Son 3 günde biraz değiştim ben

Çok da olup biten bir şey yok aslında. Tek başıma bir seyahate çıktım.

Haberin Devamı

Hiç çıkmazmışım. Uzun zamandır izlemek istediğim iki konsere gittim.
Florence and the Machine ve Rosalia. İkisinin Milano’da, perşembe ve cuma peş peşe konser vereceğini duyunca, bunun bana gönderilmiş bir davetiye olduğunu düşündüm.
Hayatın bizimle konuştuğunu hissediyorum. Davetiyeler yolladığını. Bazen duyuyoruz, nadiren dinliyoruz. Dinleyeyim bu sefer dedim.
Kendime bir hediye verdim.
Bu aralar kendimize hediyeler, zamanlar, alanlar, amaçsız baş başa gezinmeler vermemiz gerektiğini düşünür oldum.
Bazen neden sadece kendimi düşünmeyeyim? Neden bazen sadece benim anlayacağım bir şeyle, yan yana durmayayım? Sırf benim zevkim ve eğlencem olacak bir şeyi neden yaşamayayım?
Kadınlar kendilerine böyle şeyler yaşatmayı, çağlar boyu ‘bencillik, sorumsuzluk’ hatta ‘uygunsuzluk’ saymış.
Uçakta Simone de Beauvoir’in “Ayrılamazlar” romanını okudum. Oradaki Andree de, ailesinin beklentileriyle kalbinin uçuşmaları arasında kalmış bir kızdı.
Sonunda 22 yaşında hastalanıp öldü. İnsan kalbinin sesini o kadar susturursa hastalanır. ‘İç mülteci’ olur.
O kitabı yanıma almam da hayatın benim elime tutuşturduğu bir şey bence.
Kitap ona verilmiş görevlerle, heyecanları arasında yırtılan bir kız ve onu çok seven arkadaşı Sylvie hakkında. Gerçekte de Simone de Beauvoir’in hayatında Zaza diye unutamadığı, onu derinden etkileyen, hakkında hikâyeler ve anılar yazdığı bir arkadaşı varmış. Andree de oymuş.
Milano’da çok sevdiğim bir arkadaşım var. Yine de onda kalmayıp, bir oteli tercih ettim. Madem kendime bir zaman açtım, içinde özgürce hareket edebileyim dedim.
Konser biletleri ve otel hariç hiçbir şey ayarlamadan belki de ilk kez, tek başıma seferimi gerçekleştirdim.
Konserlerin ikisi de muhteşemdi. Bu iki kadını da, Florence ve Rosalia farklı sebeplerle çok beğeniyorum.
Aslında çok farklılar, bir okulda olsanız ikisiyle arkadaşlık edemezsiniz, garipserler. Ben onlardaki benzerliği görüyorum.
İkisi de ruhunun uçsuz bucaklığında çıkıp dans edip şarkılarını söylüyor.
İkisi de, tıpkı Björk gibi, sadece kendisine benziyor.
Müziğiyle de, tavrıyla da, şarkılarıyla da.
Ben bu kadar özgün şeyler gördüğümde teslim oluyorum, büyüleniyorum.
Gazı hiç kesmeden hayallerine giden kadınlar.
Şeffaf. Çıplak ayak, havluyla terini ve makyajını da silip atan. Özün bunlarda olmadığını bilen.
Şekil tamam da asıl bu var deyip, müzikle seni oradan oraya savuran.
Şarkı ve makyaj silme demişken, “Seni Bir Daha Görmezsem Olmaz” şarkım çıktı. Bugün YouTube’da. Yüzüme, şarkıdaki “Gülümü görmesem de olur, bülbülü dinlemesem de olur” sözlerindeki gülün ve bülbülün makyajı yapıldı. Saatler sürdü makyaj. Klibin sonunda yüzümdeki makyajı, ıslak ellerimle siliyorum. Bunu yapmanın bana nasıl bir haz verdiğini anlatamam.
Kameranın önünde, yüzündeki o koca resmi bulamaç yapmak, silip atmak, sonra da gözlerini kameraya dikip, gerçekle göz göze gelmek...
Hayatımızı hayallerimize, ihtiyaçlarımıza ve cesaretlerimize emanet edelim. Bir daha yaşamayacağız.

Yazarın Tüm Yazıları