Halkın elinde ne kaldı?

ADALET Bakanı Mehmet Ali Şahin’in "Halkın elinde bir tek sigarası kaldı, onu da almayın" dediğini duyduğum zaman "Şaka yapıyor her halde" diye düşünmüştüm.

Nitekim dün Hürriyet’te yayımlanan röportajında TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın da aynı şekilde düşündüğünü öğrendim. Toptan da "Sayın Bakan’ın şaka yaptığını düşünüyorum" diyor.

Şahin’in bu sözleri söylemesinin üzerinden koca bir hafta sonu geçti. Baktım, "Yanlış anlaşıldım, öyle demek istemedim" gibisinden bir açıklama yapılmamış.

Bu nedenle Bakan Şahin’in açıklamasını bir tür özeleştiri olarak kabul ediyorum.

"Halkın elinde sigarasından başka bir şey kalmadıysa", bunun sorumlusu her halde beş yıldır Türkiye’yi yöneten AKP hükümeti olmalı.

Bu beş yıl içinde Şahin önce Başbakan Yardımcılığı yaptı, sonra da "terfian Adalet Bakanı" oldu.

Yani ilk günden beri hükümet icraatlarının merkezinde yer alıyor.

Ve bu sürenin sonunda kabul ettiği gerçek de bu: "Halkın elinde bir tek sigarası kaldı, bari ona dokunmayalım."

Eğer ülkenin adalet sisteminin başındaki bakan da "sigara yasağına" böyle yaklaşıyorsa, bu yasak nasıl uygulanabilecek, onu da gerçekten çok merak ediyorum!

Pembe İncili Kaftan

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün, Türkiye Cumhuriyeti’nin yerleşik protokol kurallarını yerle bir ederek Suudi Kralı’nın ayağına kadar koşturması, geçiştirilemeyecek bir ruh durumuna işaret ediyor.

Yaşanan olayın, "Kaddafi’nin çadırındaki Necmettin Erbakan" görüntüsünden hiçbir farkı yoktur.

Cumhurbaşkanı’nın, Suudi Kralı’nın makamına gitmesinin nedeni "iki devlet adamı arasındaki dostluk" ile açıklanıyor.

Bu durumda o dostluğun mahiyetini ve nereden kaynaklandığını da öğrenmek hakkımızdır diye düşünüyorum.

Öte yandan Suudi Kralı, Abdullah Gül’ün çocukluk arkadaşı bile olsa, burada resmi bir gezi için bulunuyordu.

"Çocukluk arkadaşı bile olsa", Abdullah Gül’ün değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin misafiriydi.

Ve böyle bir misafirin ağırlanmasında uyulması gereken kurallara uymak, devlet olmanın bir gereğiydi.

Çünkü Abdullah Gül, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil ediyor.

Ve bu makama en başta saygı göstermesi gereken temsil görevinin sahibidir.

Buna özen göstermiyorsa, taşıdığı sıfatın anlamını tam olarak kavrayabilmiş olduğunu da söyleyemeyiz.

Cumhurbaşkanı’na bu gece yatarken, uyumadan önce Ömer Seyfettin’in "Pembe İncili Kaftan" öyküsünü yeniden okumasını öneriyorum.

Belki o zaman yaptığı hatanın ne demek olduğunu daha iyi anlar.

Yumuşamadan daha çok işlevsizleşme

CHP Milletvekili İlhan Kesici’ye, DP İl Başkanları’nı temsil eden bir heyetin "gel, başımıza geç" teklifinde bulundukları haberlerini gazetelerde okumuşsunuzdur.

İlhan Kesici’nin, CHP’den milletvekili seçildiğini hatırlatarak, bu teklifi nazikçe geri çevirmesi bizim ülkemizde pek alışık olmadığımız bir siyasi ahlak örneğidir diye düşünüyorum.

Kesici’nin konuyla ilgili yaptığı açıklamada şöyle bir bölüm de var: "Arkadaşlarımıza bir CHP milletvekiline, hem de adı DP olan bir partinin genel başkan adaylığını teklif etmelerini Türk siyasetinde olağanüstü güzel bir yumuşama işareti olarak kabul ediyorum."

Bana kalırsa bu teklif güzel bir "yumuşamaya" işaret etmiyor.

En başta işaret ettiği konu DP’nin, siyasi misyonunu kaybetmiş olması. 1946’dan bu yana sürdürdüğü siyasi misyonu AKP’ye kaptırmış bulunuyor. İdeolojik zeminini kaybettiği için de "bir CHP milletvekiline", genel başkanlık koltuğunu önerebiliyor.

İkinci işaret ettiği konu da CHP’nin de benzer bir sürecin içine girmiş olması.

CHP de 1970’lerden itibaren savunduğu ideolojik zemini kaybediyor. Parti giderek sağa kayarken, geleneksel partilerle aynılaşıyor. Bunun için de bir milletvekiline, tam tersi ideolojiye sahipmiş gibi görünen bir başka partinin genel başkanlığı teklif edilebiliyor.

Bu nedenle bu olumlu çağrışımları olabilecek "yumuşamadan" daha çok, AKP’nin Türk siyasetinde alternatifsizleşmesine işaret ediyor ki bunun da Türkiye’nin geleceği açısından "olumlu bir süreç" olduğunu söyleyemeyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları