Paylaş
Tarihi bir olaya tanıklık ettik.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, sembolik açıdan en önemli makamı sayılan Cumhurbaşkanlığı’na ilk defa farklı bir insan oturdu.”Farklı” diye nitelenmesinin nedeni, toplumun bir bölümü gibi Laikliği bir ideoloji, hatta bir din gibi algılamaması.
“Farklı” olmasının nedeni, dini değerlere, yukarıda işaret ettiğim laik kesimden daha fazla önem vermesi. Ona “dinci” diyemeyiz, ancak bazılarımız işi öylesine abartıyorlar ki, neredeyse karşılarında Bin Ladin’i görüyorlarmış gibi davranıyorlar.
Çankaya’ya, Türban’ı kişisel bir tercih gibi gören, Atatürk’ün her söylemini tartışmasız benimseyen biri çıkıyor.
Son derece ilginçtir.
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi, laikçi kesim tarafından,Ak Parti’nin(AKP) yüzde 47 oy almasından dahi daha ciddi bir tehlike olarak algılanıyor. Bu şekilde ülkenin giderek daha dincileşeceğine inanılıyor. Dincilerin, Atatürk’ün mirasına el koymaya hazırlandıkları şeklinde yorumlanıyor.
Bu gerekçelerle, giderek sinirleniyorlar. Giderek daha sert tepki verme sürecine giriyorlar.
Bu tırmanmayı Abdullah Gül engelleyebilir.
Göreceksiniz, tutumuyla ve genel yaklaşımıyla herkese aynı mesafede durarak, bu geçiş dönemini kolaylaştıracaktır.
Herşeyin başında, Gül kavgacı değil, uzlaşmacıdır. Sinirlendiği zamanlarda dahi sesini yükseltmez. Sert ve eleştirisel konuşmalarını, güler yüzle yapmasını bilir.
Bugüne kadarki tutumlarından hareket edersek, dinlemesini bilen ve en önemlisi, laik kesimin kuşku ve kaygılarını anlayan bir kişiliği olduğunu görebiliriz.
Dinlemesini bilir. Dinlediği kişileri rahatlatır. Sorunları sahiplenir.
Gül, Çankaya’yı herkese açabilecek ve herkesin Cumhurbaşkanı olabilecek niteliklere sahiptir.
BAZI AKP’LİLERİN HEYECANINA KAPILMAZ
Benim tanıdığım Abdullah Gül, şöhretin şehvetine kapılmaz. Taraflarının gazına gelmez. Heyecanını kontrol etmesini bilir.
AKP’lilerin hiç değilse bir bölümü, Çankaya kalesinin fethedildiğine inanacaklar ve zaferlerinin hakkını vermeye çalışacaklar.
Gül’e oy vermiş, AKP’yi desteklemiş olan tarikatçılar, Çankaya’da gövde gösterisi yapmak isteyebileceklerdir. Köşk’ün “dini bütün” bir kişi tarafından işgal edildiğini göstermenin, Çankaya’nın artık bir laiklik sembolü değil, dindarların kalesi olduğunu vurgulamanın yollarını arayacaklardır.
Ben Abdullah Gül’ün bu tuzağa düşeceğini hiç sanmıyorum. Ayrıca, AKP’den gelen baskılara direnecek kadar da güçlüdür. İster Başbakan, ister parti teşkilatından gelsin, Gül bunlara HAYIR diyebilecek güçtedir.
Önümüzdeki dönemde, şekil açısından en önemli sembol, eşinin türbanı olacaktır.
Abdullah Gül’ün, eşinin türbanını ne oranda ön plana çıkaracağı, ne oranda bir çevrenin duyarlıklarını dikkate alacağı da, bu sürecin gidişini etkileyecektir.
Sonuç olarak bir başka AKP’linin, hatta Erdoğan’ın yerine Gül’ün Köşk’e yerleşmesi, kötü değil, iyi bir haberdir.
İKİNCİ YAZI OLACAK
Bay ve Bayan Sezer’in karikatürü ile kullanalım.
SEZER’İ ANLAYAMADIK
Tam yedi yıl boyunca Çankaya’da yaşadı.
Hepimizin Cumhurbaşkanı oldu.
Ancak Sezer’i ne tanıyabildik, ne de anlayabildik. Belki de, kendisini çok iyi sakladığından dolayı, onu tanımak ve anlamak imkanını bulamadık.
Ülke’nin en üst makamına, bir şans eseri çıktı ve Köşk’ü tam yedi yıl boyunca topluma kapattı.
Kişiliği ile politikaları çok uyuştu.
İçine kapanık, ne etrafına ne de dışa açılabilen, insanlarla diyalog kurmaktan hoşlanmayan, katıksız bir Ulusalcıydı. Ne doğru dürüst yurt içini dolaştı ne de yurt dışını.
Bütün bunları yazdıktan sonra,”Peki, Sezer’in yedi yıllık Cumhurbaşkanlığı süresince bu ülkeye ne katkısı oldu?”diye sorarsak, yine gazetelere manşet veya konu olan birkaç olay ile karşılaşırız.
1.2001 yılında, Ülke’nin en büyük ekonomik krizi tetikleyen, ünlü Anayasa kitapçığını Ecevit’e fırlatması.
2.Irak’a gidecek Amerikan askerlerine, topraklarımızdan geçmesine izin verecek olan tezkerenin reddedilmesinde etkili olması.
3.Ak Parti hükümetine kök söktürmesi
Ancak, madalyanın bir de öbür yanı var ki, belki Cumhurbaşkanı olarak değil, ama bir insan olarak, karşımıza bambaşka bir Sezer çıkarıyor.
Sezer’in adeta simgeleşen tutumu, Cumhurbaşkanlığı bütçesini kısması, harcamaları azaltmak için, elektrik-su tasarrufuna kadar, her kalemde indirim yapmasıydı. Hele görev süresince verilen hediyeleri (30 halı,55tablo,13 kilim vs…) “bana değil makama verilmiştir” diyerek, demirbaş yazdırmasıyla, halkın kalbine girmesiydi. Bu derecede titiz ve namusluydu.
Son derece kibar… Son derece mütevazı…
İçine kapanık olmasına rağmen, insanları seven…
Derin bir hukuk bilgisi olan…
İnanılmaz derecede namuslu…
Kurallara, titizlikle uyan bir insan.
Bayan Sezer ise, çok hoş bir first lady’lik yaptı.
Eşi gibi, hemen aynı kaliteleri paylaşan bu hanımefendi, hepimizin özlediği modern görüntüyü veren fist lady oldu. Daima hoş, yumuşak bakışlı, gösterişe kaçmayan bir şıklıkta ve hepsinden önemlisi eşi gibi mütevazı bir ev sahibi…
Sezerler, birçok açılardan eleştirilebilirler, ancak her zaman kişilikleriyle ön plana çıkmışlardır.
Cumhurbaşkanı ve eşi olmak, onları hiç şımartmamıştır.
Geldikleri gibi sessizce ayrılarak, yine kendilerini kaybettirmesini bilmişlerdir
Sezer’lere, her Cumhurbaşkanımıza olduğu gibi, toplum olarak teşekkür borçluyuz. Onları üzdükse özür dileriz. Hatamız olduysa, affetsinler…
Paylaş