Sedat Cenikli

25 yıldır iz peşinde

17 Mart 2020
Sherlock Holmes, Hercule Poirot, Komiser Columbo, Komiser Nevzat, Müfettiş Gadget... “Dedektif” deyince, pat diye ağzımızdan dökülüveren isimlerden bazıları sadece. Macera dolu, sürükleyici polisiye hikâyelerin iz peşinde koşan baş kahramanları oldular hep. Ama bu kez, ben bir dedektifin peşine düştüm.

Geceden kalma, ışıltılı sokakların yorgun kaldırımlarını adımlayarak buldum binayı. Telefonda konuştuğumuz gibi ‘Yiba Çarşısı’nın az ilerisinde, 69 numaralı apartman’ın tam da önündeydim. Derin bir nefes alıp, içeri girdim. Solda asılı daire künyesindeki yerini bulduktan sonra merdivenleri heyecanla tırmandım. “Hah, buldum” diye çaldım, “Özel Dedektif Kaya İzler” yazılı tabelanın asılı olduğu dairenin kapısını. Filmlerden, çizgi filmlerden aşina olduğum, elinde piposu olan, fötr şapkalı, pardösülü birini beklerken; mora çalan gömleği ve kravatıyla iyi giyimli, 50’lerinin ortasında bir adam kapıyı açtı. Kafamdaki dedektif imajının sebep olduğu hayal kırıklığıyla “Kaya Bey ile görüşecektim” dedim. İçeri buyur etti, “Benim, hoş geldiniz.”



***

Altın sarısı detayları olan yeşil masa lambası, bilgisayar, kalem ve ajandaların yığılı olduğu bir masanın büyük kısmını kapladığı küçük; ama geniş pencereleriyle ferah bir oda. Çözülmesine yardımcı olduğu bazı olayların, duvarlara asılı haber kupürlerini okumaya başladım. “Çay içer misin” diye sordu. Yanıtımı beklemeden gitti, elinde iki bardak çay ile geri döndü. Teşekkür ettim, “Başlayalım mı?” “Olur ama ben de kendi ses kaydımı alacağım bir mahsuru var mı” diye sordu. Başımı hafifçe oynatıp, “Tabii alabilirsiniz” dedim. Aynı anda ses kayıt cihazlarımızın düğmesine bastık.

K.İ.: 3 Mart 2020, saat 11.02... Sedat Cenikli Bey ile röportaj taslağımızı oluşturuyoruz.

-Nerelisiniz? Ne zamandır Ankara’dasınız?

Yazının Devamını Oku

Anadolu’ya okuma öğreten çöp adam

1 Mart 2020
Köy Enstitüsü mezunu, kendini eğitime adamış öğretmen bir babanın kaleminden, 1968 yazında Bahçelievler’de dünyaya geldi. Matbaa yolunda adı kondu: Cin Ali...


incecik bedeni, başında kasketiyle çöp adamı andıran bu çocuk, her sabah evden çıkıp Ankara sokaklarında dolaşıyor; akşamları da babası Rasim Kaygusuz, annesi Remziye Kaygusuz, ablaları Nesrin ve Nevin ile vakit geçiriyordu. Evlerinin yakınındaki Filli Park’ta oyun oynamak dışında en keyif aldığı şeyler, okuyup yeni şeyler öğrenmek ve öğretmekti. Öyle ki anne ve babasından miras bu tutku O’nu, ilerleyen yıllarda Anadolu’nun en ücra yerlerine bile ulaşan bir eğitim kahramanı yapacaktı.
CEBİNDE FİŞLERLE ANADOLU’YU DOLAŞTI

Kendisine biçilmiş bu görevden habersiz, ilkin doğduğu şehrin köylerindeki yaşıtlarına ulaştı. Babasının 1968’de kaleme aldığı serinin ilk üç kitabıyla (Cin Ali’nin Atı, Cin Ali’nin Topu, Cin Ali’nin Topacı) adını duyurdu. Senesi dolmadan seri, 10 kitaba tamamlandı ve Cin Ali, birkaç sene içinde cebinde heceleme fişleriyle farklı şehirlerdeki 20 bin ilkokula gitti. Babasının kurduğu basit cümlelerden oluşan hikâye kitapları ve tümdengelim yöntemiyle oluşturulan fişlerle koca bir nesle okuma-yazma öğretti. Yetmedi, 1970’lerde Türk televizyon kanallarının bile yayın yapmadığı Doğu Anadolu’daki köylerde görev yaptı. Cin Ali artık, kendisine mektup yazan köy okulları için yola çıkıyordu. Yaşıtlarına hem okumayı öğretiyor hem de yüzlerini güldürüyordu. 1988’de babası kalp krizinden hayatını kaybettiğinde Cin Ali, milyonlarca kişiye okumayı öğretmiş 20 yaşında bir çocuktu.
“CİN ALİ’NİN TOPU”NU, SEVENLERİ TUTTU

Babasının ölümünden sonra da Cin Ali’nin kitap basımlarına devam edildi. Ancak 2005’te “Ömrünü doldurdu” denilerek, Cin Ali ilköğretim müfredatından kaldırıldı. Tam serüven bitti derken ‘Ali’nin topunu’, bu kez sevenleri tuttu. Cin Ali’nin hikâyeleriyle büyümüş nesil, “Cin Ali tarih oluyor” çıkışlarına karşı, “Cin Ali bizimdir” söylemini geliştirdi. Ali için sergiler açıldı, tiyatro gösterileri, söyleşiler düzenlendi. Ablaları Nesrin ve Nevin, Cin Ali’yi yaşatmak ve hikâyesini anlatmak için 2016’da Cin Ali Eğitim ve Kültür Vakfı’nı; Kasım 2019’da da doğduğu evden birkaç kilometre uzakta Cin Ali Müzesi’ni kurdu. “Bitti” derken, küllerinden doğan 52 yaşındaki Türk eğitim kahramanı Cin Ali, hem müzede hem de renkli son baskı kitaplarıyla bugün hâlâ çocuklara okuma-yazma öğretmeye devam ediyor.

MESLEĞİNE AŞIK BİR ÖĞRETMEN: CİN ALİ’NİN BABASI RASİM KAYGUSUZ

Cin Ali karakterinin yaratıcısı Rasim Kaygusuz Ayaş’lı bir köy çocuğu. 1944’te Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü, 1956’da Gazi Eğitim Fakültesi Pedagoji Bölümü’nü bitirdikten sonra kendi köyünde öğretmenlik yapmaya başladığında henüz 18 yaşındaydı ve öğrencilere sadece okuma-yazmayı değil; tarımı, marangozluğu, teknisyenliği, duvarcılığı, tesisatçılığı da öğretti. Hayatını birleştirdiği, kendisi gibi mesleğine aşık öğretmen eşi Remziye Hanım’dan iki kızı oldu. Birinci sınıflara 17 yıl öğretmenlik yapmasının ardından, çocukların okumayı öğrenmesine yardımcı olacak bir kitap yazmaya karar verdi. 10 kitaplık Cin Ali serisi sayesinde Rasim Kaygusuz, 1968’den günümüze kadar milyonlarca insanın okuma-yazma öğrenme sürecine yardımcı oldu.

Yazının Devamını Oku

Dede mirası baba mesleği

14 Ocak 2020
Büyük halk ozanımız Aşık Veysel’in “Uzun ince bir yol” diye tasvir ettiği fani hayatın, ‘iki kapısı’ndan biri ölüm. Kimine göre son, kimine göre yeniden doğuş. Ölüm, telaffuz edilirken bile iç titreten bir soğukluk; ömrü boyunca insanın peşini hiç bırakmayan bir gölge. Tabutsa, bu sonsuzluğa yolculuğun eller üstünde taşınan tahta gemisi. İşte bugün, ‘ayaksız at, dört kollu, imamın kayığı, sessiz gemi’ diye de isimler taktığımız tabutun, Ankara’daki son imalatçısının hikâyesini kaleme aldım. Nâm-ı diğer ‘Tabutçu’yu.


Altınkaya’nın, Küçük Sinan Sokak’ın hemen başındaki dükkânının duvarında büyük harflerle ‘TABUTÇU’ yazıyor ve kapısında, “Her nefs ölümü tadacaktır” yazılı yeşil renkli tabut örtüsü asılı.

ÜÇ KUŞAK BU İŞLE DOYDU
Ankara Kalesi’nin eteğindeki küçücük imalathanesinde, son neferi olduğu mesleğini icra ediyor 55 yaşındaki Arif Altınkaya. Dedesi, Yahudi bir marangozdan; babası, dedesinden; Arif de babasından öğrenmiş tabut yapımını. Kavak ağacından kesilmiş tahtalar, birkaç çekiç, hızar, mengene ve bolca çivi... Tüm sermayesi bu Arif’in. “10-11 yaşındayken aldım çekici ilk defa elime” diye başlıyor anlatmaya hikâyesini: “Aşağı yukarı 45 yıldır bu işi yapıyorum. Üç nesildir karnımızı doyuruyoruz bu iş sayesinde. Kavak ağacını kullanıyoruz genelde. Tabutun standart bir ölçüsü var aslında. Ama fiziksel özelliklere göre değişebiliyor. Çok şişman ya da uzun olanlardan özel ölçü alıyoruz.”



Yazının Devamını Oku

Kaderleri de dertleri de aynı

16 Aralık 2019
Anadolu’nun kaybolmaya yüz tutmuş zanaatlarından kalaycılığın, Ankara’daki son temsilcilerinden Hüseyin ve Mehmet usta. Kaderleri aynı olan çocukluk arkadaşı iki ustanın, dertleri de bir. Mesleki birikimleri yüz yılı aşan iki usta, “Bir tarihi eseri yaşatıyoruz. Ölmeden, kalaycılığa sahip çıkılmalı” dedi.

“Bir zanaatın, kolunda altın bileziğin olsun oğlum” dedi, üvey annesi onu 16 yaşındayken bir kalaycı ustasının yanına çırak diye verdiğinde. Küçük yaşta kaybettiği annesinin yokluğunu yıllarca doldurmaya çalışan üvey annesinin öğüdüyle başladığı mesleği, hayatı oldu Hüseyin Kaya’nın. Üç yıl baba ocağı Yozgat’ta; ardından iki yıl da Ankara’da bir Ermeni ustanın yanında çıraklık yaptı. Çıraklık kabuğunu kırıp, başını yumurtadan dışarı uzattığında da birkaç ortaklık ile işinin erbabı oldu. “12 senedir de burada, kendi dükkânımdayım” diye özetliyor Ankara Kalesi’nin 70 yaşındaki ‘Kalaycı Hüseyin’i hikâyesini. 



ANKARA’DAKİ SON 4 USTADAN 2’Sİ

Anadolu’nun kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerinden biri olan bu geleneksel el zanaatını yarım asırdan fazladır hakkıyla yapan Hüseyin ustanın, dükkânını paylaştığı isim ise kendisi gibi kalaycı ustası olan çocukluk arkadaşı Mehmet Şahin. Arkadaşının bıraktığı yerden anlatmaya devam eden 72 yaşındaki Mehmet Usta, “Dört kalaycı ustasıyız koca Ankara’da. Başka kalmadı” diye başladı konuşmaya. Kaderi, arkadaşınınkiyle aynı olan ve öksüz büyüyen Mehmet ustaya göre, zanaatın ölmemesi için meslek liselerine kalaycılık bölümü açılmalı. Üst üste koyunca, mesleki birikimleri yüz yılı aşan iki ustanın tek derdi, kalaycılığın ölmemesi.

Yazının Devamını Oku

Fenomen kedi Khaleesi hayvanlar için miyavladı

4 Ekim 2019
Bugün, 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü ve ben, bir anda Türkiye’nin en sevilen fenomen kedilerinden biri haline gelen Ankara’nın Khaleesi’sini köşemde ağırladım. Ben sordum, o miyavladı. Hayvan hakları ve bakımıyla ilgili söylenecekleri, ona bıraktım.


Ben sorum Khaleesi miyavladı.Türkiye onu, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin 29 Haziran’da düzenlediği Sokak Hayvanları Çalıştayı’nın davetsiz misafiri olarak tanıdı. Çalıştay tanıtımı için çekilen ve sosyal medyada bir günde 6 milyona yakın izlenme, 10 milyondan fazla erişime ulaşan videodaki görüntüleriyle insanların sempatisini kazanan Khaleesi, artık Ankara’nın fenomen kedisi.İzmirli bir Siyam aslında o ve bebeklikten çıkarken sahiplenildi. Ankara’ya gelişi ise 5 yıldır kendisine babalık yapan sahibi Çağrı Kaçmaz’ın, işini buraya taşınmasıyla oldu. Sosyal medyaya bu kadar yakın oluşunun sebebi de o. Her günü, sahibinin ortağı olduğu yazılım ve sosyal medya ajansında geçiyor. Ofisteyken bilgisayarlar arasında geziniyor, insan arkadaşlarıyla oyunlar oynuyor, yorulunca da gözlerini yumup kestiriyor. Günün geri kalanında ise evinde.



İNSANLAŞTIRMAYA ÇALIŞMAK YANLIŞ

Yazının Devamını Oku

Göçmen kuşlara çölde vaha

24 Eylül 2019
Minik kanat çırpışlarıyla binlerce kilometre yol yapan göçmen kuşların Türkiye’deki en önemli mola istasyonlarından biri olan Eymir’deki Kuş Halkalama İstasyonu’nun uzmanlarından Dr. Arzu Gürsoy Ergen, “Eymir, göç sırasında kuşlar için çölde bir vaha gibi” diyor.

 




Kuş Halkalama İstasyonu’nda gün erken başlıyor. Gün doğumunda ilk kontrollerini yapan gönüllüler ve öğrenciler, hava kararana kadar her saat başı fidanlıkta dolaşarak ağlara takılan kuşları topluyor.

Bu, binlerce yıldır süren yoğun ve aralıksız bir göçün hikâyesi. Dünyada her yıl 50 milyar kuş kıtalar arası göç ediyor ve Türkiye, konumu itibarıyla bu hava trafiğine köprü oluyor.
Kente dönecek olursak... Eymir Gölü ve havzası da göçmen kuşlar için çölde bir vaha. İşte bu yüzden Tarım ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Ankara Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin işbirliğiyle 6 yıl aradan sonra geçen yıl çalışmalarına yeniden başlayan Eymir Fidanlığı’ndaki Eymir Kuş Halkalama İstasyonu, doğal laboratuvar ortamında faaliyetlerini sürdürüyor. Göçmen kuşların dinamiklerini araştıran istasyon yılda iki kez açılıyor. Kuzeyden güneye ve ters istikamete göç eden kuşlar için ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde 3’er hafta açık kalıyor. Bu süre içinde uzmanlar ve gönüllülerin çalışmaları sayesinde bir rapor ile veri tabanı oluşturuluyor.

Yazının Devamını Oku

Engele şampiyon tekmesi

2 Temmuz 2019
Doğuştan sağ eli bileğinden itibaren olmayan para-taekwondo (tekvando) milli sporcusu Gözde Öbke, “Engelli bireyler kesinlikle eve kapanmasınlar. Spor yapsınlar, eğitimlerine devam etsinler” diyor. Avrupa Şampiyonası’na hazırlanan Öbke’nin asıl hedefi 2024 Olimpiyatları’nda Türkiye’yi temsil etmek.

Gözde Öbke... Dünyaya gözlerini açtığında, sağ eli bileğinden itibaren yoktu. Bu eksiklikle yaşamaya alıştı, hayata daha sıkı sıkıya tutunmayı öğrendi. 18 yaşına geldiğinde bir gün, ekmek almak için gittiği markette “Tekvando yapmayı hiç düşündün mü?” diye soran ve daha sonra hocası olan kişiye o gün sağ kolunu göstererek “Ama nasıl!” yanıtını vermişti. Birkaç dakika süren sohbetin ardından tekvando yapmaya karar veren Gözde Öbke, ilerleyen yıllarda ay-yıldızlı milli formayı gururla taşımasının önünü açan o günü ve verdiği kararı hiç unutmadı.  Gözde Öbke’nin Antalya’dan başlayan tekvando serüveni, profesyonel spor hayatına adım atmasıyla birlikte Ankara’da devam etti.

BAŞARILAR GELDİ, MİLLİ OLDU

Aski Spor Kulübü Kadın Taekwondo Takımı’na transfer olan Gözde Öbke’nin başarıları da peş peşe geldi. Türkiye’de, Avrupa’da ve dünyada şampiyonluklar yaşayan takımdaki hem cinsleri gibi o da, katıldığı her turnuvada kürsüde yer almaya başladı. İlk kez 2016’da katıldığı Para-Taekwondo Türkiye Şampiyonası’nda 2’nci oldu. Sonraki yıl (2017) da ikinci olduğu turnuvaya üçüncü (2018) katılışında ise artık kürsünün en tepesindeydi. 44-49 kiloda yarıştığı şampiyonada Türkiye Şampiyonu olmuş ve Dünya Taekwondo Şampiyonası’na katılmaya hak kazanmıştı. Geçen şubat Antalya’da düzenlenen turnuvaya milli sporcu olarak katıldı ve ay-yıldızlı formayı üzerinde gururla taşıdı.

EVE KAPANMAYIN, SPOR YAPIN

Yazının Devamını Oku

Romeo ve Juliet aşkının perde arkası

2 Haziran 2019
Romeo ve Juliet’in aşkına hayat veren ADOB sanatçısı balerin ve baletler, perde arkasında da sahnedekiyle aynı heyecanı yaşıyorlar. Yıllarca eğittikleri bedenlerini nota gibi kullanan sanatçılar, hummalı bir çalışmayla sahneye çıkıyorlar.

Romeo ve Juliet... Onların yaşadığı aşk, dünyanın en büyük aşkı. Ve hikâyeleri, asırlardır anlatılır.
Ankara Devlet Opera ve Balesi (ADOB) de, bu en ünlü aşkın hikâyesini tam 17 yıl sonra bale gösterimiyle sahneye koyarak, sanatseverlerle yeniden buluşturdu. Gösterimlerin biletleri satışa çıkar çıkmaz tükendi. ‘Romeo ve Juliet’in son temsilini perşembe akşam yapan ADOB, sezonu da kapatmış oldu.
Dünyada ilk kez Çaykovski müzikleriyle sahnelenen büyük aşk hikâyesinin Opera’daki veda gösterimi öncesi kulisteydim.
İşte, ‘Romeo ve Juliet’ aşkını anlatan balenin perde arkasında yaşananlar...

SON DÜZLÜK KOSTÜM VE MAKYAJ

Bir buçuk yıllık çalışmanın eseri olan Romeo ve Juliet balesinin sahne arkasında da hummalı bir hazırlık var. Yıllarca eğittikleri bedenlerini, müziğin ritmiyle uyumlu hale getiren balerin ve baletler, temsil öncesi ilk olarak bale dersinde ter döküyorlar. Sanatçılar dersteyken, sahne de gösteriye hazırlanıyor. Bir yandan izleyiciyi eserin ilk kez sahnelendiği 1594 yılına götürecek devasa dekorlar sahneye yerleştirilirken, bir yandan da kilolarca ağırlıktaki spot ışıkları kuruluyor. Ve tabii, perdenin ve sahnede kullanılacak küçük dekor eşyaların kontrolleri yapılıyor.

Yazının Devamını Oku