Barroso’nun ziyareti

BU satırları yazdığım sırada AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun ziyaretinin Ankara kısmı bitmiş olduğundan, İstanbul’daki temaslarını beklemeden bir değerlendirme yapmak mümkündür.

Barroso’nun özellikle TBMM’de yaptığı konuşmanın çok etkileyici olduğunu peşinen belirtmek gerekir. Komisyon Başkanı konuşurken, AKP’yi kapatma davası konusunda bir şeyler söylemesi olasılığından şüphelenen muhalefet sıralarındaki milletvekillerinin müteyakkız ve sert bakışları dikkati çekiyordu. Fakat sonunda onlar da alkışlarını esirgemediler.

Barroso her şeyden önce AB’nin nasıl bir kurum olduğunu çok güzel tarif etti: AB bazı alanlarda egemenliklerini bir araya getiren bir ulus devletler topluluğuydu. Bu devletler tek başına hareket edeceklerine güçlerini birleştirdikleri takdirde çok daha etkin ve başarılı olacaklarına inanmışlardı: "Bundan elli yıl önce vizyon sahibi liderler, Avrupalı milletler ve halklar arasında yüzyıllarca süren savaş, nefret ve önyargıları aşma kararını aldılar."

Barroso’
nun bu sözleri bizim için çok önemli; çünkü Avrupa Birliği’ne bakış açımız genellikle onun tanımlamasına uygun değil. Devletler arasındaki ilişkileri sonu gelmeyen bir çıkar ve güç çatışması olarak görmeye çok yatkınız. AB’ye girdiğimiz takdirde egemenliğimizi ve ulus devletimizi kaybedeceğimiz endişesi de bir hayli yaygın. Oysa AB içinde hiçbir ulus devlet milli, tarihi ve kültürel kimliğini kaybetmedi. Egemenliklerin bir araya gelmesi de bir zaaf değil, güç unsuru oldu.

* * *

Barroso,
Türkiye’nin Avrupalılık kimliğine gereken vurguları yapmaktan da geri kalmadı. Ünlü Venedikli ressam Veronese’in Kanuni Sultan Süleyman’ı, İmparator 5. Charles’ı ve Fransa Kralı 1. François’yı aynı masa etrafında gösteren tablosundan bahsederek, Türkiye’nin daima Avrupa jeopolitik sahnesinin bir aktörü olduğunun altını çizdi. General De Gaulle’ün Türkiye’nin jeopolitik önemi hakkında söylediklerine atıfta bulundu.

Türkiye’nin üyelik sürecinde kestirme bir yol olmadığını, Avrupa’nın kıstaslarına uymak için Türkiye’nin yapacağı reformları değerlendirmenin komisyonun görevi olduğunu hatırlatan Barroso, ifade özgürlüğü ve ceza yasasının 301. maddesi üzerinde ısrarla durdu.

Türkiye’deki laiklik tartışmalarına değinerek her ülkenin bu konuda kendi iç oydaşmasını bulması gerektiğini, Avrupa Komisyonu’nun türban meselesinde bir görüşü olamayacağını, ancak herkesin inanç ve görüşlerine saygı gösterilmesi lüzumuna inandığını, başka bir deyimle türban konusunda seçimin kadınlara ait olduğunu söyledi.

Barroso’nun, müzakere sürecinin ilerlemesine ve sonuçlanmasına en önemli engellerden biri olan Kıbrıs konusuna ağırlık vermesi şaşırtıcı değildi. Bir yandan kapsamlı bir çözüm için çağrıda bulunurken, diğer yandan Gümrük Birliği Protokolü’nün tarafımızdan uygulanması gerektiğini, bunun bir yükümlülük teşkil ettiğini belirtti. Kıbrıs konusunda statükonun muhafazası dışında bir politika üretemezsek üyelik sürecinin tıkanacağından şüphe duymamalıyız.

* * *

Barroso,
Meclis’teki konuşmasında kapatma davasına değinmekten kaçınmak basiretini gösterdi. Fakat bu konudaki görüşlerini nasıl olsa daha önce açıklamıştı. Gerek kendisi, gerek Olli Rehn ve AB Konseyi Dış Politika Sorumlusu Solana, kapatma davası açılmasının Avrupa hukuku prensipleriyle uyuşmadığı görüşünde oldukları konusunda hiçbir tereddüt bırakmadılar.

Barroso’nun TBMM’deki konuşması, AB üyelik sürecinde hálá mevcut olan fırsatlar kadar bu alandaki riskleri de daha iyi anlamamıza hizmet etmelidir.

Problemleri erteleyerek ve sürüncemede bırakarak bir yere varamayacağımızı, AB üyeliği gerçekten bir öncelikse siyasi cesaret isteyen çok çetin kararlar almanın kaçınılmaz olduğunu artık idrak etmeliyiz.
Yazarın Tüm Yazıları