Kazanan kim?

DEHŞET verici bir hırsla birbirimizi yiyoruz. Bu kavganın tek kazananı var; Kürt hareketi!

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Gül haklı olarak diyor ki:
“Son dönemde yaşanan şeyler; bir zamanlar çok parlayan ışığımızın aynı parlaklıkta olmadığı belli!”
Bir ülke geleceğinin parlak olduğu konusunda inandırıcı bir tablo ortaya koyarsa, o ülkeye sermaye akar... O ülke dünyada saygı görür... O ülkenin vatandaşları arasında birlikle yaşama duygusu güçlenir, en azından ayrılıkçı hareketlerin tabanı yumuşar...
Bizim coğrafyamızda ışığı parlak ve AB adayı bir ülkeden ayrılmak, Ortadoğu karanlığına sürüklenmek riskini taşır. Fakat Türkiye ışığını kaybediyorsa cazibesini de kaybetmez mi?

90 YIL ÖNCESİNDEN

Milli Mücadele ruhunun güçlü olduğu yıllarda, Lozan süreci devam ederken, Kürt meselesi üzerine Meclis’te çok önemli, aydınlatıcı tartışmalar oldu. Kürt milletvekilleri de Lort Curzon’u şiddetle eleştirdiler, Türkiye’ye sadakatlerini ifade ettiler.
TBMM’de Lozan konusunda son gizli oturum 6 Mart 1923 Salı günü yapıldı. Erzurum Mebusu Durak Bey’in vatansever ve bilgili konuşması son derece önemlidir. Bölgedeki Kürtlerin ülkeye sadık olduğunu anlatan Durak Bey, “Bitlisli Selim” isminde bir Kürt’le konuşmasını anlatır. Kürtlerin Türkiye’ye bağlı olduğunu belirten Bitlisli bu Kürt vatandaş, Durak Bey’e “Fakat siz de kötü idarenizden utanın, biz kendimizi idare etsek bu kadar kötü idare etmeyiz” demişti! Gerçek olsun ya da olmasın, algı buydu!
Durak Bey konuşmasının devamında, Musul meselesi iyi çözülmez ve o zaman İngilizlerin tahrikleriyle, ayrılıkçı bir Kürt hareketi gelişirse, “bunu kolay kolay kaldırma imkânı olmayacağını” söyleyerek uyarılarda bulunmuştu.

Haberin Devamı

‘PARLAYAN YILDIZ’

İsmet Paşa’nın 1935, Celal Bayar’ın 1936’da bölgeyi gezerek yazdıkları raporlarda da bu “kötü idare” sorunu önemli bir yer tutar, halkın soğumasının önemli bir sebebi olarak gösterilir. O zamanlarda Cumhuriyet’in bölgeye kamu hizmetlerini götürecek mali gücü de, idari teşkilatı da yoktu! Üstelik sistem “otoriter rejim”di...
Zamanla kamu hizmetleri ve ekonomi gelişti. Fakat halkın da ekonomik ve siyasi talepler çıtası yükseldi. Artık “iyi yönetişim” (good governance) düzeyinde bir idare kalitesi gerekiyor.
Sayın Gül’ün dediği gibi, Türkiye 2000’lerin başında “roket gibi” bir atılım yapmıştı. Kemal Derviş’in ekonomik reformlarıyla sağlam bir mali yapı kuran Türkiye, 2002’de AKP’nin iktidara gelmesiyle ekonomik istikrar ve AB sürecinde büyük başarılar kaydetmişti; Batı basını Türkiye’yi “parlayan yıldız” diye alkışlıyordu.

Haberin Devamı

NEREDEN NEREYE?

Fakat bugün Türkiye’nin yıldızı “aynı parlaklıkta değil”. Yıldızımızın parladığı olaylardan biri olan 2010 reformuyla yargı bağımsızlığının geliştirilmesine bugün Başbakan “Hata etmişiz” diyor! Dün Türkiye ile “Katılım Ortaklığı” belgeleri imzalayan AB, bugün basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı gibi hayati konularda üst üste Türkiye’yi uyarıyor!
BDP hareketinde ise moraller yüksek, “İnşa aşamasına geldik” diyorlar, geleceğe ait bir projeleri, hedefleri var.
BDP dışında, öfkelere boğulmuş, birbirinin gırtlağına sarılmış, gelecek umudu kararmış bir toplum haline geldik! İktidar veya muhalefet, sabah yeni bir güne gözlerini umutla, sevinçle açabilen var mı?...
Ara sıra ağızlardan çıkan tatlı sloganlar da öfkelerin, kavgaların, kaygıların altında eziliyor.
Bugünün sorunu değil, 2011’den itibaren siyasi çatışmaları öfkelerle körükleyerek, kartopu gibi yuvarlanarak geldik buraya. Allah sonumuzu hayretsin!

Yazarın Tüm Yazıları