Önce Bahriye, sonra Şeyh Şamil ve tabii ki Rock and Roll

Yakın zamanda kaybettiğimiz Türkiye’de popüler batı müziği tarihinin efsane ismi Durul Gence’nin yaşam öyküsü

Haberin Devamı

Sahnenin önüne yerleştirilen iri gövdeli timpani, onun repertuarının alameti farikası olan Şeyh Şamil’in habercisiydi her zaman. Durul Gence programa başladığında herkes gecenin zirve noktasının Şeyh Şamil olacağını bilirdi. Ve o an beklenirdi. Durul Gence kuvvetli bir tempoyla yürüyen bu geleneksel Kafkas şarkısının ortasına doğru baterinin başından kalkar, eline “mallet” denilen ucu yumuşak bir dokuyla kaplı özel bagetleri alıp solo bölümü için timpaninin başına gelirdi.

Önce Bahriye, sonra Şeyh Şamil ve tabii ki Rock and Roll
Durul Gence benim 1990’lı yılların başından itibaren tanıdığım, çok sevdiğim bir dostumdu. Hatta beni bas gitar çalmaya teşvik ederek yaşamımda önemli bir pencere açtı. Sonradan onunla birçok ortamda birlikte müzik yapmak, onun yanında çalmak gibi bir ayrıcalığa da sahip oldum. Çok önemli bir müzisyendi ama ondan önce büyük bir gönül insanıydı. Çevresine hep iyilik, sevgi ışığı ve güven duygusu yayan biri oldu. Onu çok özleyeceğim. Sedat Ergin

Şeyh Şamil’deki solosunu büyük bir ciddiyetle icra ederdi. O an salonda herkes pür dikkat kesilir, çıt çıkmazdı. Çalgıdan yükselen tok, boğuk seslerin yarattığı gerilimle birlikte sanki bulunduğu mekandan ayrılıp Kafkaslar’a, Şeyh Şamil’in efsanesinin hala hüküm sürdüğü o zor topraklara doğru bir yolculuğa çıkardı. Timpaniden çıkan ve daha çok bir çatışmayı çağrıştıran o sesler, muhtemelen ruhunun derinliklerinde Kafkas Kartalı’nın atlılarının seslerine karışırdı.

Şeyh Şamil’le birlikte aslında kendi köklerine, Kafkasya coğrafyasına doğru uzanırdı. Aile soyağacına baktığımızda da, geçen yüzyılın başında Azerbaycan’ın kuzeybatı sınırındaki Şeki’de başlayan, göçlerle önce Dağlık Karabağ’da Şuşa’ya, oradan aileye soyadını da veren Gence kentine kadar uzanan bir güzergahın izlerini görüyoruz.

Bu yolculuk babası Mehmet Gence’nin ailesiyle birlikte küçük bir çocuk olarak 1910’ların sonlarında Erzincan’a ayak basmasıyla artık Türkiye sınırları içinde devam edecektir.

Askeri okula giren babası Mehmet Gence yarbaylığa kadar yükselecek ve 1940’da Ankara’da doğan oğlu Durul’u da bahriye subayı olarak yetişmesi için İstanbul Heybeliada’daki Deniz Lisesi’ne, eski adıyla Bahriye Mektebi’ne kaydedecektir. 1954 yılında 14 yaşında ayak basar Deniz Lisesi’ne Durul Gence.

‘GENÇ DENİZCİLER’ ORKESTRASI KURULUYOR

Deniz Lisesi, ona yaşamındaki en önemli pencereyi açar. Evet, babası deniz subayı olması için onu Heybeliada’ya göndermiştir ama o buradan bir müzisyen olarak ayrılır. Deniz Lisesi’ndeki en yakın arkadaşlarından biri Türkiye’nin ilk rock and roll şarkıcılarından biri olan Erkut Taçkın’dır. Okul bandosunda elinde bagetlerle trampetle kurduğu ilişki, Durul Gence’nin kader çizgisini de belirler. Daha lise yıllarında Erkut Taçkın ve piyanoda Erkan Gürsal ile ilk gruplarını kurarlar. “Genç Denizciler” isimli bu orkestranın diğer üyeleri Güngör Yücel ve Ersin Yüce’dir.

Önce Bahriye, sonra Şeyh Şamil ve tabii ki Rock and Roll

Haberin Devamı

"Genç denizciler" sahnede

Haberin Devamı

1950’lerin ikinci yarısında çekildiği anlaşılan bu fotoğrafta Durul Gence davul çalarken piyanonun başında Erkan Gürsal (Somer Soyata) var. En solda Erkut Taçkın ve Güngör Yücel. Sağdaki vokalist muhtemelen Ersin Yüce.

Ülkedeki ilk rock and roll orkestralarından birinin disiplini esas alan bir askeri okulda kurulması Türkiye’ye özgü bir durum olmalıdır. 1950’lerin ortalarından söz ediyoruz. Lise kısmını bitirdikten sonra subay olarak yetişmek üzere Deniz Harp Okulu’na başlar. Tabii bu orkestranın etkinlikleri yalnızca Heybeliada’da kalmayacak, hafta sonları İstanbul’un bazı mekanlarında, okullarda konserlerde sahne almalarına kadar uzanacaktır. Konser verdikleri okullardan biri de Galatasaray Lisesi’dir.

Sonuçta Durul Gence ve Erkut Taçkın cephesinde müzik ağır basar ve 1959 yılına Deniz Harp Okulu’ndan ayrılırlar. 2019 yılı sonunda vefat eden Erkut Taçkın’ın “ElvisTurk.com” sitesine verdiği bir mülakata bakılırsa, aslında “kendilerini attırmışlardır.” Okuldan ayrılan bir diğer grup üyesi de Güngör Yücel’dir. Buna karşılık Ersin Yüce ve Erkan Gürsal okulda kalıp albaylığa kadar terfi ederler. Sonradan kurmay subay olup Güney Deniz Saha Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevini üstlenen Erkan Gürsal sahnede Somer Soyata ismini kullanır.

Ancak sınıf arkadaşlarının temas ve müzikal beraberlikleri hiç kesilmez. Gence, Taçkın, Yüce, Gürsel ve Yücel 70’li yaşlarına vardıklarında da bir araya gelip vokal yapacaklar, örneğin Brothers Four grubunun ünlü “Green Fields” şarkısını söyleyeceklerdir.

“Bahriyeli” olmak Durul Gence’nin kimliğinin en başat öğelerinden biridir. Deniz Harp Okulu’ndan mezun olmasa da kendisini her zaman önce bir Bahriyeli olarak görmüş, bu yönüyle hep gurur duymuştur. 2001 yılında Hürriyet’ten Yener Süsoy’a verdiği bir mülakatta dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Alpkaya (2001-2003) ile devre arkadaşı olmaktan duyduğu mutluluğu anlatırken “Bülent Amiral o zaman da çok prensip sahibi bir arkadaşımızdı. Sevgili Bülent’in gelecek vaat ettiği o günlerden belliydi. Çok istikrarlı bir şekilde yükseldi ve sonunda hak ettiği yere geldi”  diye konuşacaktır.

Gence, 14-19 yaşları arasında o camiada bulunmasının kendisinde “bozulmayacak sağlam temel taşlar oluşturduğunu” vurguluyor aynı mülakatta: “Bendeki Bahriyelilik ruhu hiç ölmedi, ölmeyecek. İnsan bir işi yaparken şarkı söyler, ben marş söylerim. “ 

Ve parmağında Deniz Harp Okulu’nun yüzüğünü hep taşımıştır.

Önce Bahriye, sonra Şeyh Şamil ve tabii ki Rock and Roll

Haberin Devamı

2010 konseri öncesinde

Durul Gence 2010 Mayıs ayında İstanbul’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda Gürer Aykal’ın yönettiği klasik müzik orkestrası eşliğinde çalan dörtlü grubuyla bir prova esnasında. Sağdan sola Büyükelçi Burak Gürsel (gitar), Büyükelçi Murat Sungar (piyano), Durul Gence ve Sedat Ergin (bas gitar). Grup, Murat Sungar’ın “Pop Sinfonietta” isimli bestesini icra etmişti.

ANKARA VE SWEATERS DÖNEMİ

Deniz Harp Okulu’ndan ayrıldıktan sonra ailesinin yanına Ankara’ya döner ve 1960 yılında ODTÜ idari bilimler fakültesine kaydolurken kendisini başkentte son derece canlı bir müzik ortamının içinde bulur Durul Gence. Ankara’da ağırlıklı olarak TED Ankara Koleji öğrencilerinin kurduğu ve daha çok Amerikan tarzı pop şarkılarını seslendiren bir grup olan Sweaters rüzgarı esmektedir o dönemde.  Vokal grubunda Alp Arıkoğlu, Burak Gürsel, Erdem Kayaalp, Kemal İnan ve Murat Sungar, gitarda ise Ferit Ergin, piyanoda Caner Tunaman, kontrbasta Emin Fındıkoğlu  ve davulda Cansın Onaran yer almaktadır Sweaters’ın ilk formatında.

Durul Gence’nin gruba baterist olarak katılımından bir süre sonra“Genç Denizciler” grubundan Erkut Taçkın ve Güngör Yücel’in de Ankara’ya gelmeleriyle birlikte 1961 yılında iki grubun kısmi birleşmesiyle önemli bir dönüşüme uğrar Sweaters. Yeni formatta Erkut Taçkın ve Güngör Yücel vokal bölümünü üstlenirken, Murat Sungar piyanoda, Burak Gürsel gitarda, Caner Tunaman basta ve Durul Gence davulun başındadır. Orkestra Ankara’nın muhtelif mekanlarında sahne alırken, müzik çalışmaları Durul Gence’nin öğrenciliğinin önüne geçmeye başlar. Bu arada Üstün Poyrazoğlu’nun profesyonel çalışması yolundaki önerisini kabul ederek orkestrasına katılır. Sonuçta Durul Gence’nin ODTÜ’deki öğrenciliği uzun süreli olmaz.

Önce Bahriye, sonra Şeyh Şamil ve tabii ki Rock and Roll

Haberin Devamı

İşte muhteşem beşli

1960’lı yılların ikinci yarısında Türkiye’nin en ünlü orkestrası olarak kabul edilen Durul Gence 5 bir arada: Soldan sağa arkada Attila Özdemiroğlu, Durul Gence ve Ahit Oben. Ön sırada Mehmet Şahinbaş ve Mehmet Horoz.

Sonrasındaki dönem, 1960’lı yıllar boyunca önce Ankara, ardından İstanbul’da devam edecek olan profesyonel müzik hayatıdır. Ankara döneminde birçok plak kaydında da yer alır. Türkiye’nin en önemli şarkıcılarından biri olarak sivrilecek olan Alpay’ın 1963 yılındaki ilk 45’lik plak kaydı “Norma Mia”da davulu Durul Gence çalmaktadır.

ÖNCE DURUL GENCE 5

1965 yılında hayatının en kritik kararlarından birini alıp İstanbul’a taşınmaya karar verir ve burada Durul Gence-5’i kurar. Buna yaparken attığı stratejik bir adım, birçok enstrümanı (keman, vibrafon, flüt, trombon)  olağanüstü bir beceriyle çalabilen Attilla Özdemiroğlu’nu da İstanbul’a davet edip birlikte çalmaya ikna edebilmesidir. Durul Gence-5’i diğer enstrümanlarda Mehmet Horoz (bas gitar), Ahit Oben (klavye, piano) ve Mehmet Şahinbaş (gitar) tamamlar.

İstanbul’da büyük bir rüzgar estirir Durul Gence-5. Daha önce müzik mekanlarında çalınan pop müziğinde Fransızca ve İtalyanca şarkılar ön planda iken Durul Gence-5 ile Amerikan standartları ağırlık kazanır. Kentin önde gelen gece kulüplerinde kendi repertuarlarını çalarken, aynı zamanda pek çok ünlü sanatçıya da eşlik ederler. Ayrıca, o dönemde birçok ünlü şarkıcının 45’lik plak çalışmalarında da stüdyo orkestrası olarak Durul Gence-5’i görürüz. Örneğin Ajda Pekkan’ın ilk dönem 45’liklerinden 1966 yılındaki “İki Yabancı” ve “Dönmem Sana”da Durul Gence-5 vardır.

O yıllarda pop müziğinde Türkçe söz yazılan yabancı cover şarkılarda bir patlama yaşanırken, grubun plakta eşlik ettiği sanatçılar arasında Tayfun, Rüçhan Çamay, Ertan Anapa, Erkut Taçkın, Tanju Okan, Özdemir Erdoğan sayılabilir

Bu dönemde yakın çalıştığı isimlerden biri pek çok plağında ve sahnesinde kendisine eşlik ettiği Ajda Pekkan’dır. Durul Gence, o yıllarda sahne hayatına yeni başlamakta olan şarkıcının her zaman destekçisi olmuştur. Ünlü şarkıcı, kendisiyle sohbetimizde şarkıcı olarak başlangıç döneminde Durul Gence’nin büyük desteğini gördüğünü belirterek şöyle konuştu:

Kendimi hep güvende hissediyordum. İnanılmaz çalıyorlardı. Şarkıcılığa başlarken kendime güveniyordum, ancak ‘acaba’larım vardı. Onların arkamda olması çok önemli oldu. Durul benim için bir başlangıç oldu. Onların bana inanması da çok önemliydi. Aslında onlarla müzik yapmak okul bitirmek gibi bir şeydi. Ayrıca, Durul şahane bir insandı. İnsan gibi insandı. Herkese iyi davranırdı. Ondan sadece gerçek dostluk görürdünüz.”

Önce Bahriye, sonra Şeyh Şamil ve tabii ki Rock and Roll

Haberin Devamı

Bahriye Mektebi’nin davulcusu

Durul Gence’nin bu fotoğrafın arkasına düştüğü nottan 15 Aralık 1956 tarihinde çekildiğini anlıyoruz. Yani Durul Gence henüz 16 yaşında Deniz Lisesi’nin ikinci sınıfında okuduğu yıl. Fotoğraf Deniz Harp Okulu’nun ikinci sınıfı için düzenlenen çayda çekilmiş.

SONRA DURUL GENCE 10

Durul Gence’nin önemli bir yönü, sürekli arayış içinde olması, yenilikçi hamleler yapmasıydı. İşte bu arayışları onu nefesli çalgıların ağırlıklı olduğu büyük orkestra kavramına götürdü. Ve Durul Gence-5’in 1968 yılında dağılmasından sonra 1969 yılında Durul Gence-10’u kurdu. Grup, üç trompet, bir trombon, iki saksafon, iki bateri, bir gitar ve bastan oluşuyordu. Yenilikçiliği, aynı zamanda ilk kez iki davul konseptini getirmesi ve o dönemde piyasanın en yetenekli genç davulcularından Cezmi Başeğmez’i yanına almasıydı. Bas gitarı sonradan Türkiye’nin en değerli bestecilerinden biri olarak müzik tarihine geçecek olan Onno Tunç çalıyordu.

Büyük orkestra kavramı aslında ilk kez 1967 yılında Emin Fındıkoğlu’nun müzik direktörlüğünde kurulan ve Erkut Taçkın’a eşlik eden “Big Soul Band” ile ortaya çıkmıştı. 1969 yazında da yeni kurulan İstanbul Gelişim de bir ara ve nefeslilerin yanı sıra yaylı çalgılar bölümü de alarak 23 kişiye çıkmıştı.

Ancak büyük orkestraların sürdürülebilirliği kolay değildi. Bu dönem uzun süreli olamadı. O dönemden geriye kalan Durul Gence-10’un 1969 yılında çıkardığı bir konser albümü ve bir de 45’lik plak var.  Bu plağın ön yüzünde “Şeyh Şamil”, arka yüzünde ise “Ceddin Deden” diye bildiğimiz klasik mehter marşı “Hilal” başlığıyla yer alıyor.  Bu yüksek ritmi, nefeslilerin kuvvetli yorumu ve bir bu kadar önemlisi iki davulcunun gürül gürül sololarıyla bildiğimizden çok farklı bir mehter marşı.  Her iki şarkı da müzikal fikir olarak kafasında yönelmek istediği istikameti, yani geleneksel, yerel olanla, Batı formları arasında bir sentez arayışını gösteriyordu. 

Tabii, hem Durul Gence-5’in hem de Durul Gence-10’un altı çizilmesi gereken bir yönü daha vardı. Her ikisinde de birinci solistliği yumuşak bir tonu olan sesiyle bizzat kendisini üstleniyordu. Türkiye’nin en önemli caz müzisyenlerinden gitarist Neşet Ruacan, Durul Gence’nin bu yönünü TRT’ye şöyle anlatacaktı:

“Durul, çok enteresan, çok iyi bateri çalıyor aynı zamanda şarkı söylüyor. Bu ikisini, yani davulculuğu ve şarkıcılığı aynı anda yürütmek biraz zordur. Yani bateri çalarken belli bir zaman, tempo içindesiniz ve ona rağmen temponun dışındaymış gibi başka bir şarkıcı söylüyormuş gibi rahat bir tempoda aynı anda şarkı söyleyebiliyor. Bu çok fazla insanın yapabileceği bir şey değildir.”

AVRUPA’DA YAŞADIĞI HAYAL KIRIKLIĞI

Durul Gence, 1972 yılında müzik kariyerinin yüksek bir noktasında iken yine kritik bir karar alır.  Türkiye’deki profesyonel müzik hayatını bitirip Avrupa’ya gitmeye karar verir. Yıllar sonra TRT’de kendi hayatını anlatan belgesele konuşurken, bu kararının gerisindeki nedenlere de açıklık getiriyor.

Özellikle kulüp patronlarının müzisyenleri suistimal ettiklerini kuvvetli ifadelerle kayda geçiriyor. Kendi gerçek kimliği dışında bir Durul Gence imajı oluşturulduğu gerekçesiyle basından da şikayetçidir. Türkiye’deki müzik hayatından çekilmesini Namık Kemal’in ünlü Hürriyet kasidesinden “Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten” dizesi ile süsleyecektir.

Ama belli ki müzik anlayışıyla ilgili arayışları da söz konusudur. Neden yurtdışı tercihinde bulunduğunu müzik yazarı Murat Meriç’in “gazeteduvar”da yayımlanan ve kendisini konu alan “45 Yıl Saklı Kalmış Hazine” başlıklı yazısındaki şu ifadelerinden aktaralım:

“Benim gibi düşünen ve kafası kafama uyan birkaç müzisyen arkadaşla uzaklara gitmek, sessiz sakin bir yerde biraz vakit geçirip  müzikal eğilimlerimizi yeniden keşfetmek, bugüne kadar yaptıklarımızın üzerine neler katabileceğimizi görmek istiyorduk.”

Bu arayış onu 1973-74 yıllarını geçirdiği Norveç’e getirir. Beraberindeki ekipte klavyede Uğur Dikmen, soprano saksafonda İrfan Sümer ve basta Oğuz Durukan vardır. “Asia Minor Mission”, adını da aldığı Anadolu’nun motiflerini, ezgilerini, batı formlarıyla, caz dokusuyla harmanlamaya çalışan, etno caz denilebilecek bir müziği hedefler.

Gelgelelim bu grup Norveç’te verdikleri bir dizi konsere rağmen kalıcı olmaz ve dağılır. Durul Gence, tek başına Hollanda’ya geçerek bir süre burada yaşar, “Black Cat” ve “Boo Song” isimli iki şarkısının kaydını yapar. Bu durağı Almanya izleyecektir.  1970’li yılların ikinci yarısının önemli bir bölümünü Almanya’da geçirir. Hamburg’da kaldığı yıllar profesyonel müzikten uzaklaştığı bir dönemdir. Ardından 1979 yılında Kohenhag’a giderek gitarist Mehmet Ozan’la “İstanbul Ekspres” albümünü kaydeder, Danimarka ve İsveç’te konserler verirler.

Ancak bir bütün olarak bakıldığında Türkiye’de kurduğu gruplarla yakaladığı şöhretten sonra Avrupa yılları onun için büyük ölçüde hayal kırıklığı ile örülüdür.

HACETTEPE VE ODTÜ’DE CAZ DERSLERİ

Sonunda 1980’li yılların başında yeniden Türkiye’ye döner ve doğduğu şehir Ankara’ya yerleşir. Bundan sonraki dönem Durul Gence’nin profesyonel çalışmadığı ama müzikten de kopmayıp Ankara’nın önde gelen müzisyenleriyle belli aralıklarla muhtelif mekanlarda sahne aldığı, konserlere çıktığı bir dönemdir.

Aile şirketinin işleriyle de ilgilenirken, müziği artık daha çok keyif almak için yapmaktadır. Bu yıllarda birlikte çaldığı müzisyenler arasında Tuna Ötenel (piyano, saks), Bilgehan Erten (klavye), Murat Ulus (bas) ve Ümit Eroğlu (piyano), Atilla Şentin (klarinet ve soprano saksafon) gibi isimleri görürüz.  Yıllar içindeki çizgisiyle Ankara müzik dünyasının duayenlerinden biri konumuna gelecektir.

Bir taraftan TRT televizyonuna müzik programları hazırlarken, en çok önemsediği uğraşlarından biri önce 1984 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde başlayan ve daha sonra ODTÜ’de uzun yıllar sürdürdüğü “İnsan, Müzik ve Caz” başlıklı seçmeli derstir. Öğrenciler arasında büyük ilgi görür bu ders. Kaydolamayan öğrencilerin de dışarıdan gelip ilgiyle dinlediği bir derstir bu. Bu gruptakilerden biri de Türkiye’nin önde gelen müzik yazarlarından Murat Meriç’tir:

“Onun verdiği dersler pek çok öğrencinin ufkunu açtı. Bende kendi adıma ODTÜ’deki tıklım tıklım  Durul Gence derslerine utanarak sızdığımı, saklanarak onu dinlediğimi itiraf etmeliyim.  Öğrenci bile değilken gittiğim bu derslerde öğrendiklerim bugün sadece bilinçli dinleyiciliğimin değil müzik yazarlığımın da temelini oluşturur. Keşke bu ders notları yayımlansa, elimizde güvenilir bir kaynak olsa.”

Bu arada hayatında açılan ilginç bir parantez, 1990 yılında Atlantic Records’un efsanevi prodüktörü Arif Mardin’in desteğiyle ABD’de Boston’daki dünyanın en prestijli caz okullarından Berklee College of Music’e kaydolup, burada kısa süreli bir programa katılarak derece almasıdır. Öğrenciliğe dönüş yaptığında 50 yaşındadır.

1990’lı yıllar hayatının dingin bir çizgide seyrettiği bir dönemidir. Oran’daki evinin ikinci katını aynı zamanda pek çok müzik aletinin bulunduğu bir stüdyo şeklinde tasarlar. Burası, özellikle hafta sonlarında arkadaşlarının, Ankaralı müzisyenlerin, diplomatların, gazetecilerin, İstanbul’dan gelen müzik insanlarının uğradıkları, sohbetlerin yapıldığı, konukların bir araya gelip doğaçlama çaldıkları yaşayan bir ortamdır.

Bu arada, 1980’lı yılların ikinci yarısındaki kısa süreliği ilk evliliğinden sonra 1997 yılında ikinci evliliğini yapar ve 1998 yılında hayatında çok önemli bir yer tutacak olan kızı Elvin dünyaya gelir. 

PARKİNSON’LA MÜCADELE YILLARI

2000’li yıllar Durul Gence’yi hayatını ve müzik yaşantısını zora sokacak kötü bir sürprizle karşıladı. Sol el ve ayağında tutukluk ve ağırlık hissetmeye başladı. Durul Gence’ye 2001 yılında nörolojik bir hastalık olan Parkinson teşhisi kondu.

Hayatı boyunca baterinin başında hiç şaşmayan bir ritmi yakalamış efsane davulcu için el ve ayak hareketlerinde baş gösteren sorunlar başına gelebilecek en büyük talihsizliklerden biriydi. Bu satırların yazarı, hastalığının ilk döneminde bir gün Durul Gence’nin davul çalarken bageti elinden düşürdüğüne üzülerek tanıklık edecekti.

Önce kabullenmek istemedi bu durumu, hatta bir süre ilaç tedavisini reddetti. Sonra kabullendi.  Bunu izleyen dönem Durul Gence’nin düzenli ilaç kullanarak Parkinson’a rağmen de davul çalabileceğini, şarkı söyleyebileceğini kanıtlama mücadelesiyle geçti.

Bunda azımsanmayacak bir başarı sağladı da. Davuldan kopmadı, grubuyla belli aralıklarla sahneye çıkmaya, konserlere devam etti, bu arada açtığı müzik okulunda davul dersleri verdi. Sonunda Parkinson’a rağmen de davulun başında ritmi aksatmayacağını herkese gösterdi. 2010 yılı mayıs ayında İstanbul’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda şef Gürer Aykal’ın yönettiği küçük formattaki klasik müzik orkestrasının eşliğinde Büyükelçi Murat Sungar’ın “Pop Sinfonietta” adlı üç bölümlük eserini çalmak üzere sahneye çıkışı bu dönemdeydi. 

Ancak bunu izleyen zamanda ilaçlarını aksatmadığı halde istem dışı hareketler baş göstermeye başladı. Bu kez sağ tarafında da benzer şikayetler vardı. İlacı kestiğinde ise iki taraflı tutukluk, yürüme güçlüğü ve donakalmalar oluyordu. Durul Gence’nin vücudu ilaç tedavisine artık yanıt vermiyordu. Durumunun kötüleşmesi üzerine 2012 yılında İstanbul’da yapılan bir ameliyatla kendisine beyin pili takıldı. 

DURUL GENCE’NİN DÖNÜŞÜ

Ameliyat gerçekten de Durul Gence’nin hareketlerinde, dolayısıyla hayatında önemli bir normalleşme getirdi. Ameliyattan tam dokuz ay sonra 2013 Mart ayında İstanbul’da TİM Maslak Show Center’da kendisine saygı amacıyla düzenlenen iddialı bir dayanışma konseri ile sahneye kuvvetli bir dönüş yaptı Durul Gence. Müzik serüveni boyunca birlikte çaldığı ya da çalmasa da tanıdığı dostları onun için sahneye çıktılar. Nilüfer, Nükhet Duru, Timur Selçuk, Özdemir Erdoğan, Modern Folk Üçlüsü, Fatih Erkoç, Lale Akad bunlar arasındaydı.  Tabii “Genç Denizciler” de sahnedeydi. 

Ve gecenin doruk noktası her zamanki gibi Şeyh Şamil’de yaptığı soloydu. O gece neredeyse üç buçuk saat sahnede davulun başında kaldı Durul Gence. “Ben buradayım” diyordu.

O günlerde Durul Gence’yi en çok mutlu eden olaylardan biri 2013 yılında İstanbul Caz Festivali’nin açılışında Türkiye’de caz müziğine hem icracı hem de hoca olarak yaptığı katkılardan dolayı kendisine “Yaşam Boyu Başarı” ödülü verilmesiydi. 

Sonrasında Ankara’da Murat Ulus, Bilgehan Erten ve Atilla Şentin’den oluşan grubuyla zaman zaman sahneye çıkmaya, konserlere devam etti. Buna karşılık son dönemde gruba ikinci bir davulcu (Serkan Alagök) almaları ve onun daha çok solistliğe geçmesi müzik kariyerinin sonuna yaklaştığını gösteriyordu. Sahneye en son 2016’da çıktı.

SAĞLIK DURUMU KÖTÜLEŞİYOR 

Bunu izleyen yıllar sağlığında süratli bir çöküş dönemiydi. Birbirine eklenen sağlık sorunları durumunu ağırlaştırırken, konuşma güçlüğü de yaşamaya başladı. Bu, çevresiyle iletişimini de etkiliyordu. Son dönemi, hepsi iç içe geçmiş sağlık sorunlarıyla baş etmeye çalıştığı, fiziken iyice güçten düştüğü ve konuşma yetisini tümüyle yitirdiği bir dönemdi.

Durul Gence geçen eylül ayı ortalarında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi yoğun bakım servisine kaldırıldığında artık geri dönüşü olmayan bir sürece girmişti. 20 Ekim 2021 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Ölüm nedeni olarak akciğer iltihabı kaydedildi. 24 Ekim Pazar günü Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Durul Gence’nin Gretsch marka davulu ve timpanisi ailesinin kararıyla şimdi Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda hatırasını yaşatmak üzere adını taşıyan bir köşede duracak.

Geceleri konservatuarın koridorlarında sessizliğin içinden bir timpaniden gelen seslerin yankılandığı anlatılırsa sakın şaşırmayın. Şeyh Şamil olmasın?

Yazarın Tüm Yazıları