THY’den istifa ettim...

Ne Messi’li, Kobe’li reklam filmleri;

Haberin Devamı

Ne “Türkiye’nin yükselen yıldızının başarı” hikayesi;
Ne de “Duydun mu şekerim Türk Hava Yolları artık dünyaya meydan okuyor” tevatürleri beni bu fikrimden vazgeçirebilir. Buraya kalın harflerle yazıyorum ve bundan böyle Türk Hava Yolları ile uçmuyorum!
Çünkü THY dünyaya değil kendi müşterilerine yani size, bize meydan okuyor.
“Şeytan ayrıntılarda gizlidir” derler ya... İki gün önce başıma gelen birkaç ayrıntı; bu cilalı imajın üzerindeki pırıltıları söküp altından çıkan gerçek yüzü fark etmeme neden oldu.

****
Londra Heathrow Havaalanı’ndan İstanbul’a uçacağım. THY kontuarındaki check-in kuyruğa girdim. 20 dakika bekledikten sonra sıra bize geldi; İngiliz kadın görevli “Ben sizin check-in’inizi yapamam, gidip önce self check’in makinesinden biniş kartınızı alın. O kart olmadan da bavullarınızı almam” demez mi... Bu konuda ne bileti alırken THY’den yeni sistemi anlatan bir mesaj gelmişti ne de havaalanında bir görevli bizi uyarmıştı.
“O zaman beni 20 dakikadır neden bekletiyorsunuz” dediğimde ise aldığım cevap çok ilginçti: “Siz beklerken sezon indiriminde yaptığım alışverişi anlatmıyordum, çalışıyordum.”
Erkin Baba misali Fesüpanallah çekmekten bıkmıştım artık. “İngilizce konuşmak zorunda değilim burası THY ise bana Türkçe bilen bir görevli çağırın” diye diklenince, hanımefendi küstah bir tavırla “Gidin kendiniz bulun” dedi.
Allah, THY ile yurtdışına uçup yabancı dil bilmeyenlerin yardımcısı olsun. Anlayacağınız, böylesi durumlarda ne Kobe’nin ne de Messi’nin faydası oluyor.
O sırada konuyla ilgili attığım tweet’e THY Basın Müşaviri Ali Genç anında “Detay alabilir miyim?” diye geri döndü. Burada kendisine teşekkür etmezsem gerçekten ayıp olur ama çözümlenen hiçbir şey olmadı.
İngilizlerden oluşan kontuar personelinin yüzü beş karış... Üstelik Türk pasaportu gördükleri zaman kaşlar daha da çatılıp, davranışlar iyice kabalaşıyor. Be kadın, sonuçta sen maaşını benim memleketimin şirketinden almıyor musun?
Kendi devletinin müessesesinde, elin İngilizinden fırça yemeye hevesli olanlar varsa onlara söyleyecek sözüm yok. Acaba British Airways ile uçan İngilizler ya da Lufthansa ile uçan Almanlar aynı mualemeyi görüyor mudur diye düşünmeden edemiyor insan...
Oysa benim gibi bir sürü Türk, Avrupa-Amerika hattında en pahalı havayolu şirketlerinden biri olan THY’yi, asık suratlı yabancılarla uğraşmamak ve yabancı dil sıkıntısı yaşamamak için tercih ediyor.
Global olma kompleksini aşıp kendi vatandaşına da saygı duymasını öğrenene kadar, istifa ediyorum THY’den...

Haberin Devamı

189 Sayfa...
Londra’ya giderken havaalanında Murathan Mungan’ın yeni kitabı “189 Sayfa”yı gördüm ve bir heves aldım. Uçakta şöyle bir göz atayım dedim ama bitirmeden bırakamadım.
“189 Sayfa”, Murathan Mungan’ın gözlemleri, izlenimleri, yer yer aforizmaları ile dolu son derece ilginç, düşündürücü, bir o kadar da eğlenceli bir kitap. Mungan’ın hayata bakışını izlemek de ayrı bir keyif. “Kahraman restorasyonu” başlıklı kısa bir bölümü, bir tadım bal misali bu köşeye alıyorum. Gerisini okumak için kovana sahip olmanız lazım; haydi kitapçıya...
“Biri ilginç, güzel bir roman: Boksör Böcek, Ned Beauman. Kahramanı 1.50 boyunda güçlü bir boksör ve eşcinsel. Tuhaf, etkileyici bir cinsel çekicilik kazandırmış kahramanına Beauman. Diğeri Pierre Lemaitre’nin keyifle okunan sürekleyici bir Fransız polisiyesi. Müfettişi halkın ‘cüce’ dediği cinsten kısa ama zehir gibi zekası olan biri. Son zamanlarda okuduğum iki kitapta da başkahramanın hayli kısa kişilerden seçilmiş olması ilginç. Anlaşılan dünya yazını, kahraman silüetine köklü bir restorasyon gereksinimi duyuyor. Kahramanlar katına demokratik katılım!”
Eğer sadece boy söz konusuysa ben bu katılımı çoktan yaptım zaten... Şaka bir yana ne yazık ki hayatta hepimiz kahraman olamıyoruz. Çünkü birilerinin kaldırımda dikilip kahramanlar geçerken onlara alkış tutması gerekiyor. Ne yazık ki şakşakçılığın daha çok prim yaptığı bir çağdayız...

Haberin Devamı

Londra’dan 3 Havadis
“Londra’ya kadar gittin; THY ile dalaşmaktan başka bir iş yapmadın mı?” diye çemkirmeyin hemen. Şehrin en popüler restoranlarından birinde yemek yedim, en zor bilet bulunan oyununu izledim ve bu hafta vizyona giren bir filmi seyrettim. Naçizane izlenimlerimdir, buyrunuz efendim.
* Bir film: Efsane boksörler ilk kez karşı karşıya geliyor ama bu defa onları seyrederken bol bol güleceksiniz... Robert de Niro ve Sylvester Stallone “Grudge Match” adlı filmde buluşmuşlar. Hem de ne buluşma! De Niro Kızgın Boğa’daki Jake LaMotta, Stallone ise Rocky Balboa karakteri olarak karşımıza çıkıyor bu komedide.
Bizim iki emekli boksör son karşılaşmalarından 30 sene sonra bir final maçı için ringe çıkma kararı alıyor ve eğlence başlıyor. Londra’da geçtiğimiz hafta vizyona giren filmdeki rolüne Stallone önce sıcak bakmamış ancak De Niro senaryonun çok iyi olduğu konusunda Rocky’yi ikna etmiş. İki usta oyuncunun iki ayrı filmde canlandırdıkları iki farklı karakteri bir filmde buluşturma fikri bana müthiş zekice geldi. Uzun zamandır hiçbir Türk filminden bu kadar keyif almamıştım. Türkiye’de 21 Mart’ta vizyonda, tavsiye ederim.
* Bir oyun: Londra’da bugünlerde en çok Jude Law’un başrolde olduğu Henry V revaçta. Jude Law seyrekleşmiş saçları, yapılı fiziği ve harika oyunu ile adeta “3 boyutlu” bir Henry olarak çıkıyor seyircinin karşısına. Law, kralın kibar ve sakin bir maske altında gizlenen öfkesini o kadar iyi yansıtıyor ki, anlaşılması güç Shakespeare İngilizcesi ile bile hiçbir duyguya “tercüman” gerekmiyor.
Bugünün şartlarına göre kesinlikle bir “savaş suçlusu” sayılacak 5. Henry belki yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiği Fransa’yı fethedemedi ama Jude Law’un bu rolle tiyatro eleştirmenlerinin ve seyircilerin gönüllerini fethettiği kesin. İnsan sormadan edemiyor acaba bizim beyazperdenin burunlarından kıl aldırmayan yıldızlarından hangisi tiyatro sahnesinde böyle bir performans sergileyebilir?
* Bir restoran: Londra’da “görmek ve görülmek” için gidilecek yeni adreslerden birinin La Bodega Negra adlı restoran olduğunu duyunca “Beni niye görmesinler, benim neyim eksik?” diye tuttum lokantanın yolunu. Ama verilen adreste karşıma bir seks shop çıktı. Meğer La Bodega Negra’ya bu “müstehcen” mağazanın içinden giriliyormuş.
Sonunda “paravan şirketin” içinden geçip bu herkesin dilindeki Meksika sokak yemeklerinin satıldığı restorandaki en kıytırık masasında yerimi aldım. Bana buranın en popüler piyasa mekanı olduğunu söylemişlerdi ama içerisi öylesine karanlık ki, sanırsınız lokanta değil gece kulübü. Yemekler fena değil ama servisi tek kelimeyle mükemmeldi. “Peki İzzet Londra’ya gidersem tavsiye eder misin?” derseniz, gitmezseniz bir şey kaybetmezsiniz ama giderseniz de bana küfür etmezsiniz.

Ortaya karışık
* Bir:
Alacakaranlık filmlerinin Bella’sı Kristen Stewart; “Ölmeden önce saçlarımı kazıtıp kafama dövme yaptırmak istiyorum” demiş. Demek ki “Sibel Tüzün sendromu” kişiye özel değilmiş.
* İki: Oscar’lı “asi kız” Jennifer Lawrence’ın 73 yaşındaki Mısırlı aktris Zubaida Tharwat’ın gençliğine olan benzerliği sosyal medyada “dilden dile” dolanıyor.
* Üç: Chanel couture defilesinin finalinde Karl Lagerfeld’le el ele podyuma çıkan 6 yaşındaki “manevi oğlu” Hudson Kroenig, defile sonunda Karl’ın yanına gidip onunla “Kovuldun” diyerek şakalaşmış. 6 yaşında ama velet mangal yürekli anlaşılan.
* Dört: New York Herald meydanına asılan David Beckham’ın üzerinde sadece külotla verdiği pozun yer aldığı 15 metrelik dev reklam panosundan gözünü alamayan kadın sürücüler, trafiği alt üst ediyor. Bizimki 40’ına merdiven dayadı ama hâlâ trafiği tıkıyor.
* Beş: Uyuyan Güzel masalının kötü cadısı Maleficent rolüyle karşımıza çıkmaya hazırlanan Angelina Jolie, filmin şarkısını Grammy Ödüllü Lana Del Rey’in seslendirmesini istemiş, yapımcısı da tereddütsüz kabul etmiş. Sarı gözleri ve iki boynuzuyla hayranlarını şaşırtacak olan Jolie, bakalım bu titizliğinin karşılığını gişede alabilecek mi?

Grammy’nin en şıkları
- Etek kumaşı üzerindeki notalarla “zamanlaması pek manidar” bir Valentino couture tuvaletle Katy Perry.
- Işıl ışıl bir Lanvin elbise ve her parmağında ayrı bir yüzükle Rita Ora.
- Babası Ozzy Osbourne’un efsanevi grubu Black Sabbath’tan esinlenerek hazırlanmış Badgley Mischka elbisesiyle Kelly Osbourne.
- Korse giymek zorunda kalmadan gittiği ilk Grammy Ödülleri olduğu söyleyen ve geceye Pucci bir tuvaletle katılan karnı burnunda Ciara.
- Annesiyle uyumlu bir çift olsunlar diye oğlu David’in seçtiği Ralph Lauren takımla Madonna.
- Gucci elbisesinin onu kaşındırdığını ağzından kaçıran ama şıklığından hiçbir şey kaybetmeyen Taylor Swift.
- American Hustle/Düzenbaz filmiyle başlayan 70’ler trendini takip eden Armani Prive elbisesiyle Alicia Keys.

Yazarın Tüm Yazıları