Cumhurbaşkanı ve kanunlara saygı

ARKADAŞIMIZ Şükrü Küçükşahin, dün Hürriyet’teki köşesinde, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Süleyman Demirel’i örnek alarak memleketinde bir müze yaptıracağını ve kendisine verilen armağanları burada teşhir edeceğini yazdı.

Bu hesaba göre Suudi Kralı’nın Hayrünnisa Hanım’a verdiği armağanlar konusunun yanıtını alabilmek için görev süresinin bitimine kadar beklememiz gerekiyor.

Ama hesap yanlış! Sadece yanlış değil, aynı zamanda hukuk ve etik dışı bir tutuma da karşılık geliyor.

Yabancı devlet adamlarının kamu görevlilerine ve eş, çocuklarına verecekleri armağanlar ile ilgili nasıl bir işlem yapılması gerektiğini anlatan bir kanunumuz ve buna bağlı bir yönetmeliğimiz var: Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu!

Güzel bir ismi var yani kanunun. Ne kadarının uygulanabildiğini de Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın tutumlarından ortaya çıkıyor.

Bu kanun değeri asgari ücretin on katını aşan armağanların, değer tespitinin nasıl yapılacağını ve sonra Hazine’ye nasıl ve ne zaman teslim edileceğini tarif ediyor.

Cumhurbaşkanlarının eylem ve işlemleri nedeniyle yargılanamıyor olmaları, temsil ettikleri ülkenin kanunlarına saygısızlık etmelerine ve o kanunları takmamalarına gerekçe olabilir mi?

Kanunlar, adam öldürmeyi de yasaklıyor. Cumhurbaşkanı, "Ben sorumsuzum" deyip, istediği kimseyi öldürebilir mi?

Eşi de Cumhurbaşkanı gibi yasal sorumsuzluk hakkına sahip midir? Yoksa benim gibi, sizin gibi herhangi bir vatandaş mıdır?

Bu nedenlerle görev süresi bitene kadar ve bittikten sonra da, her fırsatta ve ortamda ben bu soruyu sormaya devam edeceğim.

Aklıma gelmişken bir daha sorayım:

Suudi Kralı’nın eşinize verdiği değerli armağanlar ile ilgili nasıl bir işlem yapıldı? Değer tespiti ve hediyenin Hazine’ye devri için kanunda belirtilen sürelere uyuldu mu? Ve hediyeler nerede?

Ciddi bir gazetecilik problemi var

ERTUĞRUL Özkök, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir söyleşi yaptı.

Özkök’ün sorduğu soruları ve aldığı yanıtları yarınki Hürriyet’te okuyacaksınız zaten. Dünyanın her yerinde bir gazeteci için, ülkenin en tepesindeki isim ile özel bir söyleşi yapabilme olanağına sahip olmak önemli bir şeydir.

Biliyorsunuz Erdoğan, uzun süredir özel söyleşi yapmıyordu. Bu açıdan da önem taşıyor bu söyleşi.

Bu olayla ilgili olarak çok güldüğüm bazı şeyler oldu, sizinle paylaşayım.

İnternette yayın yapan üç haber sitesi Özkök-Erdoğan randevusunun ardından şu yorumu yapıyordu: "Ne konuştuklarına dair bir açıklama yapılmadı."

Aşırı sağcı bir gazetede ise şu yorum vardı: "2 saat süren görüşme, basın mensuplarına kapalı olarak gerçekleşti."

AKP medyası
, yani Sabah, Vakit ve Yeni Şafak da, haberi Anadolu Ajansı üzerinden verdiler, şu yorumla: "Görüşme Ertuğrul Özkök’ün talebi üzerine gerçekleşti."

Ortaya çıkıyor ki ciddi bir gazetecilik problemi var!

Soru 1: (İnternetçilere) Dünyanın neresinde bir gazeteci ile haber kaynağının özel söyleşilerinin ardından basına bir açıklama yapılması bekleniyor?

Soru 2: (Aşırı sağcı gazeteye) Dünyanın neresinde, özel röportaj yapılırken, salona başka gazeteciler alınıyor?

Soru 3: (AKP medyasına) Bir gazetecinin, bir haber kaynağından randevu istemiş ve bu randevu talebinin kabul edilmiş olması dünyanın neresinde "haber konusu" oluyor?

Tarihe takla attırmak için

TÜRK Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun görevden alındığını ve yerine Prof. Dr. Ali Birinci’nin getirilmesinin düşünüldüğünü gazetelerde okudum.

AKP hükümetini Halaçoğlu’nu görevden aldığı için eleştirmeyeceğim. Bu zaten çoktan yapılması gereken bir işlemdi.

Çünkü Prof. Dr. Halaçoğlu, TTK yönetimindeyken gösterdiği performansla orada bulunmayı hak etmiyordu. Yerine getirileceği söylenen Prof. Dr. Ali Birinci’nin siyasi olarak hükümete daha yakın bir isim olduğunu tartışmak bile yersiz.

Tartışılması gereken konu Türk Tarih Kurumu’nun, gelecekte nasıl bir kurum olarak varlığını sürdüreceği konusu.

Bu kurum siyasi bir organ olarak mı yaşayacak, tarih, hükümetlerin değişen politikalarına göre her seferinde yeniden mi yazılacak?

Yoksa Türk Tarih Kurumu, dünyada saygınlığı olan, günlük siyasi mülahazalardan kendisini kurtarmış, kendisine emredileni değil, gerçeği arayıp bulmaya çalışan bir kurum mu olacak?

Bu atamanın belirleyeceği konu budur.

Yapılacak yeni atama, hükümetin tercihinin bu kurumu da siyasallaştırmak olduğunu düşündürtüyor.

İsmi dünyanın önde gelen bilim kuruluşlarında kabul görecek bir tarihçinin bu kurumun başına getirilmesi ne yazık ki uzak ihtimal!
Yazarın Tüm Yazıları