Ağlarsa anam ağlar...

1974 Temmuz ayı. O esnada 18 yaşında bir milli voleybolcu olan abimin de içinde olduğu takım, bir Balkan ülkesindeki maçtan gece yarısı uçakla dönecek. Tam Kıbrıs Barış Harekâtı gecesine denk gelmiş. Gündüzden evlerin lambalarının söndürülmesi ve siyah kâğıtla kaplanması gerektiği söylenmiş. “Karartma var” deniyormuş buna. Bir yandan savaş uçakları kalkıyor, bir yandan annem eli ayağı titreye titreye uçakla karartma olan bir şehre dönecek 18 yaşındaki oğlunu bekliyor. Abim sağ salim geliyor ama kim bilir o gece ve sonrasındaki günler kaç anne evladını şehit verdiği için gözyaşı döküyor.

Haberin Devamı

1970’lerin sonu. Okullarda, sokaklarda o kadar çok sağ-sol çatışması var ki annem üniversite öğrencisi oğlu ve kızı için sürekli diken üstünde. Zorla sınıfça yürütülüyorlar, çatışmalardan kaçmaya çalışırken birkaç arkadaşları yaralanıyor, biri hayatını kaybediyor, tesadüfen ablamla abime bir şey olmuyor. Ama o yıllarda kayıplar da ağlayan anneler de sayısız.

Yarın 12 Eylül bak. 30 yıl önce, o çatışmalar sonunda başlayan karanlık bir dönem içinde farklı siyasi görüşlerden yine çok anne ağlıyor çocukları için.

Ben üniversiteye geliyorum, hafta sonları en çok vakit geçirdiğimiz yer Beyoğlu. Galatasaray’da Cumartesi Anneleri var. Biz büyüyoruz, onlar yıllarca orada kayıp çocukları için oturup gözyaşı döküyor.

Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında milli maçtan dönen abimin çocukları üniversite yaşına gelmiş, bu sefer onların yaşıtı Ali İsmail’lerin anneleri ağlıyor.

Haberin Devamı

Eren Bülbül ise yaşasaydı, bugün abimin o gece sağ salim maçtan döndüğü yaşta, 18’inde olacaktı. Oysa Eren artık yok, annesi belki hâlâ ağlıyor. 

Kadınlar, genç kızlar öldürülüyor. Kimi şu giysiyi giydiği, kimi gece sokakta olduğu, kimi kocasına karşı geldiği, kimi boşanmak istediği için. Cenazelerde en çok, kimisi kucaklarında torunlarıyla anneler ağlıyor.

Neredeyse kendimi bildim bileli oğlu askerlik yaşına gelen her anne, askerlik yeri belirlenirken Doğu’daki terör yüzünden kalp çarpıntıları geçiriyor. On yıllardır şehit anneleri ağlıyor, içimiz parçalanarak seyrediyoruz. Bu hafta da çocukları PKK tarafından zorla dağa götürülen anneleri konuşuyoruz. Kimisi 15-16 yaşındaki çocuklarını geri istiyorlar, onların da gözü yaşlı.

Yine bu hafta İstiklal Caddesi’nin göbeğinde İTÜ Elektrik Mühendisliği mezunu, müthiş başarılı, parlak, bir annenin yetiştirmiş olmaktan büyük gurur duyacağı bir genç, hiç yoktan iki suç makinesi tarafından öldürülüyor. Uzun bir sabıka listeleri var ama katiller cezaevinden nasıl olduysa izinli çıkmış. Ülkede silah satışı artıyor, saldırganlık artıyor, kutuplaşma artıyor, şiddet artıyor. 

Daha anlatırım da hikâye şu: Bu memlekette anne olmak, İsviçre’de, Almanya’da anne olmak gibi bir şey değildir. Evladın bisikletten düşecek de bileğini burkacak, kayak kazasında yaralanacak filan diye korkmazsın. Çünkü bizler memleketin cilveleri gereği zaten kelle koltukta yaşarız. Artık coğrafya mı kaderdir, siyasetçi kalitesi mi kaderdir, vatandaşın beğenip oy verdiği siyaset tarzı mı kaderdir, belki hepsi ama kaderimiz budur!

Haberin Devamı

Ve ne olursa olsun, kaç anne ağlarsa ağlasın, görüşü ne olursa olsun, farklı siyasi kanatlardan birileri o gözyaşlarından kendine siyasi fayda çıkarmayı ihmal etmez.

Yukarıda saydığım ve yer olmadığı için sayamadığım bütün acılı anneler için derelerce ağlıyorum, ağlıyoruz.

Farklı sebeplerden, çok zor göründüğü için, karakterime uymadığını düşündüğüm için anne olmamayı seçtim ama bu kararımla ilgili keşke kendimi bu kadar sık tebrik etmeseydim!

Anneler ağlıyor da, işte gerisi biraz yalan ağlıyor.

 

Yazarın Tüm Yazıları