Dostluk gazladı

DÜNKÜ "Hürriyet"in manşeti gerçekten nefisti.

Koca puntolarla dokuz sütuna yayılan "Dostluk Gazladı" cümlesini kastediyorum.

Öyle, çünkü Azerbaycan doğalgazını Türkiye üzerinden Yunanistan’a taşıyacak boru hattının açılışı için düzenlenen ve üç ülke liderini İpsala sınır kapısında buluşturan tören bundan daha iyi ve daha öz biçimde yansıtılamazdı.

Neyse, böylelikle aslında her gazetenin "mutfak kahramanları" olan yazı işlerine de göz kırpmış oldum, şimdi "esas"a geleyim.

Ama tabii, Azeriler zaten kardeşimiz, konuyu Ankara - Atina eksenine sınırlayacağım.

O halde, bir parantezle başlayayım.

* * *

GEÇEN akşam, Şişmanoğlu konağındaki Yunan konsolosluğunda düzenlenen küçük bir kokteyle katıldım.

Vesilesini de, çok çok eskilerden beri, yani aynı "cinnet yılları"ımıza uzanan "yol arkadaşlığı"ndan beri tanıdığım Helen gazeteci ve yazar Stelyo Kuloğlu’nun enfes biçimde kaleme aldığı "Postahaneye Asla Yalnız Gitme" adlı eserin Türkçe yayınlanması oluşturdu.

SSCB’den Doğu Almanya’ya, komünist rejimlerdeki totaliter mekanizmanın işleyiş tarzını anlamak; üstelik de bunu bir dedektif romanı üslûbunda okumak isteyenlere kitabı bilhassa tavsiye edeceğim ama, burada "klasik" (!) dostluk edebiyatı yapmayacağım.

Yani, "öylesine benziyoruz ki, kim Türk, kim Rum, kim Yunanlı, ayırabilene aşkolsun" falan demeden, etrafta dolanırken kulağıma çalınan bir haberi aktaracağım.

* * *

RİVAYET mi, yoksa mühürlü tapu mu bilmiyorum ama, orada bana söylenene göre, 2006 yılı içinde yaklaşık iki bin Yunan yurttaşı İstanbul’da kendine mülk almış.

Eh, az buz rakkam değil! Çabucak geçiştirilecek miktar da değil!

Hele hele, bırakın öyle efsun "palikarya"larını, gizli çıkarttığımız 1964 Kararnamesi’yle yerlinin yerlisi ve Konstantinniye’nin Konstantinniyelisi Rumlarımızı dahi "sepetlemek" için, onları cebren mülksüzleştirdiğimiz hatırlanırsa, buna belki de "devrim" demek gerekir.

* * *

ÖYLE, zira hadi farz edelim ki, yedi tepeli şehrimiz şimdi dünya piyasasında çok revaçta olduğu ve Avrupa’nın en "in" yıldızı addedildiği için, bazı Yunanistanlı sermayedar da tıpkı İngiliz, Rus, Alman veya İsveçli hemcinsleri gibi, yatırım amacıyla emlák ediniyorlar.

Ancak, mülk alanların büyük çoğunluğu apartıman dairelerini tercih ediyormuş.

Başka bir deyişle, Yunanistanlılar burada oturmak, ikámet etmek, yaşamak, háttá belki de, eğer zaten kentimizden göçmek zorunda kalmış yerli Rumlarsa, Konstantin Kavafis’in şiirindeki gibi, "doğdukları çınarın gölgesinde ölmek" için İstanbul’a yerleşiyormuş.

Böylesine muazzam, böylesine iyimser ve kelimeyi tekrar kullanacağım, böylesine dev-rim-ci gelişmenin gerçek boyutunu kavrabiliyor muyuz?

* * *

BİLİYORUM, bunu söyledim ya, "ulusalcı" kafadarlar yine küplere bineceklerdir.

"Bre gafil, bunun neresi olumlu, neresi iyimser, hele hele neresi devrimci? Vatan elden gidiyor, görmüyor musun?" dedikten sonra, muhtemelen de şunları ekleyeceklerdir:

"Zaten İstanbul’u hálá ’Konstantinopolis’ diye adlandıran Yunalılar, dün savaşla beceremediklerini işte bugün papelle gerçekleştiriyorlar. Çatı katı, bir oda bir salon, iki oda bir salon falan derken, şehri yavaştan yavaşa istilá ediyorlar".

"Dolayısıyla, şimdi tıpkı altmışlı yıllarda olduğu gibi
’vatandaş Türkçe konuş’ kampanyası başlatmak ve Rumca işitildiği anda, onlara haddini bildirmek gerekiyor".

Hay Allah sizin hayrınızı versin ama, bári yarın da ağzınızın payını ben vereyim.
Yazarın Tüm Yazıları