Türkiye’yi, Cezayir ile karşılaştıramazsınız

Bazı yazarlarımız, ülkemizdeki gelişmeleri, 1990’larda Cezayir’de yaşananlarla karşılaştırıyor ve “aman dikkat” diyor.

Haberin Devamı

Aslında söylemek istedikleri ise “ Eğer asker AKP’ye müdahele ederse, Cezayir’de FİS partisine karşı darbe sonrasında yaşananlar tekrarlanır” dır. Cezayir’i iyi bilmeyenler hem büyük bir hata, hem de Türkiye’ye büyük bir haksızlık yapıyorlar. Cezayir ile Türkiye arasında bazı benzerlikler vardır, ancak bakın kimin lehinedir...

 

Son zamanlarda yeni bir moda başladı.

          

Özellikle AKP’ye destek veren yazarlar, Türkiye ile Cezayir’i karşılaştırıyorlar ve belirli sonuçlar çıkarıyorlar. Dillerinin altında ne olduğunu ben biliyorum.

          

Söyleyemedikleri veya açıkça söylemek istemedikleri, ancak anlatmak istediklerinin tercümesi aynen şöyledir:

Haberin Devamı

          

FİS seçimleri kazanmış ve ikinci tur seçimlerde iktidar olmak üzereyken, asker müdahele etti ve yönetime el koydu... Ardından halk ayaklandı. Kanlı olaylardaonbinlerce insan öldü...”

          

Bu son derece basit bir yaklaşım ve Türkiye’ye haksızlıktır.

          

Cezayir’i Türkiye’ye örnek gösterip “bakın orası gibi kaos çıkar” diyeceğimize, asıl Türkiye’yi Cezayir’e örnek göstermeli ve “Eğer demokrasiyi Türkiye’deki gibi uygulasaydınız, onbinlerce insanınız ölmezdi.” demeliyiz.

          

Şeklen benzerlikler yok değil.

          

FİS, Cezayir’in islamcı partisiydi. Uzun yıllar boyunca laiklik adına ülkeyi yöneten FLN’in (Milliyetçi Cephe) yolsuzlukları artık inanılmaz boyutlara çıkmıştı. FİS, din iman ve namus sloganlarıyla, önce 1989’da belediye seçimlerinin büyük bir bölümünü kazandı.

          

Fakire ve muhtaçlara kapı kapı dolaşıp yardım taşıyan FİS, kısa sürede halkın sevgilisi oluverdi.

          

Haberin Devamı

Bizde okuduğumuz bazı olaylar orada da yaşandı.

          

Özellikle mahalle baskısı arttı.

          

Başı açık kızlara önce laf atıldı, sonra dayak başladı. Mini eteklilere boya döküldü...FİS taraftarına ceza veren yargıçlar tehdit edildi, kimilerine beyaz çarşaf yollandı...İçki içilen yerler kapandı, lisanslar iptal edildi.

          

Ülkedeki laik düzenin bozulacağı korkusu arttı.

          

1991’deki genel seçimlerin ilk turunda FİS oyları silip süpürdü. İkinci turu da alıp iktidara geleceği kesindi ki, asker ”Laik sistemi korumak ve kollamak “adına müdahele etti. FİS saf dışı edildi ve laik bir mutabakat hükümeti kuruldu. Bu darbenin arkasında, başta Fransa olmak üzere, tüm batı dünyası vardı.

Haberin Devamı

          

İşte kıyamet ondan sonra koptu.

          

Cezayir 10 yıl boyunca kanadı.

          

10 binlerce insan öldü.

          

Ülke paramparça oldu.

          

Böyle bir manzarayı Türkiye’ye taşıyamayız.

          

Hem büyük hata, hem de büyük bir haksızlık olur.

          

Nedeni de basit. Türkiye, İslamcı akımı -28 şubattaki bir ince ayar dışında- hiçbir zaman siyasi sistemin dışına itmedi. Aksine sistemin içinde tuttu. Milli Görüş çizgisindeki partileri kimi zaman kapatarak, sistemin çizgilerini gösterdi.

          

Hangi sınırların aşılamayacağını ortaya koydu. Ancak Meclis’ten dışarı atmadı.

          

En son örneğini de, 2003 seçimlerinde yaşadık.

Haberin Devamı

          

28 Şubat 1997 sonrasında AKP’nin kazandığı seçime kimse itiraz etmedi. Ardından gelen 22 Temmuz 2007 seçimleri de aynı şekilde sonuçlandı.

          

AKP’ye dokunulmadı. Yani, bazı islamcı kalemlerin göz kırpmaya çalıştıkları durumun Türkiye’de devreye girmesi imkansız. Aksine, Türkiye kendini demokrasisiyle koruyabildi.

          

Bu defa da bazı laiklerimizin “ iyi ya, Cezayir’de kan döktüler ancak başarılı olamadılar. Burada ise, seçimlerle istediklerini elde edecekler” dediklerini duyar gibi oluyorum.

 

Yine “ Hayır”.

 

Cezayir ile Türkiye’yi bu açıdan da karşılaştıramazsınız.

 

Türk toplumunun hayatında din unsuru, Cezayir’deki gibi değildir.

 

Haberin Devamı

Türk siyasetinin olgunluğunu, 1990’lardaki Cezayir ile karşılaştıramazsınız.

 

Türk Silahlı Kuvvetlerini, Cezayir ordusuyla hiç karşılaştıramazsınız. Gelenekleri, etkilendikleri unsurları ve konumlarıyla birbirlerinden dağlar kadar farklıdırlar.

 

Kendimize bu kadar da haksızlık etmeyelim.

                                             *                               *                               *

 

ERDOĞAN’IN 3’LÜ ZİRVE KARARI ÇOK YERİNDE...

 

Başbakanın en ilginç yanı, hatalı adım attığında, bazen geri almasını bilmesidir. Eskiden bu konuda daha liberal davranırdı. Yıllar geçtikçe biraz daha katılaşıyor. Ancak son aldığı karar, eski Erdoğan’ı geri getirdi.

          

Bu köşe’de de okudunuz. Başka meslektaşlarım da yazdı.

          

Sarkozy’nin önerisiyle, Türkiye-AB ilişkilerini gözden geçirebilmek için, Merkel-Erdoğan-Sarkozy arasında üçlü bir doruk toplantısı yapılacaktı. Erdoğan bu toplantıyı ilke olarak kabul etmişti. Ancak ardından -, böylesine bir doruğun Türkiye açısından tehlike ve risklerle dolu olacağı öylesine yazıldı ve çizildi, danışmanları da aynı yönde o kadar yoğun görüş verdiler ki, Başbakan sonunda vaz geçmiş.

          

Erdoğan çok doğru bir adım attı.

          

Böyle bir doruk son derece önemli yanlış anlamalara yol açacak ve Türkiye’nin Avrupa Birliği ile tam üyelik yerine İmtiyazlı İşbirliği formülünü kabule yanaştığı şeklinde alınacaktı.

          

Tabii bu doruktan vaz geçmek herşeyi halletmiyor.

          

Eğer Türkiye gerçekten İmtiyazlı Ortaklık istemiyorsa, artık hareketlenir ve hakkını arayabilmek için kolları sıvar. Zira unutmayalım ki, bu tip doruk tuzaklarından kurtulabiliriz de, kendi kazdığımız tuzaklara düşersek belimizi doğrultamayız.

Yazarın Tüm Yazıları