Alınmayan yapısal tedbirlerin önemi şimdi görülecek

KÜRESEL likiditenin gelişmiş ülkelere geri çekilmesi artık kesinleşti.

Haberin Devamı

ABD’nin son istihdam verileri, bence bunu ispatladı. Başka bir deyişle; küresel likiditede kriz nedeniyle geçilen aşırı likidite dönemi artık bitti ve geçilen normalleşme süreci en çok bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyecek.
En az 2-3 yıl, Türkiye yeni sürecin olumsuz etkilerini yaşamak zorunda kalacak. Tüm uluslararası kurumlar bu yeni süreçten en fazla darbe alacak ülkelerin başında Türkiye’yi de sayıyor. Böyle olmak zorunda mıydı derseniz; bence geleceği belli olan bu döneme çok daha hazırlıklı girebilirdik. Bazen aldığınız kararlarla popülizm yaparsanız, bazen de almadığınız kararlarla... İşte biz bu son 10 yılda, en çok da 2007 yılından sonra alınması gereken ama alınmayan kararlarla popülizm yaptık, sonunda kendimizi zora sokmuş olduk.
Hani hep, “yapısal tedbirler alınmıyor” diye yakınıp eleştiriyorduk da, işler iyi gidiyor diye kimse kulak asmıyordu ya, işte o yapısal tedbirlerden söz ediyorum.
Hani, “IMF ile anlaşmamızın son erdiği 2007 yılından bu yana hiçbir yapısal tedbir alınmadığı” diyorduk ya, işte sözünü ettiğimiz bu yapısal tedbirlerdi...
Hani, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bastırdığı “mali kural” uygulamasının mutlaka yürürlüğe sokulmasını istiyor, Babacan’la birlikte biz de milli görüşçü parti yöneticilerinin küfürlerine hedef oluyorduk ya, işte ekonominin geleceğini güvenceye alacak o tedbirlerden söz ediyorum.
Hani, yıllarca Başbakanın direttiği 49 ile teşvik uygulamasının aslında teşvik olmadığını, üretim yapısının değişmesi için rasyonel, çağdaş teşvik sistemi getirilmesini isteyip tepki görmüştük de sonunda nispeten böyle bir sisteme geçilmeye çalışılmıştı ya, işte o geciken tedbirlerden söz ediyorum.
Hani, Merkez Bankası bağımsızlığının sözde kalmaması gerektiğini, faiz indirme gibi faiz artırım kararlarını da Hükümet etkisi olmadan alması gerektiğini, Hükümeti oyalamak için “faiz koridoru” gibi bahaneler üretmeden çağdaş para politikasının gereğini yapması gerektiğini, Merkez Bankası itibarının ekonominin güvencesi olduğunu söylüyorduk ya, işte şimdi bu uyarıların haklılığını göreceğimiz dönem geliyor.

DIŞA BAĞIMLILIK ARTINCA...

Bu süreçten en fazla olumsuz etkilenecek ülkelerden biriyiz çünkü döviz cinsi borcumuz, döviz cinsi alacaklarımızdan neredeyse 500 milyar dolar daha fazla. 2002 yılında bu rakam 85,5 milyar dolardı. 2012 sonunda bu rakam 418 milyar dolar oldu, artmaya devam ediyor. Bir başka deyişle milli gerimizin yarısını aştı daha da yükseliyor. Özellikle şirketler kesiminin açık pozisyonu çok yüksek ve dövizin geri çekilmesi ciddi sorunlar yaratabilecek kadar kritik öneme sahip.
İkinci en önemli kırılganlık tasarruf oranındaki çok düşük seviye. Tatmin edecek büyüme rakamı için yatırımların milli gelir içindeki payının düşmemesi gerekiyor. Tasarruf oranı çok düşük olunca bunu sağlamak için yurtdışından ciddi miktarlarda borçlanmak zorundayız. Yurtdışından borçlanma imkanının olmaması,
yatırımların azalması, büyüme oranlarının düşmesi anlamına geliyor.
Gerekli olan yapısal tedbirleri zamanında alsaydık, hem tasarruf oranlarını artırıp dışa bağımlılığımızı azaltabilir, hem içerideki üretim yapısını akıllı politikalarla dışa bağımlı olmaktan kurtarıp, sıcak paraya dayalı bu ekonomik yapıyı değiştirebilirdik. Ama Hükümet tüm bunları yapmadı, iyi yönetemedi...
İşte 10 yıldır, önce IMF programı sürdüğü için sonradan bol para dönemi geldiği için gözükmeyen bu hatalar, biten bol para döneminde görülmeye başlanacak.
Dolayısıyla “IMF’e borcumuz kalmadı” diye hava atmanın hiçbir anlamı yok. Milli gelirin yüzde 55’ine gelmiş döviz açık pozisyonu, ülkenin hem ekonomik hem siyasi, tümüyle dışa bağımlı hale getirilmesi anlamına geliyor.

Yazarın Tüm Yazıları