Belçika’ya takdir-i iláhi

CANIM ciğerim Ufuk Güldemir’e sádir olan takdir-i iláhi, cumartesi günü başladığım Belçika konusunu yarıda kesti. Kaldığım yerden şimdi devam ediyorum.

Ve işte, pazar günü gerçekleşen seçimler bu ülkeye ilişkin kötümserliğimi doğruladı.

* * *

ÖYLE, çünkü oylama sonuçları, 1830’dan beri harita üzerinde mevcut olan, fakat o tarihten beri "ulus" kimliği yaratamayan Benelüks krallığını bölünmeye daha da yaklaştırdı.

Zira, açık açık ve uluorta "geber Belçika" diyen siyasi kurumlar, halkın yüzde atmışını barındıran Flaman bölgesinde, deyimin tam anlamıyla "malı götürdüler".

Irkçı, faşizan ve resmen "ayrılıkçı" aşırı sağ ikincilik tahtına oturdu.

Fakat daha önemlisi, sosyal Hıristiyanların birinciliği elde etmesi dahi, bu partinin söz konusu aşırı sağın slogan ve temalarını kendi defterine yazmasından kaynaklandı.

Üstelik onlara bir de, "birlikçilik"le suçladığı liberallerden kopan fraksiyonu eklendi.

Dolayısıyla, kuzeydeki durum şimdi Avusturya, Hollanda ve Danimarka andırıyor.

Yani, militan ve popülist sağın çekim gücü geleneksel partileri de peşinden sürüklüyor

* * *

ANCAK, Belçika’nın yukarıdaki üç devletten farklı olarak bir de "etnik eksen"de ayrışması, seçimlerin aynı zamanda bizzat o devlet varlığını da girdaba sürüklemesini getirdi.

Çünkü, Flamanya’nın aksine, üçlü federasyonun diğer unsurlarını oluşturan güneydeki Valonya ve başkent Brüksel’de, sonuçlar öyle kayda değer bir değişikliğe yol açmadı.

Ayrıntıya girmiyorum, bakkal hesabıyla klasik sol biraz düştü ve klasik sağ biraz arttı.

Ama bırakın ayrılıkçılığı, bunların tümü de ortak ülke bütünlüğünü sahipleniyorlar.

Dolayısıyla da, oylama ertesi ortaya çıkan vahim, cidden vahim durum şudur:

Zengin Flamanlar orta - uzun vadede Belçika’dan kopmak; her halükárda da, "fakir ve beceriksiz" Güney’in "yükünü sırtında taşımamak" projesinde birleştiler.

Güney ise tam tersine, can havliyle, aynı çatı altında yaşamak hedefinde buluştu.

Ve, bu idare-i maslahat statükosunun daha ne kadar devam edeceğini bilen beri gelsin.

* * *

YUKARIDA "zengin" dedim ya, işte meselenin özü de tam bu kelimede odaklanıyor.

Zira, klasik milliyetçilikle zaten alákası yok, "mikro-milliyetçi"; "kavmiyetçi"; hattá aynı dili konuştuğu ve aynı soydan indiği Hollandalıları bile reddettiği için "kábileci" bir dürtü üzerinde yükselen "Flaman sorunu", özünde "zenginlik sorunu"na tekábül ediyor.

Başka bir deyişle, Belçika’nın Cermen kökenlileri, tıpkı İspanya Bask ve Katalanları; tıpkı Büyük Britanya İskoçları; tıpkı İtalya Lombardları gibi, "kader birliği"nde birleşmeyi kabullenmedikleri için, kendi refahlarını "ulus"un diğer unsurlarıyla paylaşmak istemiyorlar.

Yani, "rabbena hep bana" bencilliğiyle, mazide çok daha zengin oldukları için tá 2. Savaş nihayetine dek kendilerini nasiplendiren, ama sonraki gelişmelere ayak uyduramadığı için hızla gerileyen Valonya ve Brüksel’in "yükünden kurtulmak" peşinde koşuyorlar.

* * *

ÖYLE bir bencillik ki, yabancı sayısının Güney’den kat be kat az olmasına rağmen, o Güney’de hemen hiç prim yapmayan ırkçılık ve şovenizm Flamanya’da ayyuka çıkıyor.

AB’nin en kitlesel faşizan partisi başta, bu temalar muazzam "müşteri" (!) topluyor.

Öyle bir bencillik ve şımarıklık düşünün ki, sosyal konutlara kiracı olmak için mutlaka Felemenkçe bilmek şart koşuluyor. Otoyolun asfalt bakımı ise bölge sınırında noktalanıyor.

Dolayısıyla, zaten "ulus"un "kader birliği"nden yoksun Belçika, zenginlik budalası ve kabileci "Flaman sorunu"ndan ötürü şimdi ülke olarak da haritadan silinmeye gidiyor.

Tekrarlıyorum, 1830 tevellütlü Benelüks krallığına takdir-i iláhi sádir olmak üzeredir ve ez káza 200. yıldönümünü kutlarsa, çok ama çok büyük mucize gerçekleşmiş sayılır.
Yazarın Tüm Yazıları