Ezberlerimiz o kadar kuvvetli ki ilk sendelemede iniyoruz otobüsten

DİNDAR bir ailede büyümedim.

Haberin Devamı

Ama sorsam, annem de babam da kendilerini Müslüman olarak nitelerdi.

Ezberlerimiz o kadar kuvvetli ki ilk sendelemede iniyoruz otobüsten

Babam her arabaya bindiğinde besmele çeker, her bayramda kurban keserdi.
Ve ilk kez dini bir yükümlülüğü yerine getirmemi ben üniversitedeyken istemişti.
Çok net hatırlıyorum, telefonum çalmış ve babam “Zekat vermeyi unutma” demişti.
Şaşırmış ama renk vermemiş, dinlerle epeydir muhabbetim olmadığından bahsetmemiştim.

13 yaşındayken doktor komşumuz beni karşısına alıp dinden soğutmayı başarmıştı.
Okuldaki din dersi hocamızın da katkısı büyüktü.
Dersi anlatırken “Neden?” diye sorduğum her sefer beni dersten atardı.
“Sorguluyorsam varım”ı kendine düstur edinmiş biri olarak, sorgulayamadığım şey benim için hiç var olamadı.
İnançlı biri olsaydım hayat daha anlamlı olurdu; bu açıdan inançlıları hep kıskandım.
Lakin, bende de hata var. Dinleri öğrenmeye, hatta anlamaya hiç çalışmadım.
Şüphesiz, kaybeden ben oldum.

Haberin Devamı

Bu satırları karalamamın nedeni, Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın Diyarbakır’da düzenlediği Toplumsal Barış panelinde dinlediğim Hidayet Tuksal.

Çoğumuz bir dini benimsemiş ailelerin içine doğuyoruz. Din olgusunu bilinçsiz olduğumuz bir dönemde ediniyoruz, buna yönelik bir aidiyet duygusu geliştiriyoruz.
Bu kuvvetli de olabiliyor, zayıf da, karşıt da...

Peki bu aidiyet toplumsal barışa ne zaman zarar verir?
Tuksal şöyle yanıtlıyor:
“Cumhuriyetle gelen laiklik sistemi toplumdaki haksızlıklara çare olarak sosyal hayattaki dini bastırdı. Geldiğimiz noktada, insanlığın önem verdiği şeylerin özel hayata sıkıştırılamayacağını görüyoruz.”
Tuksal’a göre sorun, dinin üzerinde düşünülemeyen, konuşulamayan bir olgu oluşu; bir büyüğün, cemaat önderinin görüşlerine endekslenmesi, dinle ilişkimizin bu insanlar ya da gruplar üzerinden kurulması.
Tuksal cemaatleri değil ama sınırlanmayı doğal bulmuyor.

Türkiye’de insanların önyargılarını aşabilmesi için, öteki olarak öğretilmiş herkese dokunan bir ülke arayışında olmamız gerek.
“Bunu içselleştirmediğimiz müddetçe söylemde ne kadar eşitlikçi, demokrat olursak olalım, bunların hayatımızda dönüştürücü etkisi olmuyor.”
Ezberlerimiz o kadar kuvvetli ki ilk durakta iniyoruz o otobüsten. İlk sendelemede, ilk karşı çıkışta.
Tuksal bu yüzden dinlerle ilgilenmemizi öneriyor. “Din gerçeğinden uzak olmak sosyolojik olarak çok önemli bir gerçeği ihmal etmek demek” diyor.
Hele de din böylesine büyük bir güç ve iktidar aracı iken.
Benim gibiler dinlere ilgisiz kalarak bu aracı sadece bir kesimin kullanmasına da izin vermiş oluyor.

Haberin Devamı

Tuksal dindar bir ailede büyümüş: “Çocukluğumda gericilik dendiği zaman anlaşılan dindi. Televizyonda, basında gösterilen dindar insanlar hep kötüydü, aptaldı, yobazdı...”
Bu olumsuz profilin olumluya döndüğünden ama şimdi de tartışma olmadığından dem vuruyor:
“Dini gruplar din üzerine tartışma istemiyorlar. Bu tartışmanın yokluğu da kolay manipülasyon sağlıyor.
Cemaatler güçlenmek istiyorlar. Tartışarak güçlenilmiyor. Onlara benzemeyi hedefleyen insanları içlerine alarak güçleniyorlar. Burada bir tartışma ve eşitlik ilişkisi olmuyor.”

En çok şurada katılıyorum Tuksal’a:
“Öyle bir imaj yaratılıyor ki sanki dinler Allah’tan hop diye önümüze düştü, hiçbir şey tartışılamaz, düşünülemez, sadece itaat etmek gerekir. Allah’ın hiçbir dinde insanlardan böyle düşüncesizce, kişiliksizce bir teslimiyet beklediğine inanmıyorum.
İnsanlar tarafından dayatılan şu: Allah sanki mutsuz bir bürokrat gibi tepemizde dikiliyor.
Ben buna inanmıyorum.”

Yazarın Tüm Yazıları