Cazibe güzellikten önce gelir

CARLA Bruni, 23 Aralık 1967 tarihinde doğmuş. Annesi babası neden ona bu kötülüğü yapmışlar, bilmiyorum.

Haberin Devamı

Oysa nüfusa bir hafta sonra yazdırabilir ve kızlarına “bir sene” kazandırabilirlerdi.
“Bir sene nedir ki” deyip geçmeyin, önemlidir.
Üç ay için yaşını bir sene küçültenleri bile tanıyorum!
Carla Bruni’nin yaşını durduk yerde gündeme getirmedim.
Kendisi benim ölçülerime göre, gelmiş geçmiş en güzel “first lady”!
Ama kocası Sarkozy seçimi kaybedince o da kendisini müziğe vermiş.
Geçen yıl “Küçük Fransız şarkıları” isimli bir albüm çıkarmıştı. Şimdi de o albüm için düzenlenen turne için o şehir senin bu şehir benim geziyor.
Perşembe günü New York’ta konseri vardı ama geç haberim olduğu için bilet bulup da gidemedim.
Ama televizyonda konser nedeniyle kendisiyle yapılmış bir sohbet programını izleyebildim.
Her zamanki gibi büyüleyiciydi.
İncecik, zarif bir kadın. Gözlerinin içi gülüyor ama yüzündeki ifade son derece soğuk!
Yumuşacık bir sesle konuşuyor, sanki odada bir bebek var da uyandırmak istemiyormuş gibi.
Basit şarkılar söylüyor ama sözlerinin müzik kadar basit olmadığını söylüyor:
“Benim şarkılarım hayatla ilgili küçük bir kartpostal gibidir: Tutkulu, yalnız, oyuncu ve eğlenceli. Şehvetli, romantik ve dokunaklı.”
Today Shows’da Matt Lauer, bir kadına asla sorulmaması gerektiğini artık çocukların bile bildiği soruyu soruverdi.
“Yaşının ilerlemiş olmasına rağmen bu güzelliği nasıl koruyorsun” gibisinden, dünyada bir kadına sorulabilecek en salak soru!
Bu soruyu duyunca hiç şaşırmadı. Ya da ben öyle zannettim.
Dedim ya yüzünde öyle bir ifade var ki kızıyor mı, mutlu mu, çok mu mutsuz, âşık mı, değil mi, anlayabilmek mümkün değil.
O ince yüzüne çok yakışan hafif bir tebessümle şöyle dedi: “Elbette yaşlanmak çok kolay bir şey değil. Sadece güzellik ile ilgili değil. Yaşam enerjisi ve dayanıklılık ile de ilgili. Ama yıllar geçse de, erkekler de kadınlar da cazip olabilirler ve cazibe her zaman güzellikten daha önemlidir.”
Bir nefes aldı ve devam etti:
“Cazibe, deneyim ve zekâyla ilgilidir.”
Evet, cazibe, her zaman güzellikten önde gider, deneyim ve zekâyla ilgilidir.
“Gelip geçici olduğu için güzelliği tercih etmeyen” Temel fıkrası anlatmıyorum.
Erkekler için de öyle midir, kadınlar erkekleri böyle görürler mi, bir fikrim yok ama bir erkek için “cazibe”, güzellikten önce gelir.
Zeki kadınların, yıllar ilerledikçe daha çekici olabiliyor olmalarının nedeni de budur.
Onlar, güzelliğin, fiziksel görünüşten ibaret olmadığını bilirler.
Zaten güzellik hele de yaş ile bağlantılı olarak tarif edilen güzellik konusunda bir tartışmaya girersek, üzerinde kolayca anlaşabileceğimiz bir ortak tanım bulabilmemiz de mümkün olmayabilir.
Elbette herkesin üzerinde birleşebileceği temel güzellik ölçüleri olabilir ama “güzellik” dediğimiz şey esasen ayrıntılar ile ilgilidir.
Birçok kadını güzel bulurken, bir tekine bayılıyor, onu görünce heyecanlanıyor olmamızın sebebi de o ayrıntıları bizim görmemiz, ama başkalarının fark edemiyor olmasıdır.
Karl Marx’ın karısı Jenny’ye yazdığı mektuptan bir alıntı yapayım:
“Dünyada pek çok kadın vardır; bunlardan bazıları da çok güzeldir. Ama her çizgisi, hatta her kırışıklığı yaşamımın en güzel, en tatlı anılarını taşıyan bir başka yüzü nasıl bulurum? Sonsuz acılarımı, yerine konma olasılığı bulunmayan kayıplarımı bile o güzel yüzünde okuyorum ben.”
Bir erkek için önemli olan budur!
Kuşkusuz ki insan ruhu, bu tür genellemelere indirgenemeyecek kadar karmaşık.
Ama şunu söylememizde sakınca yok: Erkek, âşık olduğu kadına baktığında, yüzündeki çizgileri, vücudundaki yaşlanma izlerini görmez.
Gördüğü bir tanrıçadır, heyecan verici bir tanrıça.
Yunan mitolojisinin “İlk Tanrılar Kuşağı” Titanlardan Hyperion’un Theia ile evliliğinden üç çocuğu olmuştu: Helios (Güneş), Eos (Şafak) ve Selene (Ay).
Helios her sabah doğudaki Hint ülkesinden hızlı bir arabayla yola çıkar ve akşam batıda okyanusa varırdı.
Orada yer, içer, dinlenir sonra çanak biçimindeki kayığına binerek Hint ülkesine geri dönerdi. Sabah, kız kardeşi Eos’un açtığı kapıdan arabasıyla çıkarak aynı yolculuğu tekrarlardı.
Helios’un dinlenmeye çekildiği saatlerde Selene, gümüş rengi elbisesiyle ortaya çıkardı. Selene çok güzel bir tanrıçaydı. Bembeyaz kanatlara ve beyaz parıltılı ışıklar saçan bir taca sahipti.
Gün boyunca elbisesiyle yıkandığı bir ırmaktan göğe doğru yükselirdi. Görüntünün bir hayli erotik olduğunu tahmin edebilirsiniz. Saçlarından sular damlayan, ıslak elbisesi vücuduna yapışmış bir kadın!
Bir de Çoban Endymion vardı ki gerçekten saf birisi olduğunu söyleyebiliriz.
Zeus, ölümsüz olmak isteyen Endymion’u kandırmış ve onu hiç uyanmayacağı bir uykuya yatmaya ikna etmişti.
Selene bir seferinde gökte dolaşırken, bir mağarada uyuyan Endymion’u fark etti, âşık oldu.
Her gece usulca Endymion’un koynuna girdi ve onu sonsuz öpücüklere boğdu.
Bu aşk macerasının sonunda Selene’nin tam 50 çocuğu oldu.
Bu günkü aklımızla deli saçması olarak yorumlayabileceğimiz Selene ile Endymion öyküsü, değişmeden, olduğun gibi kalabilmenin ancak ölüm ile mümkün olabileceğini anlatıyor.
İyi ki yaşıyoruz ve yaşlanabiliyoruz.
Aynaya hiç bakmasam, kendimi çıkıp sahada futbol oynayabilecekmiş gibi hissedebiliyorum.
Aynaya bakmasanız, siz de yılların yüzünüzde bıraktığı izleri göremezsiniz.
Ne önemi var?
Önemli olan sizi seven insanın sizi nasıl bulduğudur.
Göz kenarındaki bir kırışıklığın bile eğer o kadına aşk ile bağlıysanız ne kadar değerli olduğunu bilirsiniz.
O küçük çizgicik, size ortak geçmiş bir hayatı hatırlatır çünkü.
Sevgilinle birlikte yaşlanmak iyidir. Aradan kaç yıl geçerse geçsin, vücudunda ne türden değişiklikler olursa olsun, onun seni, senin onu gördüğünüz “şey” değişmez çünkü.
İnsan kafasında yarattığı hayale âşık olur ve hayaller hiç yaşlanmaz!

Yazarın Tüm Yazıları