Yarımada nihayet

ÖTEDEN beri bir serzenişimiz vardır.

Haberin Devamı

“İzmir kamu yatırımlarından yeterince pay alamıyor” diye.
Doğrudur... Ama nedense, bir kamu yatırımı gelmeye kalktığında da karşı çıkarız.
Mesela Çeşme Otoyolu’nda böyle olmuştu.
Sonraları İstanbul Otoyolu, Konak Tüneli, Körfez geçiş tünel ve köprüsü... Hep itirazlarla karşılaştı...
Karşı çıkışları iki kategoride toplamak mümkün.
Birincisi, daha dar sayıda kişi ve kurumun “istemezükçü” tavrı.
İkincisi ise AK Parti’ye oy vermeyen seçmenlerin iktidar projelerine “alerjik” yaklaşımı.
Bakınız, ülkenin nüfusu 83 milyon oldu.
İzmir nüfusu 4 milyon kişiyi geçiyor. İnsanlara aş ve iş gerekli.
Her türden yatırıma tabii ki “evet” denemez.
Tabii ki, İzmir’e nükleer santral yapılmasına hep birlikte karşı çıkabiliriz, tabii ki “korumak” en iyisidir.
Ama insan denen varlık gerçeğimiz ise tabiatın istismarı kaçınılmazdır.
Mesele ve marifet yatırımların tolere edilebilir bir zararla, tahribat oluşturmadan hayata geçirilmesidir.
Mesela taş ocaklarının dağları yok etmesini kimse istemez, ama mıcır kullanımından vazgeçmek mümkün müdür?
Konuyu Çeşme Yarımadası’ndaki turizm yatırımına getirmek istiyoruz.
Turizm Bakanı yarımadanın atıl kısımlarını ayağa kaldıracak çok etkili bir proje açıkladı.
Tabiatla uyumlu bu proje hayata geçirdiğinde 100 bin genç insana istihdam olanağı sağlanacak.
Çok yıllar önce Turgut Özal’ın hayali bir anlamda gerçekleşmiş olacak.
O zaman malum İzmirliler ayağa kalkmış ve turistik yatırımlar Antalya’ya kaydırılmıştı.
Şimdi, yine bahse konu projeye karşı çıkanların sesleri duyulmaya başlandı.
Karşı çıkışlar, “İzmir köy kalsın, biz mutluyuz”dan başlıyor, rant hırsının tabiatı mahvedeceğinden dem vurularak, “Arap sevmezliğe” kadar genişletiliyor.
Açık söylemek gerekirse; turizm yatırımlarına da karşı çıkıyorsak, o zaman her türden yatırıma tavırlıyız demektir.
Bu tutum kabul edilebilir değildir.
Kimse kusura bakmasın...

-----

Bir şişe su 50 TL

Haberin Devamı

GEÇTİĞİMİZ hafta bir vesile ile İsviçre’nin Zürih kentinde 4 gün geçirdik.
İsviçre, hiç şüphesiz, insanlara ve doğaya saygının zirve yaptığı bir ülke.
Her şey intizam içinde, sürpriz yok gibi, hayatın her alanı tariflenmiş medeni bir hayat düzeni var İsviçre’de...
Bahse konu güzide ortam bazılarına monoton ve sıkıcı gelebilir.
Böyle düşünenler lütfen Türkiye curcunasını da yüceltmesinler.
Neyse, konumuz bu değil...
İsviçre zengin bir toplum. Kişi başı gelir 82 bin dolar seviyesinde. (Ülkemizde bu rakam 10 bin doların altında)
İsviçre’de sıradan insanların bile aylık gelirleri 5 bin euro mertebelerinde.
Ama gelin görün ki, hayat Türkiye’ye göre müthiş pahalı.
Sıradan bir cafede şişe suyu 7 euro (takribi 50 TL) olduğu, 800 metrelik bir mesafe için, hele yanınızda çocuk varsa 50 euro ödediğiniz, sıradan bir pizzacıdan kişi başı 40 euro hesabın geldiği bir ülkeden söz ediyoruz.
Adeta günlük tüketim harcamalarında bazı kalemlerde 1 euro = 1 lira gibi...
Bahse konu pahalılığın etkisini azaltabilmenin yolu evlere kapanmaktan geçiyor herhalde.
Satın almaya çalıştığınız her şeyin içinde “İsviçreli insan” katkısı varsa bir anda fiyatlar yükseliyor.
Siz taksiciye 50 euro ödüyorsunuz, o da berberine benzer para ödeyip tıraş olabiliyor.
Diğer Avrupa ülkeleri de aynı şekilde ucuz değil...
Ancak İsviçre’de ölçü kaçmış gibi...
İktisatçıların “Satın Alma Gücü” paritesinden sıklıkla söz etmesinin önemini kavrıyorsunuz.
Türkiye bu hesaba göre dünyanın 13’üncü ekonomisi ve kişi başı geliri 28 bin dolar mertebelerinde hesap ediliyor.
Hakikaten bizim ülkemiz, yeme-içme, ulaşım gibi tüketim harcamaları yönünden değerlendirildiğinde hiç de İsviçre’nin sekizde biri gibi durmuyor ve bu tespit asla bir “züğürt tesellisi” değil...

Yazarın Tüm Yazıları