Eşi türbanlı birinin Çankaya’ya çıkması yanlış olur

İnanılmaz bir "zihin kirlililiği" var... Belki de daha çok, "bulanık zihinlerin" kirlettiği tehlikeli bir satrancın yeraltından gelen sinsi hamlelerini yaşıyoruz. Bu hafta bu kritik soruların cevaplarını arayacağız. Sorular iki bölüme ayrılıyor...

Birinci bölümde şu sorular var:

Abdullah Gül aday olacak mı?

Başbakan neden hálá Gül’ün adaylığını açıklamıyor?..

İkinci bölümde ise şu tek soru var:
/images/100/0x0/55ea6f26f018fbb8f87fab6a
Asker bu konuda ne düşünüyor? Ve ne yapar?

Önce ikinci sorunun cevabıyla başlayalım:

SORU Abdullah Gül’ün kişiliğine yönelik değil...

Herkesin zihninde "habis bir ur gibi" sakladığı şu soru:

- Eşi türbanlı olan birisi cumhurbaşkanı olur mu? Başkomutanın bu durumu hakkında askerin tavrı nedir?

Bu konuda 12 Nisan’da, 27 Nisan’da Genelkurmay açıklama yaptı. Ve daha sonra sustu...

Peki şimdi durum ne?

Cumartesi günü Ankara’da çok özel bir karşılaşma yaşıyorum...

ALIŞVERİŞTEYDİ

Alışveriş Merkezi Armada’da ben oğluma hediye alırken, bir bakıyorum emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Paşa da orada.

O da pazar günü iki yaşına girecek olan torunu için doğum günü hediyesi bakıyor. Konuşuyoruz...

Hilmi Paşa her zamanki gibi "temkinli" ifadeler kullanıyor.

Soruyorum:

- Abdullah Gül aday oluyor...

- İzliyoruz.

- Peki paşam, sizce eşi türbanlı birisinin cumhurbaşkanı olmasında bir sakınca var mı?

Bu soruyu özellikle soruyorum.

Çünkü Hilmi Özkök Paşa görevi sırasında ve sonrasında sürekli olarak "hükümete yakın davranmak"la suçlandı... Üslubu diğerlerine göre daha yumuşak bulundu. Özgeçmişine, "Anayasa’ya göre başbakanlığa bağlıdır" ibaresini koydurttuğu için demokrat bulundu...

Bu nedenle vereceği cevap çok önemliydi. En azından Özkök Paşa üzerinden yaratılan bazı beklentilerin hangi ölçüde doğru olduğunu gösterecekti...

TÜRKİYE’NİN MAKAMI SİYASALLAŞTIRILMASIN

İşte cevabı:

- Sayın Çekirge, bu çok yanlış olur... Bizim kimsenin başörtüsüyle bir sorunumuz olamaz. Ama onun siyasallaştırılmış halinin devletle bu şekilde ilişkilendirilmesi hatalı olur. Uygun olmaz. Doğru olmaz...

-
Neden doğru olmaz?

- Çünkü, o makam bütün Türkiye’nin dünyaya temsil edildiği bir makamdır... Bu şekilde siyasallaştırılmış bir görüntüyle çok yanlış olur... Bu nedenle uzlaşmanın önemi var...

Evet, Özkök Paşa bu konuda böyle düşünüyor.

Bir konu daha var.

O da şu:

- Hilmi Özkök gerçekten söylendiği gibi Büyükanıt Paşa’dan çok farklı mı düşünüyor?

Bu konuda biraz da haksızlığa uğradığını söylüyor Özkök.

BÜYÜKANIT’LA AYNI KAFADAYIZ

Devam ediyor:

- Kendisiyle çok yakın çalıştık. Kafalarımız aynıdır. Ben her tatbikatta söylerdim. Yarın bütün telsizler kesildiğinde benim komutanım bu durumda şöyle bir emir verirdi diyerek davranabilmelisiniz. Yani bu bir uyumdur ve bizde vardır...

Bu sözlerin anlamı da önemli...

Ama daha da önemlisi var...

Ciddi bir uyarı da yapıyor Hilmi Özkök:

- Görevde olduğum sırada treni devirmeden götürmeye çalıştık. Kavganın, gerilimin kimseye faydası yoktur... Bu yüzden uzlaşma önemlidir. Çünkü hepimiz aynı trendeyiz...

Evet, aynı trendeyiz... Bu yüzden bütün vagonlarını kaybetmiş bir trene makinist olmak neye yarar?

Karşılıklı haklılıklar manzumesi

BU haftanın ikinci sorusu şuydu:- Abdullah Gül aday olacak mı?

- Başbakan Gül’ün aday olduğunu neden açıklamıyor?

İki ayrı görüş var.

Birincisi Abdullah Gül’ün haklılığına dayandırılıyor...

Diğeri Başbakan Erdoğan’ın haklılığına...

Bilinen somut gerçek ise şu:

Hiçbir şekilde Erdoğan ve Gül "aralarında bir kırıklık olduğu" görüntüsü yaratmayacaklar...

Peki neden böyle bir izlenim var...

Çünkü her ikisi de kendisi açısından bir haklılık zemininde duruyor...

GÜL AÇISINDAN

- Seçimlerden önce Tayip Erdoğan’ın adaylığı söz konusuydu. Karar verme yetkisi Genel Başkan olarak Erdoğan’daydı. Sonunda Erdoğan Gül’ü aday gösterdi. Bunu yapmadan önce de hem parti tabanında hem de toplumda nabız yoklamaları yaptı. Gül aday oldu. Çok ciddi eleştiriler aldı. Ailesine kadar saldırılar oldu. Gül’ün bu konuda ne kadar üzüldüğünü ve haksızlığa uğratıldığını kendi ağzından dinlemiştim. İşte şimdi Gül şöyle düşünüyor: Bu saldırılar yüzünden millete gittik. Millet bana güvendiğini gösterdi. Millet kararını verdi. Haklı olarak adaylığımı devam ettiriyorum. Cumhurbaşkanlığı bana milletin verdiği bir hak haline gelmiştir...

ERDOĞAN AÇISINDAN


Partinin Genel Başkanı ve Başbakan olarak aday belirleme ve karar verme yetkisi kendisinde. Gül’ün iradesine saygı duyduğunu söyledi. Ancak "Gül adaydır" demedi. Yalnızca "iradesine saygılıyım" dedi. Eğer Gül bu şekilde aday olursa genel başkan olarak adayı belirlememiş olacak. Bu bir anlamda Gül’ü seçimlerde millet seçti anlamına gelecek. Bu da Gül’ün parti üstüne çıkması anlamına gelecek. Yani halkın seçtiği cumhurbaşkanı olarak yukarda olacak. Bu nedenle yeni durumda Erdoğan genel başkan olarak Gül’ün kendisine gelip "Genel başkan sizsiniz irade sizde" demesini bekliyor. Ama Gül bunu söylemiyor.

İşte bu iki görüş nedeniyle, Ankara’da inanılmaz bir ayrışma var. Neredeyse medya içinde bile "Gülcüler" diye bir takım doğdu... Öylesine angaje olundu ki, sanki Gül aday olursa "bir tarafı yenmiş" olacaklar...

Oysa çok iyi biliyorum ki Abdullah Gül de bundan rahatsız. Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük makamı için yapılan bu seçimi, taşrada bir "horoz dövüşü"ne dönüştüren bu zihniyet Başbakanı da, askeri de, sivili de, herkesi rahatsız ediyor.

Biraz durup derin bir nefes alsak diyorum...

Cennetteki rezalet

ARMATÖR Kahraman Sadıkoğlu Göcek’in Sarsala Koyu’na "yüzen bir ev" yanaştırmış, yıllardır orayı "özel villası" gibi /images/100/0x0/55ea6f26f018fbb8f87fab6ckullanıyor...

Manzara ilginç. Sarsala Koyu dünyanın en güzel koylarından birisidir. Oraya ev yapmayı bırakın iskele bile yapılması yasaktır. Rahmetli Özal büyük bir iyilik yaparak o koyları sit alanı ilan etmişti. Bu sayede o koylar yat turizmine açıktır. Can Pulak, Sadun Boro, Necati Zincirkıran gibi "denizci büyüklerimiz" bu koylar için yıllarca mücadele verdiler.

Sadun Abi, dünyanın bütün denizlerini dolaştıktan sonra gelip Okluk’a demir atmıştır. Kirlenen her damla deniz, Sadun Abi’nin ruhundaki rüzgarları fırtınaya çevirir.

İşte bu denizci dünyası Sarsala Koyu’ndaki bu "olayı" defalarca eleştirmiştir. Benim tanık olduğum nice konuşmada, "Bu yapılan ayıptır" denmiştir. Ama hayır, Sadıkoğlu yasanın boşluğunu yakalamış bir kere. Koca eve, "gemi" diyor... Nasıl olduysa belgesini de almış... Geçen yıl Çevre Bakanlığı uyarmış...

Ama cevap basit:

"Ev değil gemidir."

Yani?

- Yani denize elverişli gemi belgesi var...

Dünyayı dolaşan bir diğer denizci Osman Atasoy da soruyor:

- Madem gemi hadi şöyle Ayvalık’a kadar onunla tırmanalım mı?

Ve çok daha önemli bir soru: - Şimdi biz de arkasına küçük bir motor bağladığımız koskoca bir evi, sala oturtup gemi diye boğazda ya da istediğimiz koyda demirleyelim mi?

Herkes böyle yaparsa koy diye bir şey kalır mı?

Denizcilik Müsteşarlığı’nın ya da ilgili diğer kuruluşların bu "yasal boşluğa" mutlak bir çare bulması gerekiyor...

Zaten büyük bölümünü tükettik. Bari dünyanın bu en güzel koylarına daha fazla kıymayalım.

Su ihalesinde ’klor’ eksiği olabilir

ÖNCE haberi verelim. Melih Gökçek’le konuştum...Kesikköprü Barajı’ndan kasım başı-aralık ortası Ankara’ya su bağlanıyor.../images/100/0x0/55ea6f26f018fbb8f87fab6e

Yani 3 ya da 4 aylık bir susuzluk daha var...

Şimdi susuzluk nedeniyle Gökçek’e başlatılan "linç kampanyası"na gelelim...

Evet Gökçek belediye başkanı olarak bu olaydan sorumludur... Ama onun da sözleri var. 10 yılı aşkın süredir Ankara’da belediye başkanlığı yapan birisinin Ankaralı’yı bilerek susuzluğa mahkûm etmesini ben düşünemiyorum.

Bu nedenle onu dinlemek gerekir diyorum.

Örneğin defalarca uyarmasına, yazılar yazmasına rağmen DSİ Genel Müdürlüğü’nün konuya ilgi göstermediğini söylüyor.

Ve çok ciddi bir detayı aktarıyor:

- Barajı DSİ yapmak istedi. Ama daha ihale olmadan bazı firmalar bize gelip kefil olmamızı istediler. Biz de daha ihale olmadı, sizin alacağınız nereden belli diye sorduk. Onu bize bırakın dediler...

Bu sözler önemli...

Belli ki o dönem yapılacak "su ihalesi"nde "klor" eksiği varmış...
Yazarın Tüm Yazıları