Sorun demokrat olamamakla ilgili

DÜN İstanbul’da 1 Mayıs nedeniyle yaşanan olayları izlerken şunu düşündüm: Türkiye’nin en önemli sorunu, geçmişte de bugün de Meclis çoğunluğunu ellerinde bulunduran sağ partilerin yeterince demokrat olmayı başaramamalarıdır.

İzledikleri siyasi çizgi daha çok "kendine demokratlık" olarak yorumlanabilir.

Bugün iktidarda bulunan AKP’ye de haksızlık etmek istemem.

Bireysel özgürlüklerin geliştirilmesi ve Türkiye’deki yasal düzenin özgürlükçü Avrupa standartlarına getirilmesi için yapmış oldukları şeyleri görmezden gelmiyorum elbette.

Ama o bile gelip en sonunda bir yere tosluyor!

1 Mayıs karşısındaki tutum, bunu gösteriyor.

1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmak istenmesi nasıl bir dayatmaysa, "yaptırtmam" ısrarı da öyle bir dayatma ve bir demokrasinin en temel haklarından birinin kullandırılmaması anlamına geliyor. Taksim’in gösterilere kapattırılmasındaki gerekçe "provokasyon olasılığı".

Yani hükümet, ülkenin en büyük şehrindeki bir meydanda vatandaşlarının can güvenliğini sağlayamayacağını düşündüğü için bir özgürlüğün kullanılmasını engelliyor!

O zaman bu kadar vergiyi neden veriyoruz? İstanbul’da neden bir Vali ve Emniyet Müdürü var? İçişleri Bakanlığı’nın, devletin istihbarat örgütlerinin işi nedir?

Seçimlerden önce ve seçimler sırasında yapılan dev mitinglerde can güvenliği nasıl sağlandıysa, Taksim’de de öyle sağlanabilirdi.

Ama sorun, onca parlak demokrasi demecine rağmen esasen böyle bir niyetin olmamasıydı.

Bunun adı polis terörüdür

İSTANBUL Valisi, 1 Mayıs’ta Taksim’de izinsiz gösteri yapmak isteyenlere karşı "orantılı güç kullanılacağını" açıklamıştı.

Dün gördüğümüz manzara ise şuydu:

Artık polise direnme olanağı kalmamış vatandaşlar yerlerde coplandı, çaresiz kadınlar tekmelendi, sendika binaları basılıp talan edildi.

Göstericilerle hiçbir alakaları olmayan vatandaşlar ile göstericiler arasında bir ayrım yapılmadı.

O sırada sokaktan geçen kim varsa dayak yedi, biber gazına maruz kaldı.

İki ihtimal geliyor aklıma: Ya polisler yeterince eğitimli değil, bu tür toplumsal olaylar karşısında ne yapabileceklerini bilmiyorlar. Ya da polis, üstlerinin emirlerini dinlemeyecek kadar disiplinsiz!

Bir de Vali’nin doğru söylemediği ve polise aslında "vurun, kırın, dağıtın" emri verilmiş olma olasılığı var ki bunu aklıma getirmek dahi istemem.

Dün İstanbul’un alınan önlemler nedeniyle kilitleneceği bir sır değildi.

İşyerlerinin tatil edilmemiş olması, birçok vatandaşın yollarda perişan olmasına, birçoğunun da dayak yemesine neden oldu.

Bu tabloya neden olan sorumluların bulunup cezalandırılacağını hiç sanmıyorum.

Bunun bir tek sonucu olabilir: Vatandaşın kentin Valisi’ne, Emniyet Müdürü’ne ve emniyet güçlerine karşı duyduğu saygı ve sevgi azalır.

Dünyanın en güzel kentlerinden birinde yaşıyoruz. Bu yöneticileri hak ediyor muyuz?

Dostluk varsa kullanalım lütfen

DÜN Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haber, Suudi Arabistan’da idama mahkûm edilen Türk vatandaşının cezasının infazı yolunda artık son dönemeçlere gelindiğini anlatıyordu.

Daha önce de yazdım, belli ki bir kez daha tekrarlamakta yarar var.

Suudi Arabistan Kralı ile Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında "derin bir muhabbet" olduğu biliniyor.

Ankara’ya geldiğinde ikisi de Kral’ın ayağına kadar gittiler. Gerekçeleri "dostluk" idi!

Kral’ın eşlerine getirdiği değerli armağanları kabul etmekte sakınca görmediler. Bir dostun getirdiği hediyeyi "kişisel bir armağan" gibi gördüler çünkü.

Cumhurbaşkanı’nın Kral’a bir af mektubu yazdığı daha önce açıklanmıştı.

Belli ki bu işler mektupla olmuyor. Kim bilir belki de Kral, bunu hediyeler için bir teşekkür mektubu zannetti ve okumadan bir kenara attı.

Acaba diyorum, Ahmet Çalık, Sabah ve ATV’yi satın alabilsin diye Katar’a, Şam’a kadar seferler düzenleyebildiklerine göre, bir Türk vatandaşının hayatını kurtarabilmek için Suudi Arabistan’a da gidemezler mi?

Madem arada önemli bir "dostluk" ilişkisi var, bunu talep etmek neden ayıp olsun ki?
Yazarın Tüm Yazıları