2013, dış politikada hatırlamak istemeyeceğimiz bir yıl

İLERİDE Türkiye’nin dış politika tarihini yazan akademisyenler, 2013 yılını muhtemelen pek çok başarısızlığın birbiri ardına meydana geldiği, izlenen politikaların üzerine oturduğu bütün varsayımların çöktüğü, ülkenin dünyadaki algısının başkalaştığı ve bölgesel ağırlığının baş aşağı gittiği talihsiz bir dönem olarak kaleme alacaktır.

Haberin Devamı

Birkaç yıl önce “sıfır sorun” söylemi ve “düzen kurucu” olma iddiasıyla ortaya çıkan ve bölgesel ağırlığını arttırarak bu iddialı yönelişini dünyaya büyük ölçüde kabul ettiren Türkiye’nin, 2014 başına gelindiğinde kazanımlarının çoğunu bir mirasyedi gibi tüketmiş olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız.

* * *

Dış politikayla ilgili temel olumsuzluk, Türkiye’nin kendi coğrafyasındaki ülkelerin çoğuyla problemli ya da açıkça kavgalı bir duruma girmiş olmasıdır. AK Parti hükümetine karşı komplolar içinde olmakla suçlanan ABD de –uzakta olmakla birlikte– bu kümeye dahil edilebilir. Neredeyse herkesle kavgalı olmak, uluslararası alanda kızdığınız bütün aktörlere bağırıp onları azarlamak dış politikada rol oynayabilme, inisiyatif alabilme yeteneğinizi de kaçınılmaz olarak sekteye uğratıyor, hatta sıfırlayabiliyor.
Bir dönem kendi mahallesiyle ilgili konularda kapısı çalınan, görüşü sorulan Türkiye, bugün aynı mahallenin düzenini ilgilendiren gelişmelerde –muhtemelen işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale getirebileceği endişesiyle de- dışlanan bir ülke haline gelmiştir. Örneğin, Suriye’de rejimin envanterindeki kimyasal silahlar sorununa bulunan çözüm ya da ABD ile İran arasındaki nükleer anlaşmazlığın giderilmesinde varılan mutabakat gibi yakın çevresiyle ilgili hayati gelişmeleri daha çok ajans haberlerinden izleyen bir Türkiye var bugün.
Arap dünyasının en büyük güç merkezi olan Mısır’la diplomatik ilişkiler neredeyse kopma noktasındadır. Irak’taki merkezi hükümet ile ilişkiler 2013’ün sonuna doğru yapılan barışma hamlesi hariç tutulursa, yılın büyük bir bölümünde karşılıklı husumet havası içinde seyretmiştir. İran’la genellikle mesafeli bir zeminde yürüyen ilişkiler bu ülkedeki seçimden sonra yeni yeni toparlanmaktadır.
Bütün bu tablo içinde galiba en büyük olumsuzluk, Türkiye’nin yaklaşık 900 kilometrelik bir sınır paylaştığı güney komşusu Suriye karşısında izlenen politikalardaki feraset eksikliği ve hesap hatalarıdır. Hükümetin Türkiye’yi savaşta açıkça taraf bir konumda müdahil hale sokan Suriye politikası, Baas rejiminin, çökmediği gibi kendisini Batı nezdinde yeniden geçerli bir muhatap olarak tescil ettirmesi sonucu iflas etmiştir.
Ayrıca, Türkiye’nin bu mahallenin “masum ağabeyi” olmadığı da ortaya çıkmıştır. Suriye’de içsavaşın bu noktaya kadar tırmanmış olmasında, rejimi çökertmek amacıyla köktendinci unsurların geçişi ve silah sevkıyatı açısından Türkiye’nin sınır bölgesinin bir “yol geçen hanı”na dönmüş olmasının rolü görmezlikten gelinemez.
Buradaki basiretsizliğin de etkisiyle, köktendinci terör bugün Suriye’de kendisine aynen Afganistan’da olduğu üzere istediği gibi at koşturabileceği emniyetli bir hayat alanı bulmuştur. Türkiye’nin yeni jeopolitik realitesi, El Kaide ile komşuluktur. Türkiye’nin artık bu realitenin taşıdığı bütün potansiyel tehlikelerle beraber yaşamaya hazır olması gerekiyor. El Kaide’nin Suriye’nin kuzeyinde kuvveden fiile çıkmakta olan özerk Kürt yönetimi ile çatışma içinde olması Ankara açısından işi daha da karmaşık bir hale getiriyor.
Ayrıca, Türkiye’nin bölgesinde rol modeli olduğu yolundaki teoriler de laboratuvarda test edilip geçersizliği tescil edilmiş önermeler olarak dış politika literatüründeki yerini almıştır geride bıraktığımız yıl... Bunun başlıca nedeni, rol modeli olabilmenin gereklerinden Türkiye’nin kendisinin uzaklaşmakta oluşudur. Kendi içinde kutuplaşmayı aşamayan ülke görüntüsüne, Taksim Gezi Parkı’nda acımasızca başvurulan polis şiddetinin Türkiye’nin demokratik kredibilitesinin üzerine düşürdüğü otoriterleşme gölgesi eklenmiştir. Vatandaşını biber gazıyla nefessiz bırakan, ölen vatandaşlarının arkasından başsağlığını bile esirgeyen bir zihniyet kuşkusuz model olabilir ama olsa olsa kötü bir model...
Dış politikadaki ayarların bozulması etkisini Batı ile ilişkilerde de gösteriyor. ABD ile ilişkiler rasyonel ölçüler içinde tahlil edilebilir olmaktan çıkmıştır. Mayıs ayında Başbakan’ın önüne kırmızı halı serilerek karşılandığı Beyaz Saray gezisi sırasında tarihinin en parlak dönemlerinden birinden geçtiği ilan edilen Türk-ABD ilişkilerinin bugün üst düzeyde bütün kanalların kapalı olduğu ciddi bir güven bunalımına sahne olması, ancak ruhsal bir kopma hali ile açıklanabilir.
AB ile tam üyelik müzakerelerinde üç yıl sonra bir başlığın açılmış olması bu müzakerelerin fiilen durmuş olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Başbakan’ın, Moskova’da Rusya lideri Vladimir Putin’den Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne almasını isterken AB’yi kastederek sarf ettiği “Bizi bu sıkıntıdan kurtarın” sözleri, AB’ye bakışının en sahici ifadesi olarak görülebilir. Tam üyelik sürecinin ana defosu, hem AB hem de Ankara cephesinde karşılıklı samimiyetsizliğin artık gizlenemeyecek boyutlara varmış olmasıdır.

* * *

Haberin Devamı

Galiba sorunun bir boyutu da bizzat dış politikadaki bir ve iki numaralı karar vericilerden kaynaklanıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan cephesindeki mesele, dış dünyayla ilişkilerini aşırı derecede şahsileştirmekte oluşudur. Erdoğan, ideolojik bakışının yanı sıra duygularını ve öfkelerini, iç politikada da olduğu gibi, aynen dış politikaya da hiçbir frene basmadan yansıtıyor artık. Bu durum kendisinin kibri ve yaşadığı özgüven patlamasıyla birleşince, sonuç gerçekliğin koordinatlarından uzaklaşmak oluyor. Mısır ve Suriye politikalarında yaşanan sıkıntılar önemli ölçüde gerçeklerle inatlaşmanın bir uzantısıdır. Başbakan’ın Mısır’da “dava arkadaşı” Muhammed Mursi’nin darbeyle devrilmesini bir türlü kabullenememesi, aynı şekilde Suriye’de Beşar Esad’ın iktidarda durduğu olgusuyla hâlâ barışık hale gelmemesinin kendisinde yarattığı kızgınlık, Türkiye’nin Ortadoğu politikasının başlıca yönlendirici etkeni olmaya devam ediyor.
Böyle bir dönemde Başbakan’ı frenleyen, atılan köprüleri onaran, gerçekçilikten uzaklaşmayan, yapıcı rol oynayan bir dışişleri bakanı ile buradaki hasar belli ölçülerde kontrol altında tutulabilirdi. Oysa Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu cephesindeki dizginlenemeyen ego ve hülyalı bakış da Türk diplomasisini zaman zaman sanal bir âleme taşıyabilmektedir.
Sonuçta, elindeki potansiyeli değerlenemeyen, bölge ve dünya barışına katkı yapamayan, uluslararası sistem içinde öngörülemezlik ölçüleriyle değerlendirilen, temel perspektifleri, yön duygusu belirsizlik gösteren bir ülke profili çiziyor Türkiye 2014 başında. Dış politikada Cumhuriyet tarihinin en başarısız yıllarından birini geride bıraktığımızı söylemek hata olmaz.

Yazarın Tüm Yazıları