaşamak” veya “yaşatmak” anlamındaki “hâyah” köküyle veya “hayat” anlamındaki “hayya” ile ilişkili olduğudur. (İslam Ansiklopedisi) Ne diyordu Tevrat’ın ilgili bölümü: “Adını Havva koydu, çünkü o bütün yaşayanların anası oldu.” Yani hayat verdi! Dedim ya, hiçbir toplum, hiçbir kültür mantar gibi tek başına ve bağımsız öylesine bitivermez.

FIRIN-MERCİMEK

İşte böyle sevgili dostlar. Konunun buraya sığdıramayacağım çok fazla detayı, budağı var ama gelin biz huzurla, hepimizin çok sevdiği Barış Manço’nun o güzel şarkılarından birini dinleyip, kafamızın dağınıklığını biraz durultalım: “Adem Oğlu Kızgın Fırın, Havva Kızı Mercimek.” Bütün sözlerini değil ama son kısmını paylaşalım, her şeyi de çok kafaya takmayalım.
“Tanrı böyle buyurmuş
Dünya böyle kurulmuş
Her Adem oğluna bir Havva nasip olmuş
Yedi iklim dört bucak inanmazsan git de bak
Nuh’un gemisinde bile fırın mercimek dolmuş
Adem oğlu kızgın fırın Havva kızı mercimek”

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

BUZ!

MARMARA’ya karayel hâkim. Nadir olur, olduğunda da böyle buz olur. Hava çok soğuk, sıfır ve altında Marmara’da. Epey kar da bekleniyor. Çok uzatmayayım, buz gibi bir hafta sonu ve devamında da bir süre bizi bekliyor anlaşılan. Dikkatli davranılması gereken bir zaman. Çok mecbur kalmadıkça da yollara çıkılmaması kuşkusuz önemli. Bol limon, portakal ve lahana öneririm. Sağlıkla kalınız.

 

Yazarın Tüm Yazıları