Neden hep bir endişe?

Eskiden bir rahat uyku yoktu insanlığa. Dünyada gezinmeye yeni yeni başlamıştık. Dünya güzel bir canlılık patlaması gibi geziniyordu uzayda. Maviliği suydu, yeşilliği ormanlar ve bitkilerdi, her metrekaresi hayat kaynayan bir sırdı.

Haberin Devamı

Biz ise, açtık tabii her şeyden önce.
Bir de tehlike altındaydık sürekli. Ölmek an meselesiydi. Evet ağaçlardan meyve kopardık, evet avlandık, ateşi bulduk pişirdik falan ama bir huzurla uyuyamadık pek.
Karanlıkta bir hışırtı, her an sırtımızda bir aslan pençesine dönüşebilirdi.
Yan yana durmanın, grupla hareket etmenin verdiği bir güç vardı elbette.
Çocuklara beraber baktık. Birimiz avdayken, öbürümüz kaldık.
Birimiz yokken, diğerimiz vardık. Yine de tekin değildi dünyada yaşam.
Henüz yan sokaktaki süpermarkete gidip de alacağımız, soğuk dolaplarda bizi bekleyen yiyecekler ve su yoktu.
Kendimiz buluyorduk her şeyi.
Ellerimizle, ayaklarımızla, aklımızla ve cesaretimizle. Bu nedenle gece, uyuyan beynimiz bile tatlı rüyalara dalamazdı kolay kolay.
Sürekli endişeliydik ve bize kimse “Niye sürekli endişelisin?” diyemezdi.
Zaman bu tabii, yerinde durmadı. Günler yılları, yıllar bin yılları kovaladı. İnsan artık, ne ağaca çıkmak, ne avlanmak, ne de birlikte çocuklara bakmak zorunda. İnanılmaz büyük yalnızlığının içinde, medyayla sosyalleşiyor.
Ne ararsa yanında, dört duvara kapanmak zorunda kaldı ama güvende. Sokakta herkes yabancısı oldu ama çocuğu da okula yolladı. Aslına bakarsanız her şey yolunda. Gece hışırtısı, aslan pençesine dönüşmeyecek. Sabah susuzluktan ölme ihtimali çok düşük. Kapısı kilitli, kötülük uzakta. Hastalıklara karşı aşılı ve evi sıcak. Hatta sıcakta evi soğutmayı bile başardı.
Gökdelenler ve otoyollar sayesinde, her yere gidiş geliş ve topluca birbirini hiç tanımadan dip dibe yaşayabilme de halloldu.
İsterse, istediği kişiye istediği şarkıyı söyletir.
Gece yarısı, bir Harvard profesöründen “Doğru beslenmenin bağırsakta yarattığı mucizeler”i dinleyebilir. Eline yapışık gezdiği ekranından, dünyayı izler ve bir avatar olup başka alemlerde gezinir. Peki, neden hâlâ hep bir endişe?
“Yeni aslan, aşırı bilgi yüklemesi” diye bir cümle okudum geçen gün ve “İşte bu” dedim.
Aslanın pençesi ensemizde.
Kendisi gitti ama sureti bizimle.
Bu kadar bilgiyi takip etmek bizi bitiriyor. Kemiriyor.
Sürekli felaket haberleri ve bizim gibi düşünenlerin güçlendirdiği önyargılarımızla, ruhumuz sürekli tırnaklarını yer hale geldi.
Sabah uyanınca, YouTube’dan “Bizi ne felaketler bekliyor kim bilir?”i dinleyerek güne başlıyoruz, sonra bizde olmayanları röntgenleyerek geçen gün sonrası beynimiz endişe ve eksiklik dolu uykulara dalıyoruz. Uykusuzluk çekmemiz, gece yarısı bir hışırtı duymuş gibi uyanmamız bundan.
O eski insanla aramızda bir hat var. Onun beyin yapısını taşıyoruz. Onun yazılımını kullanıyoruz.
Fakat onun oyununda değiliz. Başka bir oyundayız. Bambaşka bir oyundayız ama onunla bizim beyinlerimize elektrotlar takılsa ve neler hissediyoruz diye bakılsa, belki de çok benziyoruz.
Onun kaçmak istediği vahşet, şimdi üzerimize yağmur gibi yağan bilgiden bir canavar.
İnsanoğlu güya evrildi ama aslında kendi üzerine devrildi.
Peki, ne yapmalı? Endişeyi azaltmak için yarattığımız aslanlara bir bakmamız gerek.

Yazarın Tüm Yazıları