'Bekaretimizi seninle kaybettik'

Haberin Devamı

Herkesin zihninde çekmeceler var. Hepimizin. Kimi dar, uzun... Kimi sıkış tepiş dolu. Kimi bomboş... Boşluklar ilerleyen yıllarda hayal kırıklıklarına ve yıkımlara sebep olur. Bazı çekmecelerse kilitli kalır, nedenler ve sonuçlar işte orada gizlidir!!! Ne diyeceğimi bilemiyorum. Müthiş film, derin film, çok çok sarsıcı bir film.‘Zınk’ diye kalacaksınız! Film değil, hayat dersi! Çok etkilendim. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yeni filmi: ‘Çekmeceler.’ Onlar, ‘Zenne’nin yönetmenleri. Zenne, 100 bin gişe yaptı, ama korsan olarak 500 bin kişi tarafından izlendi, tüm dünyadan 30’a yakın ödül aldı ve 70 festivale katıldı. İkilinin de ilk filmiydi, bu ikincisi. “Zenne iyi bir filmse, bu başyapıt!” diyenler haklı. ‘Çekmeceler’i mutlaka izleyin. Babaysanız özellikle gidin. Tam üç yıl uğraşmışlar bu film için. O kadar belli ki. Ve inanın kendilerini aşmışlar. Ben Türk sinema tarihinin iz bırakacak filmlerinden biri olacağı görüşündeyim.
Hamiş: Bu röportaj salı günü devam edecek...

Haberin Devamı

Bekaretimizi seninle kaybettik

Valla, ne diyeceğimi bilemiyorum! Tebrik ederim. Kendinizi aşmışsınız. Zenne’den sonra tokat gibi bir film daha: ‘Çekmeceler.’ İnsan sarsılıyor ve bir süre kendine gelemiyor. Siz, bu filmi niye çektiniz?

-‘Namus algısı’ hangi coğrafyada ya da hangi eğitim seviyesinde olursa olsun değişmiyor. Erkeğin iki bacağının arasına sıkışıp kalıyor. Çekmecesini açamıyor.

Anlattığınız hikâye gerçek mi?

-Fazlası var, azı yok! Çok yakın bir manken arkadaşımızın hikâyesi. Annesi ve babası filmdeki gibi tiyatrocu. Filmde gördüğünüz her şeyi birebir yaşadı.

Peki yaşadıkları sizin anlattığınız kadar vahim mi?

-Şiddet açısından daha da sert...

Haberin Devamı

En çok nesi çarptı bu hikâyenin sizi?

-Tiyatrocu aydın bir baba var. Çocukluktan itibaren kızını kapı deliğinden gözetliyor. Mastürbasyon yapıyor mu, yapmıyor mu? Battaniyesine sürtünüyor mu, sürtünmüyor mu? Aklınca kızını korumaya çalışıyor, ‘or..pu’ olmasın istiyor. Sürekli donunu kontrol ediyor. Islak mı, değil mi? Bu, tamamen hayatlarının normal bir parçası olmuş. Mutfakta makarna pişirirken bile herkesin önünde kızının külodunu kontrol ediyor. Bu felaket bir şey ve çarptı bizi. Entelektüel bir ailede olabiliyorsa, siz diğerlerini düşünün.

Bekaretimizi seninle kaybettik

Bir kadın filmi mi bu?

-Hayır, aynı zamanda bir erkek filmi. Erkekliğin filmi. Erkekler bu filmi seyrettiklerinde ne konumda olduklarının farkına varacaklar diye umut ediyoruz.

Haberin Devamı

Yani bu filmi babalar da izlemeli öyle mi?

-Çok isteriz. Filmi çekerken, bizim büyük çekim ekibinin içinde kız babası arkadaşlarımız vardı. Işıkçı, setçi, oyunculardan bazıları. Senaryoyu defalarca hatmedip gelmişlerdi. Bazı sahneleri ezbere biliyorlardı.

Rahatsız oldular mı?

-Onu bilemem ama sarsıldılar. Erkekler ters köşe oldular. Kadınlarsa bu gerçeğin zaten farkındalar.

Bekaretimizi seninle kaybettik
Başrol oyuncusu Ece Dizdar, oyunculuk eğitimini İngiltere’de aldı.

Hikâyeyi baştan sona bir dinleyebilir miyiz?

- Freud’un 1920’lerde incelediği bir vaka var: ‘Dora Vakası.’ Filmde ona gönderme var. Baba, 5 yaşındaki kızı altına kaçırmasın diye onu gecenin saat 3’ünde, 4’ünde uyandırıp çişe götürüyor. Çok uzun süre böyle devam ediyor. Ama 13-14 yaşına kadar kızın altına kaçırmaları devam ediyor. Baba, eğer kızı altına kaçırmazsa, “Aferin kızım, haydi çişini yap!” diye onu şefkatle tuvalete götürüyor ama altına kaçıracak olursa, büyük bir şiddetle cezalandırıyor. Kurtulsun diye! O, iyi bir şey yaptığını zannediyor ama Dora için ‘şefkat’ ve ‘şiddet’ birbirine çok yakın hale geliyor. Freud bu vakayı incelerken şöyle bir tespite ulaşıyor. Babanın kızına verdiği mesaj: “Seni dövüyorum çünkü seni çok seviyorum!” Bizim filmimiz de bir tür Dora Vakası. Benzer bir doku var. Arkadaşımızın babasıyla arasındaki ilişkide de şefkat ve şiddet 5 yaşından 14 yaşına kadar yan yana. Şefkati ararken şiddeti, şiddeti ararken şefkati bulduğunu zanneden bir kadın portresi.

Haberin Devamı

Toplum tarafından saygı gösterilen o eğitimli, aydın, modern tiyatro oyuncusu baba, aslında nasıl biri?

-‘Namus algısı’ itibariyle, toplumun içindeki en alt seviyedeki birinden zerre kadar farkı olmayan biri. Onun namus dediği şey, karısının, kızının iki bacağının arasında, külodunun içinde saklanması gereken yerde. Bunu aşamayan bir baba.

Filmin ismi neden ‘Çekmeceler’?

-Çünkü böyle bir kavram var psikolojide. Hepimizin ‘çekmeceler’i var. Aile olabilir. İş, kariyer, aşk, seks olabilir. Macera ihtiyacı olabilir. Sosyal ilişki olabilir. Bütün bu çekmeceleri hayat içinde belirli oranlarda dolduruyoruz. Ama geriye baktığımızda, bazılarının çok boş olduğunu, bazılarınınsa taştığını görüyoruz. Filmde de ana karakterlerin hepsinin çekmecelerine şahit oluyoruz. Annenin çekmecesi ayrı. Üvey annenin ayrı. Hikâyemizin kahramanı Deniz’in ayrı. Şiddetin kaynağı olan babanın da çekmecesi var. Çok çarpıcı bir şey var onun içinde. Erkeklikle ilgili bir şey çıkıyor. Erkeğin, cinselliğinin kapalı olduğu çekmece, hayattaki bütün iddiasını belirliyor. Ondan şefkat de çıkabiliyor, barışçıl bir şey de ama hayat boyu şiddet de...

Haberin Devamı

EN BÜYÜK KORKU
Oğlunun ib.e olmaması gerekiyor kızının da or..pu

Bekaretimizi seninle kaybettik
Bizim yaptığımız filmler, çikolatayla kaplı acı bir ilaç gibi. Yutuyorsunuz, içinizi belki tedavi ediyor.

Toplum olarak ‘kaltak’ ve ‘or..pu’ kavramına ne kadar takmış durumdayız?

-Çok! Oğlunun ib.e olmaması gerekiyor, kızının da or..pu. Oysa ne gay’lik utanılacak bir şey ne de cinsel hayatını istediği gibi belirlemek. Genel olarak bizde, cinsel hayatını dilediği gibi belirleyenlere ‘or..pu’ deniyor. Bunun saçma olduğunu bilmemize rağmen, böyle dendiğinde çok alınıyoruz. Bir tarihte bir arkadaşımıza dayısı avazı çıktığı kadar, “Or..pusun, or..pu!” diye bağırıyordu. Biz de dedik ki “Öyleyim” de. O da demiş. Adam kalkıp gitmiş. Çünkü elindeki tek koz elinden alınmış.

Babaların genel olarak tek hedefi, kızlarının or..pu olmamasını sağlamak mı? Bizde böyle bir şey mi var?

-Evet, her şeyden önce namusunu korumak. O yüzden hababam baskı yapıyoruz.

Peki bu filmde baskı sonunda neye yol açıyor?

-Her kapalı çekmece gibi içinden bomba çıkıyor! Hikâyenin kahramanı Deniz’in çekmeceleri açılmaya başladığı anda, kilidini eline aldığı ve artık bir karışanı, görüşeni olmadığı için içinden canavarlar çıkıyor. Kontrol unsurları kalkıp, hayatını istediği gibi yaşaması onu büyük bir trajediye sürüklüyor.

ERKEKLİK TACINI İNDİRMEK LAZIM

Bekaretimizi seninle kaybettik
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU

Nasıl daha sağlıklı bir yöne gidebilir aile ve birey? Bizce suçu, kadında, çocukta veya sadece erkekte aramamalı. Bu günlerde en fazla yaptığımız şey bu. Erkeklik tacını indirmek lazım artık! O tacın çıkarılması kenara konması ve rollere eşit devam edilmesi lazım. Evdeki kralın tacını çıkaramazsak, bizi yöneten padişahlardan kurtulmamız da mümkün değil. Mikro düzeyde, evde kral var. Makro düzeyde totoliter rejimin liderleri var. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyle.

NEDEN TÜRK ERKEKLERİ ELİ ORASINDA GEZİYOR?

Ben filmin başında Deniz’in tecavüze uğradığını zannettim. Ama sonra anladım ki, öfkesini kendi bedeninden çıkarmış...

-Evet. Hayatına giren rock şarkıcısı ona “Eğer babanla bağlantın fizikselse, bunu kesebilirsin, kırabilirsin!” diyor. O da en dibe vurduğu noktada saçını keserek ve ayak parmağını çekiçle kırarak babayla benzerliğini yok etmeye çalışıyor. Belki babası da tıpkı komşunun karısına ağladığı gibi kendisi için ağlayacak. Hep böyle şeyler hayal ediyor. Bir de zaten 5-6 yaşından itibaren sürekli kesmekle tehdit edilmiş! Sonunda kendisini keserek o acıya bir son veriyor. Bu kesme duygusunun erkek için sünnette karşılığı var. Aklımızın ermeye başladığı dönemde birileri bacaklarımızı ayırıyor ve şak diye kesiyor. Ama ondan 3-4 sene önce “Keseceğiz seni!” diye tehditler başlıyor. Neden Türk erkekleri eli orasında geziyor? Çünkü çocukluktan beri bir kaybetme korkusu var.

BEKÂRETİMİZİ SENİNLE KAYBETTİK!

Bekaretimizi seninle kaybettik

Size her şey sorulabiliyor, her şey konuşulabiliyor. Siz gay’liği de aşmış duruyorsunuz!

-Yaşlandığımız için!

Yok canım ne alakası var...

-Galiba biz seninle 3 yıl önce yaptığımız röportajla bekâretimizi kaybettik. Ailemize haber vermiştik. Ayşe Arman’la röportajımız çıkacak diye. Onlar da, bütün sülale ve akrabalara haber vemişlerdi. Bütün kasabaya, bütün köye, neresi varsa. Zannediyorlar ki, bir sinema röportajı çıkacak. Onun üzerine sinema röportajıyla birlikte bizim kişisel hayatımız da çıkınca... Çok iyi oldu! Biz ailelerimize açılmıştık. Ailelerimiz bizi çok uzun zaman önce kabullenmişti. Ama ailelerimiz açılmamıştı! Sayende bu da oldu...

Sizi zor durumda mı bıraktım?

-Yok hayır. Sana anlattıklarımızı yazmıştın ama insan gazetede görünce bir hoş oluyor. Daha doğrusu şoke oluyor! Ama sonra birbirimize döndük ve dedik ki, “Biz de kurtulduk, ailelerimiz de!” Yani dedikodu malzemesi olmaktan kurtardın bizi! 17 senedir birlikte olan gay bir çiftiz, bizim haber değerimiz yok. Ama çektiğimiz filmlerin var.

ANNE-BABA OLMANIN OKULU YOK

Bekaretimizi seninle kaybettik

Göstermek istediğiniz şeylerden biri, aile içinde yaşanan bir sürü küçük şeyin bile ne kadar hayatı etkilediği mi aslında?

-Evet, aile denen o sıcacık yerin, aslında ufacık şeylerle nasıl kırılgan hale gelebileceği ve bozulabileceği. Herhangi bir mesleğin icrası için okul ya da en azından kurs gerekirken, anne-baba olmanın hiçbir eğitimi yok. Kimileri kendi komplekslerini, hatalarını örtmek için çocuk sahibi oluyor.

Bu hikâyede annenin rolü ne?

-Anne aslında yok gibi. En başından itibaren anne olmak istememiş ya da anne olmaması gereken bir kadınmış. Sonunda bu birliktelik yürümemiş ve anne evi terk etmek zorunda kalmış. Ortamlarda çiçek gibi açan, yiyip içen, gezen, arkadaşları tarafından önemsenen, eğlenceli, hoş, dışarıdan bakıldığı zaman herkesin annesi olmasını isteyeceği bir karakter. Ama anne olmak için yeterli değil. Aslında topluma, “Her kadın, anne olmak zorunda değildir”i kanıtlayan bir karakter.

Anne hep, “Oyun bu... Geçecek, geçecek!” diyor. Gerçekleri, oyun olarak değerlendirmek ne kadar tehlikeli?

-Zaten annenin meselesi şu anda pek çok kadının meselesi. “Yok sayalım. Konuşmayalım. Konuşmazsak yaralar kapanır!” Sürekli bir üstünü örtme gayreti. “Televizyonda kötü haberler var, kapatalım!” Senin onu yok sayman gerçeği değiştirmiyor ki. Kafayı kuma gömmek de işe yaramıyor.

SEVİN BENİ, KABUL EDİN

Bekaretimizi seninle kaybettik

Peki Deniz’in bir sürü erkekle birlikte olması aslında sevilme çığlığı mı?

-Kesinlikle öyle! “Sevin beni, kabul edin!” Ama her kabul edildiği yerde sınırları zorlaması da enteresan. Âşık olduğu, onun için her şeyi yapmaya hazır olan rallici sevgilisinin yanından kalkıp başka bir oğlanın yanına gidip, onu kendine doğru çekebiliyor.

O neden?

-Sınırlarını zorlamaya çalışıyor. “Her şeye rağmen sever misin beni?” demeye getiriyor.

Bütün kızların babaları tarafından onaylanma isteği var...

-Sadece kızların mı? Gay’lerin de var! ‘Coming out’ (gay olduğunu itiraf etmek) etmeye çalışmalarının tek sebebi bu. Zenne’deki Ahmet neden öldü? Ailesine kabul ettirmek yerine çekip gidebilirdi. Gitmedi. İki filmimizi de izleyen biri dedi ki, “Sizin iki filminizde de kabul edilme beklentisi var!” Doğru.

FİLMİMİZ +18

Bekaretimizi seninle kaybettik

Gittikçe muhafazakârlaşan bir ülkeyiz ya, “O sevişme sahnesi olmasın, bu olmasın!” gibi otosansür uyguladınız mı? Yoksa “Biz yapmazsak kimse yapmayacak!” mı dediniz?

-Hikâyenin hakkı neyse onu verdik. Üç sahne de koysanız, 23 sahne de nasıl olsa +18 alacaksınız. Hikâyeyi, istismar etmeden, seyrederken “Lan ne biçim seks sahneleri var. Kadını da nasıl gösteriyorlar!” dedirtmeden vermeye çalıştık. Ailelerimiz izledi, “Sevişme sahnelerini o kızın hikâyesinin parçası gibi gördük. Rahatsız olmadık!” dediler.

Ece Dizdar müthiş bir iş çıkarmış! Resmen döktürmüş! Gerçi diğer oyuncular da öyle, baba rolündeki Taner Birsel özellikle...

-Evet projeye çok inandılar. Ece’ye gelince zaten ödüllü bir tiyatro oyuncusu.

ÇOCUK MASTÜRBASYONU

Bekaretimizi seninle kaybettik

Genelde erkek çocuğu, ıslak rüyalar gördüğünde, rakı masasında konuşulan, gurur duyulan bir şey oluyor ama kız çocuğu mastürbasyon yaparsa, yok gibi davranılıyor. Filme dönersek, bu kız neden böyle yapıyor? Psikologların açıklaması çok ilginç. Anne terk ettiği için. Evden o sıcaklık gittiği için. Mastürbasyon yaptığı battaniyenin altında, o kaybettiği sıcaklığı ve o güveni yeniden hissetmeye çalışıyor. Bir duygu eksikliğinden bunu yapıyor. Bunu cinsel mastürbasyon olarak algılamamak gerekir. Hiçbir tepki gösterilmezse 6-24 ay içinde bundan vazgeçermiş.

HİÇTEN ÇIKAN HİÇ!

Bekaretimizi seninle kaybettik

Baba kızının hayatını mahvederken, kendisine nasıl bir avantaj sağlıyor?

-Baba olması onu toplum içinde kutsal biri yapıyor.

‘Kayıp’ olan kız mı baba mı?

-İkisi de kayıp. Baba belli bir noktada, “Hiçten hiç çıkardılar!” diyor. Kızına, “Ben bir hiçim ama sen de bir hiçsin!” diyor.

EZİYETİ KENDİNE VE KADINLARINA

Bu hikâyedeki baba kötü bir baba mı?

-Koruma iç güdüsü itibariyle iyi bir baba! Tırnaklarını yiyen bir babanın, kızının eline vurup, “Çek elini ağzından, yeme o tırnaklarını!” demesi kadar naif buluyoruz yaptıklarını. Ama tüm bunların nelere sebep olabileceğini öğrendikten sonra, baba olsaydık, anladık ki çocuğumuzun eline bile vurmaktan kaçınmamız gerekir! Yoksa filmde herkes, babanın ne kadar müthiş bir insan olduğunu anlatıyor. Bütün eziyeti kendine ve birlikte yaşadığı kadınlara...

Bekaretimizi seninle kaybettik

Yazarın Tüm Yazıları