Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Kırmızı Oda’daki Bahar’ın çığlığı

Sevgili okuyucularım... Bugün sizlere bir zamanlar klinikteki Kırmızı Odama, “Birileri beni duysun, dinlesin” çığlığıyla gelen ve içimi çok acıtan danışanlarımdan birinin hikâyesini anlatacağım.

Haberin Devamı

Bahar, sanki ben onun müdürü ya da amiriymişim gibi üzerindeki kareli ceketin düğmelerini ilikleyerek giriyor odama. Elini bana uzatırken başını ve gövdesini saygıyla hafifçe eğiyor. Ben de onu hemen ayağa kalkıp elimi uzatarak karşılıyorum. Karşımdaki koltuğa otururken yüzündeki hiç silinmeyen hafif bir gülümseme dikkatimi çekiyor. Bu gülümseme acaba onun hangi duygularını gizlemek üzere yapışmış yüzüne. Hemen ardından da başlıyor anlatmaya.

SESİMİ KİMSE DUYMUYOR

* Hocam aslında bu randevuyu neden aldım, neden geldim, onu da tam bilmiyorum çünkü sizden ne bir cevap ne de bir çözüm beklentim var. Kendimi kapağı sıkıca kapatılmış bir kavanozun içindeymişim gibi hissediyorum. Sanki beni duyan var mı diye bas bas bağırıyorum da sesimi kimseler duymuyor. Bari gidip derdimi Gülseren Hanım’a anlatayım, hiç olmazsa biri beni anlasın istedim. 40 yaşındayım, evliyim, biri kız, biri oğlan iki çocuğum var. Devlet memuruyum. Sorunuma gelince; çok kıskanç tabiatlı bir eşim var. Bu kıskançlık önceleri hoşuma gitmedi desem yalan olur ama işin dozu bu kadar artınca artık ne yapacağımı ben de şaşırdım. Hani derler ya, otursan kabahat, kalksan kabahat, o hale geldik. Ben onun bu huylarına alışmaya, onu idare etmeye çok gayret ettim ama ne yapsam olmadı.

Kırmızı Oda’daki Bahar’ın çığlığı

Haberin Devamı

SİZİ EZMEKTEN ZEVK ALIR

Büyüklerimiz bize eşlerimizi idare etmeyi öğretmiş ama kendinizi ezdirmeyin demeyi unutmuş. Ayrıca karşı taraf sizin onu idare etmeye çalıştığınızı, her yaptığını hoş gördüğünüzü hissederse, artık hayat boyu size kızar ve sizi ezmekten adeta zevk alır. Nedenine gelince; idare etmek, gerçek duygularımızı gizlemek, sanki bir çıkar uğruna karşı tarafa olmadığımız gibi davranmak demektir.

Bu kişi bir de üstelik hem kendine, hem de başkalarına güvenmeyen biriyse, hayata olan öfkesi giderek size döner.

ADAMI GÖRDÜ, NEVRİ DÖNDÜ

* Aradan bunca zaman geçti, ben eşimin neye kızıp kızmayacağını hâlâ bilmiyorum. Eskiden söyledikleri, yaptıkları ete değerken şimdi artık kemiğe dayandı. Yani diyeceğim, bu adamın bu huyu hep vardı da, zihnime kazınan öyle şeyler yaşıyorum ki, bunları biriyle mutlaka paylaşmam gerekiyor. Anlatmazsam artık orta yerimden çat diye çatlayacağım. Yıllar önce babam hastalanınca onları bize çağırdım. Bir süre bizde kaldılar. Tam da o gün eşim bizim akrabalardan biriyle kahvede oturuyormuş. Adamcağız babamın hastalandığını duyunca oradan kalkıp bize hasta ziyaretine geldi. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Eşim eve gelip de adamı bizde görünce nevri döndü. Vay efendim bu adamın, ondan habersiz bizim evde ne işi varmış. Böyle yaptığına göre adamın mutlaka bir kötü niyeti varmış. Evde annem, babam ve çocuklar var. Bizimki sürekli söyleniyor. Babam zaten hasta. Hepimizin burnundan getirdi. Adamın niye geldiği belli... Zaten biraz oturup babamın halini, hatırını sorup gitti. O adam kendi çocuklarına bile kötü gözle bakabilirmiş. Şöyle kötüymüş, böyle kötüymüş. Adam bu kadar kötüyse senin kahvede böyle bir adamla ne işin var, neden onunla oturdun? Adama kafayı taktı. Adamın gözünün bende olduğunu biliyormuşum da ben de bilmezlikten geliyormuşum. Tabii arkasından hemen yasaklar geldi.

Haberin Devamı

YILLAR GEÇTİ, UNUTMUYOR

Ne tür yasaklar koyar eşiniz?

* Adamla hemen bütün ilişkiler kesildi, o da yetmedi, adamın oturduğu evin caddesinden arabayla bile geçmek yasaklandı. Ayol o caddede bir tek o adam mı oturuyor? Benim eşim dostum, akrabamın da evi oralarda. Ben onlara da mı gitmeyeceğim. Biz istemesek de o adam bizim akrabamız. Başka yere de gitsen arada bir karşılaşıveriyorsun. Bu olayın üstünden yıllar geçse de bizimki hâlâ unutmuyor. Adam önümüze her çıktığında evde hadise oluyor ve hâlâ o caddeden arabayla bile geçemiyorum.

DUYGULARI ÇOKTAN SİLİNMİŞ

Derin bir of çekerken nihayet ceketin düğmelerini açıyor. Dikkatle bakıyorum ona. Kumral saçlarını beyaz bir tokayla arkadan toplamış. Yüzünde belli belirsiz bir makyaj var. Ona bakınca insan bu kadının mutlu mu, mutsuz mu olduğunu anlamıyor çünkü sıkıntılarını anlatırken bile yüzündeki hafif gülümseme hiç kaybolmuyor.

Haberin Devamı

Demek gerçek duyguları yüzünden silineli çok olmuş. Hep saklamış onları. Sanırım bu, çok eski bir alışkanlık...

‘GEÇMİŞ OLSUN’ DİYEMEDİM

* Daha sonra eşimin amcasının oğluna kanser teşhisi kondu. Onlarla sadece bayramlarda filan görüşürdük. Ben bunu duyunca çok üzüldüm. Ne de olsa çok genç bir adam. Eşime “Kuzenini arasana, bak hastalanmış” dedim. Niye böyle dedin derseniz, ben babam ölünce çok üzüldüm. Çok suçladım kendimi. Ah keşke şunu da yapsaydım, bunu da yapsaydım diye yiyip bitirdim kendimi. Ölenin arkasından bu keşkeler, pişmanlıklar hiç bitmiyor hocam. Bana döndü,  “Hayırdır inşallah, sen benim kuzenime benden çok ilgi gösteriyorsun, sebebini bana da söyle de ben de bileyim” dedi. Sanki onunla ben konuşmak istermişim gibi yine suçlu ben oldum. Üstelik memlekete her gittiğimizde zaten onlarla hep beraberiz. Hasta insana geçmiş olsun demeye bile ödüm koptu.

Kırmızı Oda’daki Bahar’ın çığlığı

Haberin Devamı

ŞİDDETİ İÇSELLEŞTİRMİŞ

Derseniz ne yapıyor?

* Dersem mi? Ayol bunun düşüncesi bile korkutur beni. Adam kıyameti koparır.

Ne yapar, döver mi sizi?

m Herkesin kocası gibi öyle pek dövmez ama bunun da sebebi benim. Eğer başkasıyla evli olsaydı kadını günde üç posta döverdi. Ben onu idare ediyorum da, beni pek dövmez.

Demek herkesin kocası gibi dövmüyor. Metropolde, çalışan bir kadın anlatıyor bana bu hikâyeyi... Düşünüyorum da şiddeti ne kadar içselleştirmiş, istemeden de olsa onu ne kadar normalleştirmişiz. Şiddeti kabul edip bir kenara koymuşuz da, bizi ilgilendiren sadece derecesi olmuş.

SEVİLMEMEK İNCİTMİŞ ONU

Pek dövmez derken?

* Canım, arada bir tokat attığı, saçımı çektiği filan olur ama daha ileri gitmez. Gerçi, onun istemediği bir şeyi yapsam ne yapar, onu da bilmiyorum. Geçenlerde bir gün akşam eve geldi. Ben ondan önce gelmiş, mutfakta yemek yapıyorum. O gün de ablalarıyla telefonda konuşmuş. Bana baktı, baktı: “Hiç de sevilecek bir tarafın yok ama ablamlar senin neyini seviyor, anlamıyorum” dedi. O gün gerçekten içimden koptu gitti bir şeyler. Ne diyeceğimi, ona ne cevap vereceğimi bilemedim. Bir de üstelik salak gibi sonraki günlerde bu sözü her seferinde ona hatırlatıp onda bir pişmanlık emaresi görmek istedim. İnanın bana o da yok. Adam sözünün arkasında duruyor.

Haberin Devamı

En çok da sevilmemek incitmiş Bahar’ı. Ah bu kadınlar, her türlü sıkıntıya razılar, yeter ki eşleri, sevgilileri onları çok sevsin. Bizim insanlarımız, özellikle de kadınlarımız hâlâ kendini sevemedi. Bizler sevmeyi, sevile sevile öğreniriz. Demek ona ailesi bunu hiç öğretmemiş.

ÖĞRETMENDEN KISKANDI

* Oğlanın okuldaki öğretmeniyle yazışmama da kızıyor. Ayol hazır öğretmen senin oğlunla ilgileniyor, gelmediği günü soruyor, diğer velilerden istediği 29 Ekim hazırlıkları için bizi bilgilendiriyor, sen daha ne istiyorsun? Sen misin öğretmenin sorularına cevap veren, aldı elimden telefonu önce didik didik her yerine baktı, sonra da fırlattı attı yere. Bir de utanmadan dönmüş bana, “Ben senin potansiyelini biliyorum. Senden her şey beklenir” diyor.

Siz ne yaptınız?

* Ne yapacağım, her zamanki gibi çok üzüldüm. “Bunca yıllık karınım, sen benim neyimi gördün de böyle söylüyorsun?” dedim. Böyle desem de bu sözler hiç içimden çıkmıyor. Ne yapsam adama kendimi beğendiremiyorum.

Bizim kadınlarımız eşlerine hep kendini beğendirme peşinde... Oysa ki erkeklerin, özellikle de evlendikten sonra böyle bir derdi olmuyor. Ne de olsa “üstün” insanın buna ihtiyacı da yok. İyi ama buna da biraz kadınlarımız yol açmıyor mu? İyi ama kadın erkeği üstün insan olarak görür, ona hizmet etmeyi, ne yaparsa yapsın onu idare etmeyi sürdürürse, bu düzen değişir mi sizce?

SÜTTEN ÇIKMA AK KAŞIK

Siz kendinizi eşinize beğendirme peşindesiniz ama yanılmıyorsam onun hiç böyle bir derdi yok...

* Ayol içimi okudunuz. Ben de onu diyorum ya zaten. Sıra kendine gelince sütten çıkmış ak kaşık mübarek. Yıllardır onun gibi ben de çalışıyorum. O ne kazanıyorsa ben de onu kazanıyorum. Maaşımı daha bir kere bile ben çekmedim. Paranın yüzünü de göstermez bana. Evde her işi ben yaparım. İki çocuk doğurdum, bir gün olsun elinin ucuyla bile bakmadı çocuklarına. Bari arada bir parka filan götür, onu da yapmaz. Köşeye oturup telefonuyla oynar. Ne kendi ailesinden, ne arkadaşlarından, ne de benim ailemden kimseyi sevmez. Herkese bir kulp takar. Herkes kötü, bir o iyi.

KADERİMİZ NASIL DA BAĞLI

Eşiniz nasıl bir aileden gelmiş?

* Eşim ailenin 9. çocuğu. Annesi her yıl bir tane doğurmuş. En sonunda bizimkine hamile kalınca çocuğu düşürmeye çok uğraşmış ama düşmemiş. Doğunca da pek yüzüne bakan olmamış. Önceki çocukların eskileriyle büyütmüşler. Bir tane de onun için bir şeycik almamışlar. Babası zaten deliliğiyle ünlü biriymiş. Neyse ki ben gelin geldiğimde kayınpeder ölmüştü. Biraz da bundan galiba, annesine düşkündür. Babaları çok dövermiş hepsini, hele de annelerini.

Kocanın neden böyle olduğunu üç dört cümlede özetleyiverdi. Kimsenin sevmediği, itip kaktığı, dövdüğü sövdüğü, hiç ama hiç değer vermediği bir çocuk büyüyüp de yetişkin olunca işte böyle biri olur. Ne kendine güvenir, ne de başkalarına. Ne kendini sever, ne de başkalarını.

Kaderlerimiz, nasıl da birbirimize bağlı.

Bizden çok uzaklarda yaşayan bir aile, bir yerlerde çocuğuna bunu yapıyor ve kader de boş durmuyor, bir süre sonra bizi onun kaderine ortak ediyor.

ONSUZLUKTAN KORKMUYORUM

Size anlatır mı çocuklukta yaşadıklarını?

* Anlatır mı, hiç anlatmaz. Aşağı yanını göreceğim diye ödü kopar.

Ya siz anlatır mısınız?

* Anlatsam ne olacak, dinlemez ki... O anca telefonuna baksın. Kaç kere yakaladım, oralardaki edepsiz konuşmalarını, yazışmalarını, baktığı yarı çıplak kadın resimlerini. Yani demem o ki, benim suçum, günahım ne? Ona her şey serbest, bana hepsi yasak. Kapıcıyla bile yakıştırdı beni. Ayrılmayı çok düşündüm ama çocuklarımın üzüntüsüne dayanamam diye her seferinde vazgeçtim. Böyle bir adamın kahrını çekiyorum diye sakın beni güçsüz biri sanmayın. Ben bankacıyım. 12 yaşımdan itibaren yıllarımı yatılı okullarda geçirdim. Her işimi kendim görebilirim. Onsuzluktan asla korkmuyorum.

ASIL SAHİBİMİZ BİZİZ

Demek bankacısın. Pek çok bankacı tanıyorum. Çok güzel, çok itibarlı ama çok yorucu bir meslek. Bana ne iş yaptığını en başta değil, en sonda söylüyorsun. Bunları kim unutturdu sana Bahar.

Demek yatılı okullarda geçti çocukluğun. Belki de hep bir aile özlemi çektin. Sevilmemekten, sahipsiz kalmaktan, hayatta yapayalnız olmaktan hep korktun. Demek kendini korkmadığına inandırsan da, içinde bir yerlerin ödü kopuyor ayrılmaktan. Çocuklarımın üzüntüsüne dayanamam diyorsun... Ama aslında sahipsiz kalmaktan korkuyorsun. Dövse de, sövse de iyi kötü o benim sahibim diyorsun. Oysa bizler yetişkin olunca asıl sahibimiz her zaman kendimiz olmalı.

GÖZLERİNİ AÇACAK GALİBA

* Ben biraz salağım galiba. Şimdiye kadar yaşadıklarımı doğru dürüst kimselere anlatamadım. Bu işler bazen annene bile anlatılmıyor. Şimdi size içimi döktükçe ne kadar salak olduğumu daha iyi anlıyorum. Akıllı bir kadın buna neden katlansın ki...

Benim sormama gerek kalmadı, asıl soruyu artık kendi soruyor kendine. Nihayet yıllardır hayata kapalı olan gözleri açılacak galiba. Hafifçe gülümseyerek bakıyorum ona.

* Olayın bu noktaya gelmesinde senin de bir payın var mı derseniz, ona artık soğuk davranıyorum ama biraz neşeli olsam ona da kızar. Niye bu kadar neşelisin der bu sefer de.

Asıl soruyu sordu ama cevap vermeye korktu. Yine kendinde bir suç, günah arıyor. Gözlerini yine mi kapattı acaba?

* Çocuklar da pek sevmez babalarını. Ben üzüldükçe doğal olarak onlar da üzülüyor. Yine de ölene kadar çekebilirim bu çileyi...

Demek ölene kadar... Üstelik bütün kapılar açıkken... Çocuklarının mutsuz bir anneyle büyüdüklerini görürken... Sen bilinçli bir kadın olarak tüm gerçeklerin farkındayken! Açsana gözlerini, görsene gerçekleri!

* Ama ölmeden çocuklarıma vasiyet edeceğim. Ölünce beni bu adamın mezarından fersah fersah uzağa gömsünler. Hiç olmazsa öteki dünyada rahat bıraksın beni.

Sonra aceleyle ayağa kalkıyor.

* İşte durum bu doktor hanım. Maksat hayatın beni kapattığı bu kavanozda bir delik açabilmek.

Böyle diyerek ceketinin düğmelerini ilikleyip çıkıyor kırmızı odamdan.

İNSAN KENDİSİNE BUNU NEDEN YAPAR

Bahar’ı dinlerken bir yandan onun durumuna üzülüyor insan. Ancak sonra da soruyorsunuz kendinize; insan nasıl bu hale gelir, kendine bunu neden yapar? Kapılar açıkken o cezaevine her gün kendi ayağıyla neden girer?

Bir yandan hayatla göze göz, dişe diş mücadele edebilecek güce ve yeteneğe sahipken kendini böyle bir hayata neden mahkûm eder. Benim kitaplarımı okuduğunu söyledi ama onları dikkatli okusa, benim bu konuda ne düşündüğümü, ne söylediğimi bilirdi.

“Kaderden medet umma. Sen hayatla mücadele etmez, kaderine teslim olursan o senin için hiçbir şey yapmaz.”

Haftaya başka bir hikâyede görüşmek üzere hoşça kalın, sevgiyle kalın.

Yazarın Tüm Yazıları