Mâûn Suresi'nde neler var?

Mâûn Su­re­si, iki zulme savaş açıyor:

1. Kamu malları talanı yani ğulûl,

2. Riyakârlık yani göründüğü gibi olmamak veya olduğu gibi görünmemek.

Haberin Devamı

Ğulûl, Kur'an dilinin aşılmamış ustası Isfahanlı Râgıb (ölm. 502/1108) tarafından, ölümsüz eseri 'el-Müfredât'ta, 'hıyanetin zırha büründürülmesi, kılıflanması' diye tanımlanmıştır. (Ayrıca bk. Fîrûzâbâdî, el-Kaamûs)

 

Demek oluyor ki, ğulûl suçu işlemek kadar bu suçu işleyenleri 'zırhlamak, kılıflamak' yani korumak da suçtur. Nitekim, Mâûn Suresi, suçu tanıtırken, 'kamu hak ve imkânlarının yerine ulaşmasına engel olurlar' demekte, kamu malının bizzat gasp veya talanını şart koşmamaktadır.

 

Yani aktif ğulûl ne ise pasif ğulûl de odur. Birileri bizzat çalıp zimmete geçirir, birileri de çalanları koruyup savunur. Onlara zırh ve kalkan olur. Onların yakalanmaması, yargı önüne çıkarılmaması için bin türlü oyun sergiler. Esasen, ğulûl türü suçlar bu iki unsur birleşmeden işlenemez. Aktif aşırıcıların pasif koruyucuları mutlaka olacaktır. Bu koruyucular, genellikle, yönetim mevkilerinde olanlardır.

Haberin Devamı

 

Kur'an araştırmalarının olmazsa olmaz kaynaklarından biri sayılan Isfahanlı Râgıb, andığımız anıt eserinde, ğulûl sözcüğünün geçtiği şu hayatî ilkeyi de Peygamberimizin dilinden nakletmektedir:

 

"Kamu emanetlerine hıyanet ve kamu haklarından hırsızlık olmayacaktır." (Hadis için ayrıca bak. İbn Hanbel, Müsned, 4/325; Ebu Davud, cihad bahsi: 2766 numaralı hadis)

 

Bir Kur'an terimi olarak ğulûl, 'kamu emanetlerine hıyanet, kamuya ait hakları talan etmek' demek.

 

Kur'an, ğulûl sözcüğünü fiil halinde üç kez kullandığı ayetinde şöyle diyor:

 

“Bir peygamberin emanete hıyanet etmesi/kamu malından aşırması olacak şey değildir. Her kim hıyanet edip kamu malından bir şey aşırırsa, aşırdığını kıyamet günü yüklenip getirir. Sonra her benliğe; kazandığı tam olarak ödenir. Hiç birine zulmedilmez.” (Âli İmran, 161)

Haberin Devamı

 

Mâûn Suresi, ğulûl suçu işleyenlerin din açısından durumlarını hükme bağlayan bir suredir. Bu kısa ama sarsıcı surede insanlığa şunlar söyleniyor:

 

1. Di­nin inkârı, bir söz me­se­le­si de­ğil­dir, bir fi­il ve dav­ra­nış me­se­le­si­dir. Di­ni söz­le ik­rar eden­ler, hat­ta öven­ler, hat­ta onun sa­vu­nu­cu­lu­ğu­nu ya­pan­lar bi­le ba­zı fi­il­le­ri yü­zün­den o di­ni inkâr eden­ler ara­sı­na gi­re­bi­lir.

 

2. En bü­yük ve en yı­kı­cı din inkârı olan bu 'ya­lan­la­ma' şek­li­nin be­lir­ti­le­ri ana başlıklar halinde iki­dir: Bi­rin­ci­si, ka­mu hak ve imkânlarının, ait ol­duk­la­rı ye­re ulaş­ma­sı­na en­gel ol­mak; ikin­ci­si de, iba­det­le­ri şov ara­cı ya­pa­rak di­ne riyakârlığı sok­mak.

Haberin Devamı

 

Ka­mu hak ve imkânlarının ye­ri­ne ulaş­ma­sı­na en­gel ol­ma­nın da bi­ri ak­tif en­gel­le­me, bi­ri de pa­sif en­gel­le­me ol­mak üze­re iki tü­rü var­dır. Ak­tif en­gel­le­me­de, ka­mu ma­lı ça­lı­nır-çır­pı­lır, çar­çur edi­lir veya bu­na en­gel ola­cak mev­zu­at dü­zen­le­me­le­ri ya­pıl­maz. Pa­sif en­gel­le­me ise ğulûl suçlarına se­yir­ci kal­mak su­re­tiy­le ser­gi­le­nir.

 

Bugünkü hükûmetin (AKP'nin) başındaki zat, bu yolların ikisini birden kullanmaktadır.

 

Tür­ki­ye'de ka­mu hak ve imkânlarının ta­la­nında da bu iki yol birlikte iş­le­til­mek­te­dir.

 

İba­det­le­rin (su­rede na­maz örnek gösterilmiştir) gösteri ara­cı ya­pıl­ma­sı su­re­tiy­le di­ne ri­ya­nın so­kul­ma­sı­na ge­lin­ce, son çey­rek asır­da bu­nun gös­ter­ge­si sa­yı­la­cak tab­lo­lar so­kak­la­ra dökülmüş, ek­ran­la­ra yansımıştır. En bü­yük gös­ter­ge­le­rin­den bi­ri de, ticarî camilerin (alt­la­rın­da ve­ya yan­la­rın­da dü­zi­ne­ler­le iş­ye­ri ve dükkânın sı­ra­lan­dı­ğı söz­de ca­mi­ler) her yıl yüzlerle ifa­de edi­le­cek ar­tı­şı­dır.

Haberin Devamı

 

Türk halkı şu­nu bilmelidir:

 

Hz. Pey­gam­ber, bu tür bir cami ar­tı­şı­nın, üm­me­ti için bir fe­la­ket ha­ber­ci­si ol­du­ğu­nu açıkça söy­le­miş­tir. Bu ticarî camilerde İs­lam'ın te­mel ka­bul­le­ri­ne gö­re iba­det ya­pı­la­ma­ya­ca­ğı­nı da bu hal­k bilmelidir.

 

Mâûn Su­re­si'ni bir kez da­ha ha­tır­lar, din­den Kur'an'ın an­la­dı­ğı­nı an­lar ve olay­la­ra vah­yin göz­lü­ğüy­le ba­kar­sak, Tür­ki­ye'de din ve İs­lam adı­na bü­yük öl­çü­de dindışılık ser­gi­len­di­ği­ni söy­le­ye­bi­li­riz. Bu maskeli dindışılığın baş tah­rik­çi­le­ri, hat­ta bir an­lam­da ko­ru­yu­cu­la­rı ne ya­zık ki, 'muhafazakâr, sağcı, mukaddesatçı, maneviyatçı' yaftalarıyla halkı kandıran si­ya­set­çi­ler­dir.

Haberin Devamı

 

Bugünkü AKP iktidarı bunların ‘tam saltanat’ devrini temsil ediyor. Eğer halk bun­la­ra “Benim vekilim” diyorsa, bir iman borcu olarak söyleyelim ki, bu halk da Allah’ın elinden kurtulamaz.

 

Mâûn Su­re­si'nin to­ka­tı­na müs­ta­hak olan grup­la­rın ikin­ci­si, iş ve ser­vet çev­re­le­ri­dir. Bun­lar Mâûn Su­re­si'nin hem ak­tif hem de pa­sif ih­lal­ci­le­ri­dir.

 

Türkiye'de son birkaç yıl içinde sermaye, karşı devrimci-dinci odaklar lehine el değiştirdiği için iş ve servet çevreleri artık Allah ile aldatma zulmünün de failleri arasına katılmış bulunuyor.

 

Mâûn Su­re­si'nin üçün­cü sı­ra­da­ki ih­lal­ci­le­ri da­ha çok pa­sif ih­lal­de bu­lu­nan ay­dın­lar­dır. On­lar da az ve­ya çok Mâûn to­ka­tı yi­ye­cek­ler­dir. Esas gö­rev­le­ri 'uya­rı' olan bu in­san­la­rın ne ya­zık ki bü­yük bir kıs­mı bir­çok ih­la­le ya se­yir­ci kalmakta ya­hut biz­zat ka­tılmaktadır.

 

Mâûn to­ka­tı­nın en ağır­la­rın­dan bi­ri­ni ye­dik­le­ri hal­de, kut­sal mas­ke­ler ar­ka­sı­na sak­lan­dık­la­rı için faz­la di­le düş­me­yen­ler ise, İs­lam dı­şı bir tâbirle 'din adam­la­rı' di­ye anı­lan züm­re­dir. Bun­la­rın is­tis­na­la­rı elbette ki epeycedir ama bu istisnalar ku­ra­lı bo­za­ma­mak­ta­dır.

 

'Din adam­la­rı' de­nen züm­re­nin (bü­yük kıs­mı ay­nı za­man­da si­ya­sal ve eko­no­mik din ti­ca­re­ti­nin içinde­dir) Mâûn to­ka­tı yi­yen­le­ri hem sap­mak hem de baş­kaları­nın sap­ma­sı­na se­bep ol­mak su­çun­dan hü­küm gi­ye­cek­ler­dir. Çün­kü bun­lar Mâûn Su­re­si'nin ge­re­ği­ni yap­ma­mak­la kal­ma­mış, ya­pıl­ma­sı­na gi­den yo­lun iş­le­me­si­ne de en­gel ol­muş­lar­dır.

 

Ben bun­la­ra, 'çif­te kav­rul­muş müc­rim­ler' di­yo­rum.

 

Yaklaşık 450 milyar dolar borcun Türkiye’ye vur­du­ğu to­ka­tın, esa­sı ba­kı­mından bir Mâûn to­ka­tı ol­du­ğu­nu ar­tık an­la­mak ve temel belanın, din üzerinden yenen ‘haram lokma’ belası olduğunu iti­raf etmek zorundayız.

Bu yazdıklarımı okuyan birçok insanın alaylı bir tebessümle şöyle dediğini duyar gibiyim:

Güzel söylüyorsun, Hoca! Söylemesi senden, kulak ardı etmek bizden. Tıpkı yıllardan beri olduğu gibi…

Öyle de olsa, yine söylemesi bizden…

Yazarın Tüm Yazıları