Terör olaylarında medyanın sorumluluğu

GÜNGÖREN’deki alçak saldırının ardından gece boyunca haber televizyonlarını izledim.

Dikkatimi çeken konulardan biri İstanbul Valisi’nin medyaya yaptığı "sorumluluk" çağrısı oldu.

Benzer bir çağrı dün de Başbakan’dan geldi: "Medya farkında olmadan teröre destek veriyor, bunu yapmayalım."

Uzun süre gazete yönettim. Bu tür haberleri değerlendirirken gazetelerin yazı işlerinin ne kadar sıkıntı çektiğini biliyorum.

Terör örgütleri, kendi özel amaçları ne olursa olsun bu tür eylemleri "ses getirmek, karışıklık yaratmak için" yaparlar.

Ve bir gazete yöneticisinin haberi değerlendirirken kırk kez düşünmesine yol açan şey de budur: Bu haberin veriliş şekli, teröristlerin amaçlarına hizmet ediyor mu, etmiyor mu? Yaptığım gazete ile teröristin ekmeğine yağ mı sürüyorum?

Bu nedenle küçük olayların yayımlanmasında bir sıkıntı çıkmaz. Küçük bir haber ile iş geçiştirilir. Geçmişte gazete yöneticileri olarak aramızda telefonla konuşup, bazı haberleri hiç yayımlamadığımız da olmuştur.

Öte yandan ortada büyük bir olay varsa bunun saklanması da mümkün değildir.

Ve haberin büyüklüğü ile orantılı bir yayın kaçınılmazdır. Fotoğraflar büyür, haber sayfalarca yer kaplar.

Resmi makamlar, bunu "teröristin amacına hizmet" olarak görebilirler. Sonuç olarak halkın huzur ve güven içinde yaşamasını sağlama görevi onlara aittir ve bu görevin şu ya da bu nedenle yerine getirilememiş olmasının sayfalarca anlatılmasından hoşlanmamaları normaldir.

Dün gazetelere baktım ve "teröristin amacına hizmet" sayılabilecek türden bir yayın göremedim.

Televizyonların olayın hemen ardındaki dehşet görüntülerini defalarca yayımlamasında bir abartı olduğunu da kabul etmek zorundayız. Haber için görüntü gerekir ama aynı görüntüyü defalarca tekrarlamak habere artı bir değer katmıyor. Bundan kaçınmak gerekiyor.

Olayın gerçek mahiyeti ve sorumlusu yetkili makamlarca açıklanana kadar, sadece tahmine dayalı olarak gösterilen örgütler ile ilgili de bir problem var.

Unutmayalım ki bu eylemler "ses getirmek, örgütün adını duyurmak, güç göstermek için" yapılıyor ve uluorta yapılan tanımlamalar bu amacın gerçekleşmesine hizmet ediyor. Sonuç olarak şunu söylemeliyim: Medya sorumluluğunu bir an için olsun unutmamalı ve saate karşı yapılan bir yarış içinde olunsa bile azami dikkat sarf edilmeli.

Yetkililer de kendi işlerini yapmalı. Zamanında ve doğru istihbaratla olayın en başından önlenmesi, önlenemeyen olayların faillerinin hemen yakalanması ve halkın bilgi edinme ihtiyacı içinde olduğu unutulmayarak doğru bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması da onların işi!

Çankaya Köşkü dinleniyor mu?

ÖNCEKİ gece Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da Çukurambar mevkiindeki bir evde gizlice buluşmuşlar ve baş başa beş saat süresince görüşmüşler.

Buluşma yerine gelirken makam araçlarına sivil plaka takılmış. Bir ülkenin cumhurbaşkanı ile başbakanının buluşup, 5 saat görüşmelerinde bir sorun yok elbette.

Bundan daha doğal ne olabilir ki? Bu işteki gariplik, buluşmanın "normal bir yerde" gerçekleşmemiş olması.

Normal olanı ast makamda bulunanın, üst makamdakinin çalışma yerine gitmesidir ki bizim ülkemizde adres belli: Çankaya Köşkü.

Farkındaysanız son zamanlarda Başbakan ve Cumhurbaşkanı, sivil plakalar takılmış araçlar ile peşlerindeki gazetecileri atlatıp, iki-üç saatliğine ortadan kayboluyorlar.

Belli ki gittikleri yerlerde yapacakları görüşmelerin, başka kulaklar tarafından duyulmasını ya da kimlerle buluştuklarının öğrenilmesini istemiyorlar.

Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde ya da Başbakanlık makamında böyle bir gizlilik sağlanamıyor demek ki.

Şunu sormak istiyorum: Ülkenin en üst iki makamında bu sağlanamıyorsa nerede sağlanacak?

Cumhurbaşkanı ve Başbakan, dinlenmediklerinden emin olamıyorsa, biz vatandaşlar ne yapacağız?

Savruk bir iddianame

ERGENEKON İddianamesi’nde Uğur Mumcu suikastının İsrailli ajanlarca gerçekleştirildiğini iddia eden bir "belgeden" de söz ediliyor. Söz konusu belge 1993’te Şevket Kazan tarafından gündeme getirilmişti. Eski MİT müsteşarı Sönmez Köksal, belgenin yalan olduğunun en az 100 kere açıklandığını söylüyor. Belgede yer alan Köksal’ın imzası, bir yılbaşı tebrik kartından kopyalanmış.

Ergenekon iddianamesinin gereksiz ayrıntılar ile dolu ve savrukça hazırlanmış bir iddianame olduğunu yazdığım zaman bazıları bana kızıyor. "Ergenekoncu olmak" ile suçlandığım bile oluyor.

Benim derdim ise böyle uyduruk belgelerle şişirilmiş bir iddianame ile yapılacak yargılamada gerçek suç ve suçlunun kaybolması olasılığı.

Bunun gibi yıllar önce gündeme gelip, yalanlanmış bir belgenin gelip iddianamede yer işgal etmesi benim doğru düşündüğümü gösteriyor.

Dava, kendi özünden uzaklaştıkça çıkmaza girecek. Yıllarca sürecek ve yaratılan bilgi-belge kirliliği içinde gerçek suç görünmeyecek. Endişem budur!
Yazarın Tüm Yazıları