En çok kendimiz olduğumuz yaş kaçmış?

Bir insanın, yetenekleri dahilinde kendini zorladığı ve bununla sarhoş bir şekilde kendini bir şeyin içinde kaybettiği o sihirli anlara ‘akış’ deniliyor.

Haberin Devamı

Akıştayken, konsantrasyonun zirvesinde oluyorsun. Dünyadan kopuyorsun. Sen ve yaptığın şey bir oluyor. Zamanın uçup gittiği ve senin bunun farkında bile olmadığın bir akış hali... Yaptığın şey hariç, her şeyi unuttuğun. Mihaly Csikszentmihalyi’ye göre, mutluluğa en yakın olduğumuz anlar bunlar.

Küçük çocuklar kumdan kaleler, legodan kuleler yaparken akış nedir biliyorlar. Atletler, müzisyenler, oyuncular biliyor. Bir şeyin en iyisi olmaya çalışırken, o şeyin ruhlarını ele geçirmesi hissi onlara yabancı değil.
Her şeyini bir şeye koymak. Küçükken büyüteçle kağıt yaktığımız zamanları hatırlıyor musunuz? Aynı onlar gibi işte. İçindeki bütün ışığı bir noktaya yollayıp, orada yangın çıkarma duygusu. Gerçekten insan ruhu için eşsiz bir mertebe şu akış.
Fakat gel gör ki, çağımızda kolay değil. Hepimizin, aklı burada eli oynaşta. Multi tasking denilen, bir anda birçok şeyi yapma isteği bizi ele geçirdi. Böylece akış olmadığı gibi, hiçbir şey gerçekten akmıyor bile. Donuk donuk bir sürü anımız oluyor. Derinleşemediğimiz için, yüzeysel çırpıntılarla yetiniyoruz. Mutlu değil, endişeli oluyoruz. Hiçbir şey tam olmuyor, her şey yarım kalıyor.

Haberin Devamı

Tabii ki, herkesin harcı değil bu akış denilen süreç. Tutkuyla yaptığın bir şey olacak. Çoğu insan, neyi tutkuyla yaptığını düşünmüyor bile. Bazıları hatırlamıyor. ‘Şöyle yapmalıyım, böyle yapmalıyım’lar arasında, “Ya dur ya, ben neyi yapmayı seviyorum, ne yapınca deli gibi heyecanlanıyorum?”u unutmuş gitmiş.
Yıllardır mecburiyetler cumhuriyetinde yaşadığı için, sorusunu bile sormamış. Yuvarlanıp gitmiş işte. O kitabın adı gibi yüreğinin götürdüğü yere gitmemiş. Peki böyleleri akışına nasıl kavuşur? Tutkuyla yaptığı şeyi bularak. Peki bir insan tutkuyla yaptığı şeyi nasıl bulur? Cevap, garip ama, 9-10 yaşlarımızda yaptıklarımızda!

İlkokulu bitirmek üzere olduğumuz o sihirli yaşlarda, sevdiğimiz şeyi, kimseyi umursamadan yapıyoruz. Canımız ne isterse onu yapıyoruz. Kendimizin en saf, en damıtılmış haliyle baş başayız. Niye mi o yaşlar? Çünkü kimseye kendimizi beğendirmek zorunda değiliz. Bu bize kendimiz olmak ve ne istiyorsak onu yapmakla ilgili büyük bir alan açıyor.
Ailemiz ya da arkadaşlarımız benliğimiz üzerinde söz ve yorum sahibi olmuyorlar, çünkü ikisi olmadan da kendimize yetebiliyoruz. İşte bu yüzden büyüteci, bu yaşlarda ne yaptıklarımıza tutmalıyız. Akışı nerede yakalayabileceğimizin biricik cevabı o iki yılda.

Haberin Devamı

Ben çok net hatırlıyorum 9-10 yaşımı. Ayna karşısında şarkı söylüyordum. Kardeşimle evde ne bulursak, müzik yapıyorduk.
Cayır cayır inleten elektro gitara dönüşüyordu tenis raketleri! Binlerce kişinin alkışlarıyla inleyen bir sahneye dönüyordu yatak!
Biz çaldıkça, söyledikçe gözlerini bizden alamayan spotlara dönüşüyordu masa lambası. Küçücük bir odada kocaman bir hayal kuruluyordu. Ve biz, kimseyi ve hiçbir şeyi umursamadan kasetten gelen müzikle haykırıyorduk duvarlara.
Arada babam kapıya gelip, “Kısın müziğin sesini” dese dahi bozulmuyordu sihir, durmuyordu akış, kopmuyordu zaman! Benim akışım müzikteydi. Hâlâ da öyle. Beni, önümden -pencerelerinden tavşan sarkan- tren geçse garipsemeyecek kadar transa sokan tek şey, gitarımı alıp şarkı söylemek.

Haberin Devamı

Peki ya siz? 9-10 yaşlarınızda neyi tutkuyla yapıyordunuz kuzum?

Yazarın Tüm Yazıları