Halk arasında türban

Ne zaman "Türk/Yunan çekişmesi" gündeme gelse, bazı aydınlarımızın ağızlarına sakız yaptıkları o bildik "klişe" devreye girer: "Ege’nin iki kıyısında iki halk... İkisi de birbirine sevdalı... Ama ah o politikacılar yok mu?"...

Sanki "politikacı" dediğimiz adam uzaydan gelmiş gibi... Sanki "politikacı" dediğimiz adam, politikasını halktaki duyarlılıklar üzerine inşa etmezmiş gibi...

Bazı dostluk toplantılarını, barış konferanslarını, iyi niyetli çabaları falan bir tarafa bırakırsak, işin aslı maalesef şudur: Ege’nin iki kıyısında iki halk... İkisi de birbirine düşman...

Bugünlerde bakıyoruz, "Türk/Yunan çekişmesi"nde gündeme gelen "naif" klişenin benzeri "türban" konusunda da devreye sokuluyor: "Halk arasında türban sorunu yok... Bütün suç politikacılarda..."

Hatta Ankara’da "Türban ticareti" yapan bir firmanın düzenlediği bir defilede bu mesaj, gayet banal bir şekilde verilmiş: Türbanlı mankenlerle türbansız mankenler temsili olarak el ele podyuma çıkarılmış... Mesaj açık: "Halk arasında böyle bir sorun yok."

Bu büyük bir palavradır...

Türban çekişmesi, halkımızın derinliklerine kadar sinmiş bir çekişmedir... Halkımızın bir bölümü, türbandan hoşlanmamaktadır ve bu hoşlanmama halinin dereceleri vardır... Bir bölümü de türbandan hoşlanmayanlardan hoşlanmamaktadır, onların da hoşlanmama hallerinin dereceleri söz konusudur...

CHP, türbandan hoşlanmayanlara; AKP ise türbandan hoşlananlara oynamaktadır...

Kısacası: Türban sorunu, halk arasında karşılığı olan bir sorundur...

Bir ’yoldaş’a yanıt

Vay be! Meğer "Özgürlükçüyüz ama salak değiliz" sloganının asıl mucidi Birgün gazetesinin sosyalist ve ÖDP’li yazarı Melih Pekdemir imiş...

ODTÜ’lü gençler ondan almışlar sloganı...

Pekdemir, Birgün’deki yazısında, "Özgürlükçüyüz ama türbana özgürlük verecek kadar salak değiliz" meselesini şu şekilde gerekçelendiriyor:

"Dinin gerekleri yerine getirildikçe (...) özgürlüklerimizin birer birer elimizden alınmasının adeta bir ’mukadderat’ olduğunu fark ediyoruz."

Melih Pekdemir, işte bu "Mukadderat"a teslim olmayacakmış...

Peki ne yapacakmış teslim olmamak için?

Üniversite kapısında türbanlı kız kovalayacakmış!

Çünkü yakın gelecekte özgürlüklerinin kısıtlanacağından fena halde korkuyormuş...

Laf aramızda, aslında ben de korkuyorum...

"Dinci" denilen adamların, boşluk bulduklarında, dinden ne anlıyorlarsa onu, toplumun tüm kesimlerine dayatma iştahını taşıdıklarının ben de farkındayım... Başkalarının yaşam tarzlarına müdahale konusunda nasıl hevesli olduklarını yakinen müşahede etmişliğim vardır...

Ancak... Bunlar söz konusu diye...

"Sen benim özgürlük alanıma müdahale etmenin hayalini kuruyorsun" diyerek, adamların özgürlük alanlarına müdahale mi edeceğim?

Eğer böyle yaparsam, bir zamanlar memlekette komünistleri işkenceden geçirenler gibi davranmış olmaz mıyım?

Söyler misiniz "Sosyalist" Melih Bey, neden işkencelerden geçirildi yoldaşlar?

Bazı kötücül adamlar, "Kötüyüz biz kötüyüz" türküsünü çığırarak, sırf "kötülük" olsun diye mi yaptılar o işkenceleri?

Gerekçeleri neydi? "Bu komünistler at koşturdukça memleketimizin Sovyet peyki olması mukadderattır" demiyorlar mıydı?

Peki bu mantık ile senin mantığın örtüşmüyor mu?

Ne yani? Gelecekte özgürlüklerimiz elimizden alınacak diye, "salak" olmadığımızı kanıtlamak için, üniversite kapılarında hep beraber türbanlı kız mı kovalayacağız?

Vallaha ben böyle bir şey yapamam... Yüzüm kızarır, çok utanırım...

Ama bak, şunu yaparım:

Özgürlük alanlarımıza en küçük bir müdahale söz konusu olduğunda, "Artık her şey teferruattır" der ve sonuna kadar savaşırım...

Sen bunun adına istediğin kadar "salaklık" de... Üniversite kapısında "kıyafet zaptiyesi" olmaktansa, "salak" olmayı yeğlerim...
Yazarın Tüm Yazıları