Kadın eli sıkmayan başbakan

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, Çankaya Köşkü’ndeki ilk resmi akşam yemeğini pazartesi gecesi verdiler.

Gerçi "bir ilk" olması bakımından önem taşıyan yemeğin konuğu biraz tuhaftı ve dünyada "soykırımcı" olarak tanınıyordu ama olsun!

Sonuç olarak "Müslüman ilk Cumhurbaşkanı", mesture eşiyle verdiği ilk davette, soykırımcı da olsa bir başka Müslüman’ı ağırlamış oldu!

Kimsenin şarap içmesi icap etmedi, dolayısıyla kadeh kaldırmak ve tokuşturmak gibi gavur icatlarıyla masanın huzuru da kaçmadı.

Ama masada oturuş düzeni yine Batılı protokol kurallarına uyuyordu, bir kadın, bir erkek sırasıyla ve eşler yan yana değil!

Gece ile ilgili dikkatimi çeken bir not şu: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, davete eşsiz katılmış ve Hayrünnisa Gül ile El Beşir’in eşlerinin elini sıkmadan salona girmiş.

El Beşir; Sudan’a şeriatı getiren isim olarak biliniyor. Belki bu nedenle eşinin yabancı erkeklerle el sıkışmasını hoş bulmuyor olabilir.

Ancak Hayrünnisa Gül’ün böyle bir sıkıntı çekmediğini biliyoruz çünkü bugüne kadar başka erkeklerle el sıkıştığına tanığız.

Başbakan’ın asgari nezaket kurallarını hiçe saymış olmasını nasıl açıklamalıyız?

Sudanlı şeriatçıya karşı yapılmış "Bak biz de kadın eli sıkmıyoruz" gibisinden bir gösteri mi?

Yoksa kendini artık sıkmaması gerektiğini, içinden geldiği gibi davranmayı düşündüğünden mi?

Ne de olsa arkada "yüzde 47’lik tevazu" var!

Üniforma neden kirlensin ki?

EŞİNDEN boşanmaya karar verdiği için görevinden istifa eden generalin öyküsünü dünkü Hürriyet’te okumuş olmalısınız.

Parlak bir subay olduğu kariyer çizgisinden anlaşılan general arkadaşımız Saygı Öztürk’e "Bu üniformayı tertemiz giydim, tertemiz bırakmak durumundayım" diye açıklıyor, davranışının nedenini.

Haberi üzülerek okuduğumu söylemeliyim.

Böyle bir mesleki geçmişe sahip olan bir insanın, boşanmayı "üniformayı kirletecek bir tür ahlaksızlık" gibi değerlendirmesini yadırgadım.

Boşanma, çağdaş yaşamın artık önemli bir parçasıdır ve istatistikler her geçen yıl daha fazla sayıdaki çiftin böyle bir karar aldıklarını da ortaya koyuyor.

Birbiriyle anlaşamayan çiftlerin ayrılma kararı almaları ve bunu etraflarını yıkıp dökmeden, çocuklarına zarar vermeden gerçekleştirmeleri, tam tersine son derece medeni bir davranıştır.

Anlaşmazlıklar ve mutsuzluklar içindeki bir evliliği sürdürmektense, insanların kendilerine yeni bir yaşam yolu çizmesi ahlaksızlık değildir. Üniformayı da kirletmez, siciline de işlenmesi gerekmez!

40 bin dolarlık gazeteci maaşı

ŞEVKET Kazan’ın yıllar önce yayımlanan bir kitabında bazı gazetecilerin 40-50 bin dolar maaş aldığını yazdığını ve bir liste verdiğini yeni öğrendim.

Hürriyet’in sahibi Aydın Doğan’ın Vakit Gazetesi’nin olağan yalanlarına yanıt vermek için açıkladığı mektuplar olmasaydı, büyük ihtimalle bu bilgiden mahrum kalacaktım.

Zaman zaman bana yazılan bazı mektuplarda da aynı konunun merak edildiğine tanık oluyorum.

"Kaç para alıyorsun", "Dolarları cebine indirdin mi" gibisinden, daha çok hakaret kokan ve tahmin edebileceğiniz gibi kendisine İslamcı diyebileceğimiz tiplerden gelen sorular bunlar.

Demek ki bu kesimde gazetecilerin para içinde yüzdüklerine ilişkin bir inanç var.

Hatırlayacaksınız, bundan önceki AKP hükümeti de bu amaçla bazı gazetecilerin peşine maliyeci takmıştı.

Bir kere şunu söyleyeyim: Gazeteler, tıpkı diğer özel sektör işletmeleri gibidir. Patronlar, parayı hak edene verirler. Verdikleri paranın karşılığını alıp almadıklarına bakarlar. Bu da bilançolar, tiraj raporları, maliyetler gibi elle tutulur, gözle görülür kıstaslarla ölçülür.

"O imam hatiplidir iyi maaş verelim", "Eşinin başı türbanlı terfi ettirelim"
gibi kıstaslar bizim meslekte işe yaramaz.

Bizimki gibi halka açık şirketlerde ise öyle el altından para vermece olamaz. Ne aldığımız, vergisini ne zaman yatırdığımız kayıt altındadır.

Bu köşelerde rahatça istediğimizi yazabiliyorsak, bunun sebebi hesaplarımızı verirken korkacağımız bir durumun olmamasıdır.

Aydın Bey, yazdığı mektupta "Şirketlerimde 40 bin dolar maaş alan ne bir yazar ne de bir yönetici vardır" diyor.

Keşke "Evet 40-50 bin dolar maaş alan şu kadar yönetici vardır" diyebilseydi.

Bir gün diyebileceğini ümit ediyorum. Reklam pazarı hızla büyüyor, medya şirketlerinin değeri artıyor, kaliteli yöneticilerin piyasa değerleri de malum!

Bugün böyle paralar verilemiyorsa bunun nedeni bu piyasada yaratılan haksız rekabettendir.

Demek ki artık bu konuya değinmenin de zamanı geldi.

Kim neden gazetesine adını koymuyor, kim gazetelerini hangi amaçlarla kullanıyor, artık biraz da buna eğilelim.

Önümüzdeki günlerde tabii, bugünlük yerimiz bu kadar!
Yazarın Tüm Yazıları