Er Taner Hepşen!

Babası asker-hava trafik operatörü, dayısı yarbay-pilot, dedesi havacı, rahmetli eniştesi SAS komando, büyük amcası denizci, üstelik rahmetli Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan’ın akrabası, Hendeklisi olarak yazıyorum. Bunun askerlikle zırnık alakası yok!

Haberin Devamı

Sendeki sinir nişanlı mişanlı değil. Sen başka sevdan olmadı diye dertlisin.
Sivil hayatta da “çimlere basmayın” uyarısına bir tek askerler uyar, biliyor musun?
İncirlik’te yaşamış biriyim. Nizamiye girişinde hayvan olması askere de iyi gelir. Kedisi, köpeği hep beslerler zaten. Seninkine “şafak attırması” denir. Boşluktan, vasıfsızlıktan.
Bu Taner Hepşen denilen şahıs, cezalandırılmalı. Zaten psikopatlık suç değil mi?
Bıktık politika seyretmekten. Birileri bize çıksın, “Bak yavrum şunu yapma, bunu yapma” diye baştan anlatsın.
Korteks hoşaf olmuş ülkede. Aynı bilinci kaynat, dur.
Toplumları eğitme görevi kimin kardeşim? Öğretmenlerin.
Öğretmenler özgür olmazsa, kişi özgün olamaz.
“Bugün kediye köpeğe, yarın sana” demeyin. Kedi olmasını baz alın. Bu yaptırımın üstüne ibadetimizin bile samimiyeti, güveni kalmıyor insanda.
Hayvanlar, eşya değildir.
“Mala zarar vermek” olarak adlandıramazsınız.
Şimdilerde mal mal bakarak takip ettiğimiz gündem karşısında nasıl da sessiz durakalışımız mı? Ha evet! O eşyanın tabiatında olan bir sabitlik. Ondan zarar da gelmez, faydası da yok zaten!
Hayvana şiddet suçtur. Hayvan Hakları Yasası’nın düzenlenmemiş oluşu, Türkiye’nin kalitesi adına, Türkiye’nin karakterine ve vicdanına zarar getirecek boyuta ulaşmıştır.
Çocuklarınızın elinde telefonlar var artık. Bu görüntüleri izleyebilirler.
Bu konuda Psikiyatrist Bahar Tezcan’ın sözü ne doğru:
Hayvan kendi başına bir canlıdır, hakları da vardır. Bir insanın sahiplenmiş olması onu daha az ya da daha fazla “canlı” yapmaz. Hem “sahip” kelimesi bile yeterince incitici iken.
“Psikolojim bozuldu, yaptım” hiç kimsenin suç işlediğinde sığınacağı bir liman değildir.
Suçlular! Erişkin olun ve suçunuzu sahiplenin!

Haberin Devamı

Biraz daha Çikinovaski!

Reza Zarrab dosyası, Türkiye ve Amerika’nın çok konuştuğu, bizlerin de sosyal medya ve gazetelerden takip ettiğimiz haftanın mühim manşeti oldu.
Şimdi bunun Türkiye’yi ilgilendiren kısmını, Ebru Gündeş’i ilgilendiren kısmını, ıvırını zıvırını, partisini geçelim.
İnsanın empati kuracağı türden diyelim tüm algı yönetimini eksiksiz gerçekleştirdiği malum. Sinirimizden gülme geldi mi, bence geldi.
Tamam çok hasar var:
Gerek maddi gerekse maddi ve hatta maddi bile diyebiliriz!
Asıl bende tetiklenen manevi duyguyu açıklıyorum.
Şimdi ben desem ki “Ben ehliyet sınavına girmeden ehliyet alıyorum”, bu dolandırıcılıktır, suçtur.
Peki desem ki “Etrafınızda gördüğünüz herkes ehliyetsiz araba kullanıyor benim sayemde”, şimdi bir durup dersin ki “Adam becermiş helal!”
Bir noktadan sonra hatanın çokluğu da o yanlışı gündelikleştiriyor çünkü.
Arkadaş, insanda saygı uyanıyor. İnsan kendi inancından başka neyi baz alır, biz inandık bitti diyorsun.
Asıl dolandırıcılık burada zaten.
Neye hayran olacağını şaşırmazsan, kendine neyle geleceğini de bilemez insan.
Yahu biz bir haftadır nasıl bir mevzu dinliyoruz farkında mısınız?
Rüyalarımıza hesap makinesi girdi. Allah belamı vermesin kendimi 92 rakamıyla öpüşürken gördüm rüyamda, manasızca. Karakterimiz oldu rakamlar!
“O nasıl gııı?” diye bir ses çıktı mı ağzımızdan, çıktı.
Adam bir süre sonra bize itiraf ederken değil, izah ederken buldu kendini.
Allah dedim hakim azarı yiyecek şimdi “Yaw diyorum sana 8’dir soruyorsun aynı soruyu!” diye çaksa azarı Reza, yeminle “hakim haksız” derim.
Çok zor o tabloyu anlamak.
Ben bir de zaten okumayı zor öğrenmişim, lisede hemen Türkçe-sosyal seçtim.
Allah’ım fizik, matematik annemin yalvarmalarıyla, son sınav haklarıyla oldu. Allah belanı vermesin ki anlamadım!
Suçluluk duygusu, gururu mururunu da götürdü bu durum.
Bu adam gözyaşını tutmak isterse 7 haneli bir rakamla 8 haneli başka rakamı çarpıp akıl dağıtıyordur dedim yeminle.
Hatta sonuca ulaşması da fazla zaman almaz bence.
Kendimce ultra seviyede yaşanılmış çok kısa ama benim için değerli bir dolandırıcılık hikayem var.
Paylaşmak isterim.
Konservatuvar zamanı animasyon, broşür dağıtma derken deli gibi çalışıyorum.
Aslında ablama destek olmam gerek ev geçindirirken ama canım bir ayakkabıya tutuldu, Allah’ım! Kendimi alamıyorum.
Aç kalayım diyorum, ayağımda o olsun. Sokakta leşimi bulsunlar, Kadıköy’ün ara sokaklarından aldığım o ayakkabı mutlaka konuşulsun.
Sanki konuşulası ayakkabı ama “yakışacağını bilmek” duygusu var ya, ne geliyorsa başımıza oradan geliyor.
60 TL para kazanmışım, ayakkabı 47 TL. Dedim ki ayakkabıyı alır bir de güzel bir yemek yerim sahilde, mis.
Aldım ayakkabıyı, yemeğimi de söyledim.
Yalancılığın vermiş olduğu o dalgın, şaşkın eve edebi bakış gözlerimden okuna dursun anneme mesaj yazdım.
O hafta çalıştığımı biliyordu çünkü. “Anne bu hafta çalışıp 60 TL kazandığımı ablama sakın söyleme!”
Ve mesajı itinayla ablama yolladım!
Bu kadar.
Benim dolandırıcılık geçmişim bu.
Kuyuya düşsem, kum yağdırırım yani.
Bu da bir tuhaflık!
Hiç iyi niyet demeyin hiiiiiç! Birileri şanslı doğuyor.
Tamam yavrum söylemeyeyim deseydi annem, kim bilir ben kim olurdum.
Bazen hiç yanlış yapmadığına da üzülmeli insan.
Kendimizden başka kandıracak kimimiz var ki.

Yazarın Tüm Yazıları